Trabzonspor Başkanı Özkan Sümer, "Futbol Federasyonu Başkanı Ulusoy'un ve Tahkim Kurulu'nun eyyamcılığı ile" ortaya çıkan tabloya isyan ve "ilkeli bir tavır koyarak" istifa etti!. Elbette, büyük çoğunluğu "İstanbul'un 3 Büyükleri'ne angaje" spor medyasının anlı-şanlı yazar-çizer ve yorumcularının "bu ilkeli protestoyu alkışlamaları beklenemezdi"; nitekim de tam tersini yaparak, eleştirmeye, hatta hakaret bile etmeye kalkıştılar!. Elbette İstanbul merkezli medyada "doğrulardan, gerçeklerden yana olanlar" da vardı... Ve onur duyuyorum; "bunların çoğunun da benim spor sayfamda olduğu" bir defa daha belgelendi!.. Naci Arkan'ın ve Şirin Berber'in perşembe günkü yazılarının, Hıncal Uluç'un cuma günkü yazısının altına izin verirlerse, imzamı atmak istiyorum!.. Olay çıkaran Trabzonlu taraftarlara karşı çıktığı için yolda önünü kesenlerin arasına "cesaretle dalıp", yüzlerine karşı "teröristsiniz" diyen, diyebilen bir Başkan'ı alkışlamak Yerine, "kulüpçülüğün en dipteki basamağına inip", onu "Fenerbahçeli bütün taraftarları terörist ilân etti" diye hedef göstermeye çalışanlar utansınlar!.. Bakınız, bir okuyucumdan gelen mailde deniyor ki: "Fenerbahçeli taraftarların sitesindeki (okuyucum adresini de veriyor) formda Trabzonspor maçından önceki ve sonraki yorumları ve mailleri bir okuyunuz... Trabzonspor maçındaki olayların nasıl hazırlandığını, nasıl çağrılar yapıldığını, nasıl talimatlar verildiğini, Fenerbahçeli taraftarların nasıl tahrik edildiğini göreceksiniz. Maçtan sonra da olayların nasıl kabullenildiğini ve yapılanların nasıl alkışlandığını da göreceksiniz. Fenerbahçe yöneticisi Murat Özaydınlı'nın basın toplantısında yanına aldığı ve 'Bunlar mı terörist' diye sorduğu üç gençten biri, bu sitede, bu tahrik organizasyonunu yapanların başında geliyor..." Tahkim Kurulu Başkanı Türker Arslan geçen hafta çıkan yazımdan sonra telefon etti ve "kararlarının gerekçelerini" anlattı. Kendisine teşekkür ettim, şimdi de ediyorum. Türker Arslan sevdiğim, taktir ettiğim bir hukukçu ve spor adamıdır!. Söylediklerini ve anlattıklarını tümü ile reddetmem mümkün değil!.. Ama... Beni tatmin etmedi ve etmesi de mümkün değil!. Bir yanda "kapkaççıya eldeki kanunu aynen tatbik ederek" 3-5 ay ceza veren hakim, öte yanda "belki de kanun maddelerini zorlayarak" ama "vicdanının sesini dinleyerek" bir başka kapkaççıya "15-20 yıl" veren bir hakim!.. Ben, "ikincisini" alkışlarım ve "anarşi, terör" ancak böyle önlenir!. "Yetkim yok, yönetmelik böyle" kaçamakları, "bugün gelinen noktada" tam bir eyyamcılıktır!. Yıllardır "o görevdesiniz", neden "o talimatları düzeltmediniz?" İşte, Denizlispor da kalkıp cezasına itiraz etti; "Yüzlerce koltuk kırılıp, sökülüp atılacak ve adeta koltuk savaşı yapılacak ve kan akacak, 2.5 milyar ceza.. Bir ayran kutusu için benim saham kapatılacak, olur mu?" diyor!!! Sevgili Türker Arslan, "saha kapatma cezası vermek için", söyler misiniz bana; "koltuk savaşı kaç koltuk sökülerek yapılmalı?" Saha kapatmayı gerektirecek "koltuk rakamı" kaç? "Karşılıklı sökülen ve atılan koltuk sayısı arasında çok az bir fark olduğu ve kaseti incelediğinizde olayların başlangıcında iki tarafın da sorumluluğu bulunduğunu gördüğünüz için PFDK'nın kararının adil olmadığını ve bozduğunuzu" söylüyorsunuz, diyelim ki