Tanjevic'i anlayabilmek!.

A -
A +

İçlerinde dostlarım var, arkadaşlarım var, meslektaşlarım var; yazdıklarını okudukça, söylediklerini dinledikçe hayret ediyorum, şaşkına dönüyorum!. "Basketbolü bilmiyorlar" mı; biliyorlar!.. "Tanjevic'in ne yaptığını görmüyorlar" mı; görüyorlar!.. Ama, hâlâ ve hâlâ, üstelik "Avrupa finali yolundaki grup maçlarında oynanan basketbolü" gördükleri halde, Tanjevic'i "yerden yere vurmak için" adeta fırsat arıyorlar!.. Neden? Çünkü Tanjevic, "bugüne kadar hiçbir Türk teknik adamının yapmaya cesaret edemediği" bir şeyi yapıyor da ondan!.. "Bizimkiler" de, şimdiye kadar "böyle bir şeyi görmemişler" de ondan; anlamıyorlar, anlamamaya da devam edecekler!. Ta ki, şapka düşüp "kel görünene kadar!.." O zaman "mahcûp olacaklar" ama, Tanjevic'e yaptıkları yanlarına kalmayacak; zira her insan gibi Tanjevic'in de sinirleri var, morali var, duyguları var; bilmem ki bırakıp gider mi? Tanjevic'e kadar "12 Dev adamın hiçbir zaman 7'sinden başkasını sahada göremedik!." Ne sahada, ne de kenarda!.. Onun için, "çok kritik maçlar kaybettik"; çok değerli kupalara el uzatamadık!.. İşte Tanjevic "bu sorunu çözmeye çalışıyor!.." Yani; "12 dev adam" deyince, Türk Milli Takımında, salonda tribünler selâmlanırken "gerçekten 12 dev adam olmasını" sağlamaya uğraşıyor!.. Şimdiden "Kerem'lerin, İbrahim'lerin, hatta Hidayet'lerin, Mehmet Okur'ların döküldüğü anlarda" sahaya sürüp, "büyük verim aldığı" gencecik "dev adamlar" görünmeye başladı bile!.. Birdenbire "Türkiye'de NBA adaylarının çoğalmasındaki" sır sakın Tanjevic olmasın? "Nasıl olsa alternatifim yok, kötü oynasam da, egoist davransam da sahadayım" diyenlerin "birdenbire" performanslarını yükseltmelerindeki ve form grafiklerini istikrarlı bir düzeye ulaştırmaya gayret etmelerindeki sır ne ola ki? "Efendim, grup maçlarındaki rakiplerimiz çok zayıf, onun için alınan sonuçlar pek bir şey ifade etmiyor" lâflarına da gülüyorum; ben sonuca değil, "sahada oynanan" hem de "ciddiyet" ile oynanan basketbole bakıyorum; notum ona!.. "Tanjevic öncesi", zayıf rakipler önünde, Milli Takımızın, hele hele "bazı dev adamlarımızın" nasıl "laubali oynadığını" biliyoruz; ya şimdi?.. Bir teknik adam için, "göreve gelir gelmez", büyük hedefler konusunda, "yakın zamanları" işaret etmesi kadar "riskli, tehlikeli" ve hatta "aptalca" bir şey olamaz!. Hele hele "yabancı teknik adamlar" için!.. "Büyük hedeflerin vadesi" makûl bir zaman, "orta", hatta "uzun" vadeli olmalı, "kısa" vade ise, o teknik adamın "ne yapmak istediğini ortaya koyacak" bir mantığı ve aklı göstermelidir!. Tıpkı Tanjevic'in yaptığı gibi!. Bu demek değildir ki; "kısa vadede de başarı yakalanmayacak!.." Yakalanabilir; bu da "yapılan işin" üzerine "kaymak koymak" olur!.. Tanjevic, devam; kim ne derse desin, iyi ve doğru yoldasın!.. Del Bosque ne yaptı?.. Norveç'teki maçta Beşiktaş'ın kadrosu ekrana gelince, içimden dedim ki: "Bu Del Bosque akıllı