Takıma değil, seyirciye!.. Levent Bıçakçı Federasyonu "fair play ödülü" adı altında, "kendilerine göre ilk defa" atılacak olan bir adıma hazırlanıyor!.. Para cezalarının toplanacağı" havuzdaki parayı "sezon sonunda en az kart gören" centilmen takımların kulüplerine "fair play bayrağı ile beraber" vereceklermiş... Madde bir; bu adım, "ilk defa" değil; daha önce "Spor Toto devreye konularak" yapılmış bir uygulamadır.. Bu defa Futbol Federasyonu "kendi yapacak"; fark burada!! İyi de "ne sağlayacak?" Madde iki; aslında "uygulama ve ödül" futbolcu ve takıma dönük değil, "sonuna kadar ve top yekûn mücadele edilmesi gereken" ve "asıl sorun ve hedef olan" tribüne ve seyirciye dönük olmalı!.. Taa... Rahmetli Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ından beri yazıp geldiğim ve "bir çok federasyona önerdiğim" bu yönde "bir düşüncem var", çeyrek asırlık: Gözlemcilerin, temsilcilerin, hakemlerin raporlarına "seyirci için" bir bölüm konsun ve "o bölümde" bu görevliler "tamamen fair play yönünden notlu değerlendirmeler" yapsınlar!. İşte bu notların toplamına göre, kulüplere "havuzda toplanacak para ödülü" ve "fair play bayrağı" verilsin!. "O bayraklar" kulüplerin stadlarının üzerinde dalgalanırken, "seyircinin psikolojik olarak" küfüre ve kavgaya direneceği ortada!.. Yöneticilerin ve tribün liderlerinin de "taraftara bu yönde baskı yapacağı ve mesajlar vereceği" de ortada!.. "Bayrak alamayan" kulüplerin taraftarlarının ve yönetimlerinin de "bayrak alma" yarışına katılmak isteyecekleri ortada!.. Düşünün; Süper Ligde, İkinci ve Üçüncü Ligin gruplarında "kaç fair play bayrağı", stadların tepesinde Türk bayrağının, kulüp bayrağının, federasyon bayrağının yanında dalgalanacak ve "centilmenlik için" nasıl bir teşvik olacak? "Olay çıkaran seyircinin bayrağının geri alınacağı" bir statü ile, "fair pay yarışı başlatılsa" fena mı olur? "Futbolculara gösterilen kartlara dayalı" bir fair play yarışının çok şeyi değiştirmeyeceği ve kimselerin umursamadığı "Spor Toto yarışması sırasında" açık açık görüldü; sevgili Erdenay Oflas iyi bilir!. Öyleyse?.. Futbol Federasyonu, "hem de dünyaya örnek olacak" bir fair play çalışması yapmak istiyorsa; "seyirciye ve tribüne dönük olarak" yapmalıdır! Kısa bir zaman içinde görülecektir ki, işe çok yarayacak ve tribün terörünü önlemek bakımından "en tesirli" adım olacaktır!.. Akıllar başlara geliyor mu? "Havuzdaki adaletsizliği" yıllardan beri yazıp geliyoruz!.. Nihayet, "İstanbul medyasındaki" bazı yazar-çizerler "gerçeği görmeye başladılar!." Futbolumuzdaki "açık gerilemenin", büyük kulüplerle, Anadolu kulüpleri arasındaki güç dengesinin giderek bozulmasından ve bu bozukluğun da "gelir dengesizliğinden" kaynaklandığını, güç dengesizliğinin ortadan kaldırılması için atılacak ilk adımın "maç naklen yayın havuzundaki paranın sosyal adalete uygun ve dengeli şekilde dağıtılması" olduğunu yazmaya başladılar!. Kulüpler Birliği Başkanı İlhan Cavcav da "bir adım daha ileri giderek" dedi ki: "Adaletsiz dağılım düzeltilmezse liglerden çekilebiliriz!." İstanbul medyasının yazar çizerlerine de, İlhan Cavcav'a da, Anadolu kulüplerinin yönetimlerine de "Günaydıııınnn" dememiz gerekiyor; "bugüne kadar nerelerdeydiniz?" "Mafyaların işe karıştığı" bir mücadelede, her türlü tehdit ve baskıya karşı "tek başına kalan" ama sonunda "İstanbul'un baskısını ve hegemonyasını kırarak