öyle... (Acaba bu konuda PFDK ne diyecek, Trabzonspor ne diyecek?) Peki... Cezaları "2.5 milyarda buluşturmak yerine neden bir maç kapamada birleştirmediniz?" "Talimatname bu yetkiyi bana vermedi" diyorsanız ki, diyorsunuz; o halde yıllardır bu talimatnameyi neden düzeltmiyorsunuz? Neden, "Bu kararınız şu... şu... şu... sebeplerden yanlıştır, bu kararı düzeltin" diyerek dosyayı PFDK'ya "gönderme" maddesini talimata koymuyorsunuz? Neden, "1 milyar cezayı 2.5 milyara yükseltme yetkiniz ve hakkınız var da, 2.5 milyar lirayı maç kapatma ya da seyircisiz oynatma cezasına yükseltecek yetki ve hakkınız yok?" Başbakan konuştu... Karar gününüzde Federasyon Başkanı konuştu... Bir-iki gün önce Fenerbahçe Başkanı "Ceza kalkacak" dedi!. Ve... Daha fazlasını yazmak istemiyorum!. Sevgili Türker Arslan, sizleri değil, Özkan Sümer'i alkışlıyorum!.. Ve Trabzonlular'ın, Anadolu Kulüpleri'nin ve taraftarlarının Özkan Sümer'e ve "öncülük ettiği davaya" sahip çıkmalarını diliyorum!.. Ya ötekiler? Ödül yönetmeliklerimizde "dünya atletizm şampiyonalarında ikinci olana ev verilir" diye bir madde var mı, yok mu bilmiyorum!. Ülkede "onca Avrupa, Dünya hatta Olimpiyat şampiyonu" nerede ise "yoksulluk sınırında yaşar", hayatlarını "asgari ücrete çalışmakla" geçirirlerken, "talimatnamelerde yazan" bütün ödüllerini alan, ardında Vestel gibi bir sponsoru olan, koştuğu her uluslararası yarışta derecesine göre "10 bin ile 30 bin, bazen 50-60 bin dolar arasında ödül alan, almaya da devam edecek olan" Süreyya Ayhan'a bizzat Başbakan tarafından verilen evi de çok görmüyorum!. Sadece, bu konuda "üç-beş satır yazıp" da, halter gibi, güreş gibi, boks gibi "güç sporlarında" Türkiye'ye "büyük şampiyonluklar getiren sporcularımızla ilgilenen var mı, onlara ve diğer sporcularımıza verilen harcırahların ne olduğundan haberleri olan var mı" diye sormak istiyorum!.. Hele hele "Galatasaray UEFA şampiyonu olduğunda", devletin verdiği ödüle karşı çıkarak yeri yerinden oynatan ve "Galatasaray kayrılıyor" yaygarası yapanlar, acaba şimdi neredeler? Ben "Süreyya kayrılıyor" demiyorum; "diğerleri neden unutuluyor ve onlara neden yapılmıyor" diyorum!. Demek de hakkım, hem de çoook!.. İngilizleri haklı mı çıkarmak istiyoruz? Bir yandan "Türkiye'ye gitmeyin, ölebilirsiniz" diye yayın yapan İngiliz bulvar gazetelerine ve bu yönde lâflar eden İngiltere Milli Takımı Teknik Direktörü Eriksson'a veryansın edeceğiz, bir yandan da "Galatasaray - Fenerbahçe maçını Olimpiyat Stadı'nda oynatmamak için" çareler aramaya, bulamadığımızda da "4 bin Fenerbahçeli taraftarı başka kimsenin alınmayacağı 20 bin kişilik tribünde muhafaza etmenin yollarını düşüneceğiz"; bu nasıl bir kafadır??? İngiliz gazeteleri, "o tribünün resmini çekip" yaygarayı koparmazlar mı? "Ey UEFA şu hale bak!.. Türkler, kendi insanlarını bile koruyamıyor, olay çıkacak diye korkuyor... İşte şu tribün resmi her şeyi ortaya koymuyor mu???!!!" Ülkenin en büyük kentinde nasıl bir "Vali" ve nasıl bir "Emniyet Müdürü" vardır ki; haftalardır süren polemiği ve Türk düşmanlarına başta İngilizler olmak üzere "kinlerini kusmak için" fırsat ve imkân veren bu "fetret devrini" bitirecek açıklamayı cesaretle ve kesinlikle yapmıyor: "Arkadaş, burada devlet var; kimse korkmasın... En ufak bir olaya fırsat