adam!.. Turu atlayacağından emin, burada sahaya sürdüğü kadronun bile rakibini yeneceğinden emin... Büyük silâhlarını hafta sonundaki Galatasaray derbisine saklıyor. Çok haklı, zira Galatasaray maçını kaybederse, büyük ihtimal ile lige erken havlu atmış olacak, bunun altından o da, Beşiktaş da, hatta Beşiktaş yönetimi de kalkamaz!." Del Bosque, "stratejik" olarak haklı çıktı ama sahaya sürdüğü Beşiktaş takımındaki futbolcular, "özellikle ilk yarıda" adeta "Del Bosque mahcûp etmek için" özel gayret sarf ettiler!.. Son haftaların gözdesi İbrahim Akın başta olmak üzere, kötü oynadılar!. Cordoba şoku da cabası!.. İkinci yarıdaki "yarım" düzelme, Pancu-Sergen dalaşına rağmen, Del Bosque'nun "ne kadar haklı olduğunu" ortaya koydu; böylece Sergen "az yoruldu", Carew ise "tam dinlendi!." Galatasaray derbiye dinç çıkıyor; Beşiktaş bir de Norveç'e gidip döndü!.. Büyük maça ne kadar var? Ve "benim" Beşiktaşlı yazarlarım, neden sadece "oynanan 90 dakikayı" düşünebiliyor? Büyükler korunuyor!.. Geçen hafta yapılan lig maçlarının kasetlerini alınız; Galatasaray'ın, Beşiktaş'ın ve Fenerbahçe'nin maçlarını dikkatle izleyiniz!.. Hakemlerin, "orta" hakemlerin çaldıkları ve çalmadıkları düdüklere, çıkardıkları ve çıkartmadıkları kartlara bakınız!. "Büyüklerin nasıl koruma altına alındığını" göreceksiniz!. Yooo... "Galatasaray'ın bal gibi golü 'ofsayt' diye verilmedi" diye itiraz etmeyin; orada kararı verdiren "bayrak kaldıran" yardımcı hakemdi; ben "orta hakemlerden söz ediyorum!." Federasyon seçimleri öncesi açık açık yazdım; "İstanbul'un üç büyükleri futbolumuzu teslim alacak, ligimizi de... Aman dikkat... Levent Bıçakçı bunun için aday seçildi" diye... İşte "o günler" başladı!.. Aziz Yıldırım'la el ele, Levent Bıçakçı'ya destek veren Celâl Doğan'lar, İlhan Cavcav'lar iftihar edebilirler!. "Fenerbahçeli" Ata Aksu da "gerçekleri" söylemekte çok geç kalmadı mı?!. Yazık!.. Hakan, Kanat ve Yanal!.. Aslında sevgili Kazım Kanat "ortaya bir görüş atmadı!.." O görüşü yıllar yılı sevgili Osman Tanburacı ortaya atmıştı; Kâzım Kanat "iki yıl önce" kendi yazısında açıkladığı üzere "Milli takımda Beşiktaşlı İlhan'ın ve Nihat'ın önünü açmak için" o görüşe ortak oldu!. Sevgili Kanat, "şimdi" haklı olduğunu göstermek için "Beşiktaşlı olmayan" birkaç isim daha sayıyor, ama nedense "bunca zamandır Barcelona'da maç oynamayan, tam tabiri ile yan gelip yatan" Rüştü için "gençlerin önünü aç" demiyor, neden?!. Figo'nun, Zidane'ın milli takımı bırakmalarını "gençlerin önünü açmanın örneği" olarak gösteriyor; üstelik "onların milli takımı bırakmalarında gençlerin önünü açmak gibi bir gayeleri olmadığını", bu yönde "tek kelime etmediklerini" ve milli takımı "kendi takımlarında bir mevsim boyu oynadıkları özel - lig - Avrupa Kupaları - turneler" dahil 70 maçın üstüne "milli takımın grup ve final maçlarının da eklenmesini kaldıramadıklarını anladıkları için" bıraktıklarını çok iyi bildiği