Havuzu gerçekleştiren, sonra da büyüklerin payını, İstanbul büyüklerinin ve medyasının kıyameti koparmalarına, tehditler yağdırmalarına rağmen, yüzde 50'lere kadar düşüren" Ulusoy Federasyonu'nun arkasında "bugünkü görüşlerle dursa idiniz ve mücadeleye cesaretle katılsaydınız", belki de "çoktan" bu adaletsiz dağılım düzelmiş olacaktı!. Bilmem ki, "şimdi," hem de "arkasında Aziz Yıldırım'ın olduğu" bir federasyon döneminde "bu adaletsiz dağılım düzeltilebilir mi?" Düşünün ve bekleyin bakalım!.. Süreyya bitiyor mu?!.. Dikkat edin; bir zamanlar "milletçe el üstünde taşınan" Süreyya gibi bir "değer", ne hâle geldi? Dünya pistlerindeki adına gölge düştü.. Türkiye'de "nerede ise" ilgilenen yok!.. Sponsorları "birer birer" ondan vazgeçiyorlar!.. Sonuncusu "üstelik" ağır suçlamalarda da bulundu!. Bu ayın sonuna doğru Genel Müdürlük Disiplin Kurulu'ndan "ağır bir ceza" çıkabilir!.. "Baş koruyucusu" Federasyon Başkanı Mehmet Yurdadön'ün "yeniden seçilmesi" zor!.. Nereden nereye? Hem de bu kadar kısa zamanda!.. Acaba bunun sorumlusu kim, bay Yücel Kop? Hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Ayıp... Hem de çok ayıp Kurun bari bir "devrim mahkemesi" ve Hakan Şükür'ü "bir kaç dakikada yargılayarak" hakkında "idam cezası verin" ve hemen infaz edin!.. Neymiş; "oruç tutuyormuş, bazı arkadaşlarına baskı yaparak onlara da tutturuyor ve bunun sonucunda Galatasaray'ı mağlûp ettiriyormuş; Diyarbakır'daki yenilginin sebebi buymuş..." Böylesine insafsız, böylesine iz'ansız ve böylesine "vicdanları çok rahatsız eden" bir kampanyayı başlatan ve devam ettirenlere sormak gerek: Başka takımların futbolcuları oruç tutmuyor mu? Mesela; Beşiktaşlı futbolcular Konya maçı için "özel uçağın kalkışının saatini iftardan sonraya" aldırmadılar mı? Galatasaray'ı 2-0 yenen Diyarbakır'ın hem de 9 futbolcusu "oruçlu" değil miydi? Galatasaray 4 yıl üst üste şampiyon olur, UEFA Kupası'na uzanırken Hakan Şükür ve "bazı arkadaşları" oruç tutmuyorlar mıydı? Zaman "Hakan Şükür'ü yeme" zamanı!.. Böylece, bir taşla birkaç kuş vurulmuş olacak; hem "Hakanmaniaya yakalanmış olanlar", kamuoyuna "kafalarının sağlam olduğunu" ispatlayacaklar, hem "Yanalperverler" Ersun Hoca'nın haklı olduğunu gösterecekler, hem de "şampiyonluk yarışında Galatasaray'ın önünü kesmek isteyenler", sarı - kırmızılı takımın "en büyük silahını" yok edecekler!.. Ve ne gariptir ki; Galatasaray yönetimi, "oynanan bu çirkin oyuna karşı" susup oturuyor!.. "Hıristiyan" yabancı oyuncuların "chrismast yortusu için" ligin ilk yarısı sona ermeden "izin alarak" ülkelerine gittikleri sezonları hatırlarım; "onlara seslerini sedalarını çıkarmayanlar", iş Hakan Şükür'e ve arkadaşlarına gelince "oruç tutuyor" diye kıyameti koparıyorlar!.. "Türk askerinin cephede savaşırken bile" oruç tuttuğunu unutanlar, "inancın, oruç tutmakla kaybedilen gücü telafi edeceğini" akıllarına getirmeyenler, olaya sadece "biyolojik olarak bakanlar" ve hepsinden önemlisi "kasıtlı" bakanlar bilmeliler ki; Hakan Şükür ve bazı arkadaşları hem "oruçlarını tutmaya, namazlarını kılmaya" devam edecek, hem de "Galatasaray için terlerini son damlasına kadar akıtacaklardır!." Kimse, kimseyi kandırmasın: "Futbolculuk ağır işçilik değildir!." Gidin bakın bakalım; binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca doları "transfer, maaş, prim" diye alan ve haftada "bir maç", bazen "iki maç yapan" futbolcuların yanında, Zonguldak'ta bilmem kaç yüz metre toprağın altında, "ölüm riski içinde" günde 8 saat kazma sallayarak kömür çıkaran Türk işçisinin yüzde kaçı oruçlu ve "onların gündeliği kaç paraya geliyor?" Hakan Şükür'e ve onun şahsında "oruç tutan" bütün futbolculara yaptığınız, "en hafif tabiri" ile ayıptır; çok ayıp!.. Gülünç!.. "Kamera ile tespit" futbolculara ceza vermek için, "delil ve gerekçe olmamalıymış..." Vay... Vay... Vay... "İlk ortaya atıldığında" ve "tartışmalar başladığında" benim de tereddütlerim vardı: "İyi de, çekim yapılmayan maçlardaki futbolcular kayrılmış olmayacak mı?" Ya da, çekimlerden "istedikleri bölümleri alıp", ekrana getirenler, "istemediklerine sansür uygulayıp" saklama hakkını ellerinde tutmayacaklar mı? Doğru "bu sakıncaları" var; amma... İşin esası doğru!.. Futbolcu bilecek ki; "o kargaşada, ben hakemin, gözlemcinin gözünden kaçacak bir çirkin hareketi yapar ve yuttururum, ama kameradan kaçamam, dikkatli olmalı, ceza alacak harekete girişmemeliyim!." İşte "bu korku" için bile "kamera tespitinin delil ve ceza gerekçesi olarak sayılması şart" ve UEFA'nın "bu yöndeki kararı" doğru!.. Bizdeki uygulama da!.. Yoksa... "Emre gibi" oyuncular, hakemlere ve gözlemcilere "çok çirkin hareketleri yutturmaya", rakiplerini tahrik etmeye, "onları, oyundan atılacak hareketler yapmaya zorlamaya" devam edecekler!.. Hele hele, "yıllarca gizli kamera çekimleriyle" bir çok "çirkin olayı" ortaya çıkarma yarışına giren bazı arkadaşlarımızın, şimdi olaya "salt kulüpçülük açısından bakarak", yıllarca unutulmayacak "çirkin" bir hareketi yapan futbolcuyu korumaya çalışmalarındaki çelişki, yürekler acısı!.. Neyse ki, "böylelerini" dinleyen yok!.. Cezalar "haklı olarak verildi" ve verilmeye de devam edecek!.. Basketbol de neymiş? "Galatasaray'da futbol dışındaki spor branşlarına, başkan ve yönetim tarafından yapılan çok kötü muameleyi ağır şekilde eleştiren" yazıma yoğun tepki oldu; çoğunluğu eleştirilerimi destekleyen ve pek azı "eleştirilerimi ağır bulan" tepkilerdi, bunlar!.. Ardından sevgili Yalçın Granit'in "aynı konuda" ama sadece "basketbol takımını ilgilendiren" ağır açıklamaları oldu!. Granit, bu arada "basketbole destek vermediği için" hükümeti ve "basketbol maçlarını bedava yayınlayan" TRT'yi de eleştirdi!. Ah Granit ah!.. "Futbol varken", basketbol TRT'nin umurunda mı? Hatta "bütün diğer spor branşları?" "Stadyum" TRT'ye yetiyor; orada da İstanbul'un "Üç Büyükleri'nin futbol takımları oynuyor!.." Diğer futbol takımları bile "yan sahaya atılırken", basketbole bakan kim? Yanlış spor branşı seçmişsin; futbol oynasa ve futbol teknik direktörlüğü yapsa idin; şimdi TRT'nin Stadyum'unda baş köşede otururdun; Galatasaray futbol takımı ile beraber!.. Bu ne demektir? Milli takım teknik direktörü Ersun Yanal demiş ki: "Ukrayna maçında sahaya rakibimizi yenmek için çıkacağız. Ukrayna önünde puan kaybı olsa dahi, bu bizi etkilemez; bu gruptan çıkarız!." Hocamız, "Ukrayna maçında, hem de İstanbul'da puan kaybı olabileceğini düşünüyor" anlaşılan!.. İşte bu olmadı!.. Hoca "böyle" düşünürse, futbolcu "o maçta" nasıl oynar? Ve daha da önemlisi, "kendi sahamızda Ukrayna'yı da yenemezsek", bu gruptan çıkmamız mümkün mü? Onun için hocamızın söyleyeceği tek kelime vardı: "Ka - za - na - ca - ğız!.." Hiç olmazsa "bundan sonra" böyle söylesin!.. Ve kazanalım!..