verilmeyecek. Fenerbahçeli taraftarlarla, Galatasaraylı taraftarla yan yana maçı seyredip, evlerine dönecekler!. Gereken her tedbiri alacak, olay çıkarmak isteyen fırsatçılara imkân vermeyeceğiz, en ufak olaya anında müdahale edilip, suçluları yakalanıp stattan çıkarılacak ve adalete teslim edilecektir!.." Devlet budur... Devlet "böyle" temsil edilir!.. Medyadaki "kulüpçü bazı art niyetlilerin kışkırtmalarına takılmak" olmaz, "olay olabilir" endişesi ve korkusu ile ancak "sivri akıllıların bulabileceği" sözüm ona tedbirlerden medet umulmaz!. Ya "devlet" vardır, "olduğu" gösterilir! Ya da "bir avuç çapulcunun çıkarması muhtemel olaylardan korkulur", uygar dünyanın "alay edeceği" komik tedbirler alınır, yani "bir avuç çapulcu ile baş edilemeyeceği kabul" ve "İstanbul'da devletin olmadığı", bütün dünyaya ilân edilmiş olur ki; bunun da sonucu şudur: Demektir ki; "İngilizler haklıdır!.." Eğer "tarihi ve saati belli bir maçta bile olay çıkmaması için tedbir alamıyorsan"; devletin o koltuğunda oturmaya hakkın yoktur; "Şu okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim" diyen Maarif Vekili'nin durumuna düşersin ve koca bir Türkiye Cumhuriyeti'ni de bütün dünyanın önünde küçük düşürürsün!. Bilmem anlatabildim mi? Manisaspor'u seyredin!.. Büyük kulüplerimizin yöneticileri, menajerleri, antrenörleri Ümit Milli Takımı'nın Portekiz ile yaptığı maçı izlemek için Portekiz'e koşmuşlar!.. Niyetleri açık; iki takımdan "oyuncu beğenecekler!.." Bence bunca zahmete ve yola gerek yoktu; "akıllı olan" yönetici ve teknik adam, gider Vestel Manisaspor'un maçlarını seyreder ve "birkaç yıl içinde, belki de hemen gelecek sezon Türkiye'de yıldız olacak" gencecik futbolcuları ve "oynadıkları" nefis futbolu görür, sonra da "Almanya'da ve Türkiye'de neleri göremediklerini ve neleri kaçırdıklarını", Mustafa Denizli'nin "futboldan ve futbolcudan nasıl anladığını" anlarlardı!. "Petre artı Bratu" fiyatına kurulan bir takımdan "kaç tane Petre ve Bratu çıkacağını" da görür; "yabancı komşuların tavuklarını kaz görmekten" de belki vazgeçerlerdi!. Seyrettiğim Manisaspor, bana "futbol keyfinin ne olduğunu" yıllar sonra yeniden hatırlattı!. Gencecik, pırıl pırıl futbolcular; Avrupa'dan gelenlerle, Türkiye'den alınanlar, Manisa'da oynayanlar ve "tecrübeliler" öyle bir kaynaşmışlar ki, sanki "yıllardır" beraber oynuyor gibiler!.. Takımda "boş adam" yok; her mevkide en az iki "yıldız adayı" ve hatta "yıldız" var; onları henüz Türkiye tanımıyor; ama yakında tanıyacak!. Vestel Manisaspor'u ve Mustafa Denizli'yi izleyin; yıldız nasıl bulunur, nasıl yetiştirilir, bir takım nasıl yoktan var edilir, görecek, öğrenecek ve "benim gibi" büyük keyif alacaksınız!. Lucescu gene ağlamaya başladı!.. Evet, gene başladı!.. "Yok o maç bu tarihteymiş de, yok bu maç şu gündeymiş de, yok öteki maç şu saatteymiş de... Bu nasıl olurmuş da... Bunun sonu Türk futbolcusu için kötü olurmuş da... Türk Milli Takımı için kötü olurmuş da... muş muş da... muş muş..." Bakarsan, Türk futbolcusunu ve Türk Milli Takımını koruyor... Ama lâfın devamında başlıyor çelişkiye düşmeye... "Beşiktaş'ın Avrupa maçı mı önemliymiş, yoksa Trabzonspor'un Avrupa maçı mı?.. Öyleyse maç takviminde Beşiktaş kollanmalıymış, Trabzon değil..." Lucescu mantığına inanırsak; "Beşiktaş'ta