halde!. "Hakan'ın kötü niyetli olduğunu" anlatmaya çalışıyor; "Milli maç öncesi sakat olmadığını göstermek için yarım saat, kırk beş dakika çalıştı!.." Hiçbir oyuncu "kendi kararı ile ve kendi başına" bir milli maç öncesi tribünler tıklım tıklım olmuşken sahaya çıkıp, üstelik "yardımcı" antrenörle beraber çalışmaz, çalışamaz ; bunu da mı bilmiyor acaba sevgili Kanat? Biliyor, biliyor da, "asıl amacını örtmek için" bilmezden geliyor!. Aslında Kanat - Hakan olayında yazacak çok şeyim vardı ama, sevgili Hıncal Uluç ile sevgili Naci Arkan "hafta içinde" öyle "anlamlı" iki yazı yazdılar, eskilerin deyimi ile "efradını câmi, ağyarını mâni" öyle güzel iki cevap verdiler ki; onlara ekleyecek fazla bir şey kalmadı!. Durum ortada; Hakan olayının bu hâle gelmesinin "baş sorumlusu" Milli Takım Teknik Direktörü Ersun Yanal'dır!. Hâlâ "tatmin edici" bir açıklama yapmayarak, "duygusal olduğu çok iyi bilinen" Hakan Şükür'ü, Galatasaray'ın "bu en büyük futbol silâhını" ortada ve onu "kulüpçülük mantığı içinde" didiklemeye devam eden yazar-çizerlerinin elinde bırakmaya devam etmektedir!. Bakınız, aşağıya "bir test" yazacağım ve cevabını da vereceğim: Soru: Ersun Yanal'ın, Hakan Şükür'ü Yunanistan Milli Maçı'nda oynatmamasının sebebi nedir? a) Taktik gereği, b) Teknik Direktörümüzün özellikle "medyadaki sert eleştirilerin önüne geçmek için" nabza göre şerbet vermesi, c) Hakan Şükür'ün 100. defa milli olmasının istenmemesi, d) Hakan Şükür'ün milli maç öncesi 12 arkadaşı ile beraber Cuma namazına gitmesi, e) Teknik Direktörümüzün Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ile "iyi ilişkiler içinde" ve kafasında "Fenerbahçe ile ilgili" gelecek projesinin olması. Cevap: "a" şıkkı hariç; hepsi!.. Kutlarım!.. Çok uzun yıllardan beri kimsenin, hiçbir kuruluşun ve hatta devletin, spor teşkilâtımızın yapamadığı bir "vefa borcu" sorumluluğunu VİSA yerine getirdi!. Olimpiyatlarda madalya alan sporcularımızı, ailelerini, spor camiasının seçkin kişilerini bir araya getirdi ve o güzel, o çok anlamlı törende olimpiyatlarda şeref kürsüsüne çıkanlara "şükran" madalyaları ve diplomaları verildi!. "Aramızdan ayrılanlar" hüzünle ve hasretle anıldı. Zorunlu mazeretim sebebiyle çok istememe rağmen bu "vefa ve şükran" gününe katılamadım. VISA yetkililerini kutluyor ve "bir Türk vatandaşı olarak" teşekkürlerimi sunuyorum!. Tabii, bu organizasyona büyük emek veren Cüneyt Koryürek ağabeyime de... Vefa ve şükran.... Bu kelimeler dünyamızdan hiç ama hiç eksik olmasın!. Hele "bu yıllarda" onlara o kadar ihtiyacımız var ki... Ziya Doğan'a mesaj!.. Hocam... Stop... Türkiye liglerinde çok iyisin ama... Stop... İş Avrupa'ya gelince şaşırıyorsun... Stop... Ne yapsın Trabzonspor?.. Stop... Yoksa "sadece" Avrupa Kupaları için bir başka teknik direktör mü ısmarlasın?.. Stop... Sevgilerle yanaklarından öperim... Stop... Öcal Uluç... Stop...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.