oynayan futbolcular Türk!.. Trabzonspor'da oynayanlar gavur!. Kendi takımının maçı önemli, başkasınınki fasa fiso!.." Türkiye'ye geldiğinden beri "aynı oyunu oynuyor!." Ne yazık ki, önce bir spor yazarları olarak bizler, sonra kulüp yöneticileri ve en sonunda da Futbol Federasyonu yetkili kurulları bu tuzağa düşüyorlar!.. Ve onun yüzünden, "mağdur olduğuna inanan" takımların yöneticileri, taraftarları, yorumcuları başlıyorlar; "Lige gölge düştü" diye ter ter tepinmeye!.. İş çığırından çıkınca, bu mevsimin başında Futbol Federasyonu çıktı; "Ne olursa olsun maçlar ertelenmeyecek ve mücbir sebep olmadıkça günü, saati ve yeri değiştirilmeyecek" dedi ve ilân etti!. Aaa... O da ne; "Bizimki" gene ağlıyor ve de ligi "şimdiden" dağlıyor!. Takımı bir mağlûbiyet alırsa, Federasyonun boynuna yaftayı asacak; "Sizin yüzünüzden!.." Sanki, "sadece" onun takımı Avrupa Kupaları'nda oynuyor!.. Sanki, "bugüne kadar" Avrupa Kupaları sebebiyle, "onun takımının başına gelen maç ve takvim sıkışıklığı" başta takımların başına gelmedi!.. Bir de "Yayıncı kuruluş para kazanacak diye böyle yapılır mı" şeklindeki lâfı yok mu; beyzademiz sanki "Mars'ta yaşıyor ve gerçeklerden, dünyadan haberi yok!." İnsanda biraz "insaf" olur; "O yayıncı kuruluşun verdiği paralarla kulüpler ayakta duruyor, transfer yapıyor, futbolcularının, teknik adamlarının paralarını ödüyor!.." Ve... Lucescu'nun paraları da "o yayıncı kuruluştan gelen paralarla" ödeniyor!.. Bunca uzun süren kriz dönemlerinde bile "o yayıncı kuruluşlar" kulüplere, Türk futboluna "yüzlerce milyon dolarlar" aktardı, aktarmaya da devam ediyor!.. Sayın teknik direktör, susunuz ve haddinizi biliniz!.. Ağlayacaksanız, gidiniz "Ağlama Duvarı'nda ağlayınız!.." Bilmem ki, cesaretiniz var mı? Bastır parayı, al maçı sahana!.. Önce TV'de yanlış duyduğumu sandım; inanmadım!.. Sonra bir gazetede okuyunca "atıyor" diye düşündüm!..Sonra diğer gazetelerde okuyunca ve TV'lerde dinleyince "haberin doğru olduğuna inandım!." Habere inandım da, "nasıl olduğuna ve nasıl olacağına" inanamıyorum!.. Beşiktaş, ilk habere göre "tribün hasılatını bırakarak" ligin 6. haftasında oynanacak İstanbulspor maçını "rakip sahadan" kendi sahasına aldırmaya çalışıyormuş.. Sonra haber gelişti; "Beşiktaşlılar, Tolga'yı alan İstanbulspor'un bu oyuncudan dolayı borcunu, eğer maç İnönü Stadı'na alınırsa sileceklermiş!." Yani... "Bastır parayı, al maçı kendi sahana!.." "Parasızlık içinde kıvranan" İstanbulspor bu teklife "evet" derse... Ve... Federasyon da bu "anlaşmalı" saha alış-verişini onaylarsa, Türk Futbol Tarihi'nde "yeni bir devir başlıyor" demektir; "şampiyonluğa oynayan ya da küme düşmemek için çırpınan ya da Avrupa Kupaları'na katılma hakkının sınırında olan" takımların yöneticileri, "durumu rahat olan" takımların yöneticilerine diyecekler ki; "Gel maçı bizim sahamızda oyna, size 10 milyar... 30 milyar... 60 milyar... 100 milyar... 300 milyar... verelim..." Kim bilir, belki de "rahat takımın yöneticileri" durumu kritik olan takımın kapısını çalacaklardır; "Maçı sizin sahanızda yapalım ama hasılatı alırız!.." "Olacak şey mi" demeyin, Beşiktaşlı yöneticiler, "spor medyamızın haberleri doğru ise" ciddi ciddi "bu ticareti, pardon çığırı açmak için uğraşıyorlar!." Burası Türkiye; "olmaz" , olmaz!..