Bir Veli'nin "hasret kaldığımız bir asil ve güzel hareketi" bile, Türkiye Kupası'nın, "adına lâyık olacak kadar önemli olduğunu" gösteriyor. Veli, bu "örnek ve alkışlanacak" hareketi, ligde olsa, şampiyonluğa koşarken ve takımı 0-1 mağlupken, yapılabilir miydi, acaba? Ama, "kupalarda yapıla yapıla" elbette liglerde de yapılacaktır, bir gün!...
Ne yazık ki, "futbolla bu hâle gelen", yani "büyük olan, en büyük olan" kulüplerimizin "büyük" başkanları ve "onların ağızlarına bakan" sözüm ona yöneticileri, yüzleri kızarmadan, vicdanları sızlamadan, yanlarına "basındaki sahibinin sesi olmak için yarışan" kalemşorlarını da alarak, "Türkiye Kupası'nı baltalamak için" ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!..
Gerekçelerini de özetle söylüyorlar; "Kulüplerimizi zarar ettiren bir organizasyon, fuzuli bir masraf!.."
Elin oğulları ligin üstüne, Avrupa Kupaları karşılaşmaları ve milli maçlar ile beraber "Kral Kupasıydı, Lig Kupasıydı, Süt Kupasıydı, o kupasıydı, bu kupasıydı" diye yığınla 90 dakikalar ekler, futbolcularını bir sezonda "70 maç ve üstü oynamaya alıştırırken", bizde "bir tanecik" Türkiye Kupası'nı bile "angarya olarak gösterip" yaptırmamaya uğraşanlar, bilmem ki "nelere ihanet ettiklerini" anlamıyorlar mı?..
Sadece, "yedek beklemekten bıkmış ve futbola küsmüş" oyunculara fırsat kapısı olan bir Kupa'ya bile tahammül edememek, ne anlama geliyor?..
Yıllar yılı sömürdükleri Anadolu futbolunun, kulüplerinin, takımlarının, taraftarlarının "Türkiye Kupası ile yaşadıkları 7-8 maçlık heyecanı, coşkuyu, mutluluğu" ve "kasalarına giren 3-5 kuruşu bile", onlardan esirgemeye kalkan, "bu egoist zihniyetin" Türk futbolunu bugün getirdiği yer, ortadadır!..
"Rabbena, hep bana" diyen bu zihniyetle, büyük kulüpleri teslim alanlardan, kulüplerimizi, futbolumuzu, sporumuzu kurtaramazsak, yarınlarda "bugünleri bile arayacağız!.."
Neyse ki, "Spor Teşkilatı'nın seyretmesine rağmen" bu acı, çirkin ve ayıplı çarkın sonunun geleceğine dair ümidimiz" giderek artıyor; zira "taraftar" bilinçlenmeye başladığını, "bomboş tribünler" ile açık açık ortaya koyuyor ve "Gözlerimiz açıldı; artık bizleri aldatamayacaksınız, koyun yerine koyamayacaksınız. Ya bu sistemi, bu çarkı, bu zihniyeti değiştirecek ya da batacaksınız, biz yokuz artık" sinyalleri gönderiyor!..
Diyor ki; "Ey Devlet, bu zihniyetin adamları sporumuzdan temizlenene kadar, işte gene kapına dayanan kulüplere tek kuruş yardım yapma; yapacağın o yardımın içinde benim vergilerimle verdiğim payım da var, o payı helal etmiyorum ve etmeyeceğim; zira onlar gene bildiklerini okuyacak, çarçur edecekler!.."
Kaç iktidar geldi geçti, hem de "istedikleri kanunu üç günde hazırlayıp, iki günde Meclis'ten geçirmeye muktedir olduklarını gösteren, Anayasamızı bile kaç defa değiştiren" kaç iktidar; "Ne bitmek tükenmek bilmeyen bir Kulüpler Yasası hazırlığı imiş" böyle; "Seneler geçti, seneler geçti, Meclis'e indiren yok çekmecesinden!.."
Küfür imparatorluğu!..
Bir zamanlar "genel kurul üyesi olduğum" Karşıyaka'nın seyircisi, beni oldum olasıya utandırmıştır; "içlerinde iki oğlumun olduğu ve kendi futbolcularını bile sokak sokak kovalayıp, yakaladıklarını dövdüğü günlerden" beri!..
"En sevdiğim" sporların başında gelen ve bir zamanlar "hakemliğini de yaptığım" basketbolu "canlı seyretmek için" spor salonuna gitmekten bile beni nefret ettiren, "o küfürbazlar" korusu bir türlü susturulamadı; neden?..
Zira, "Volkan'ın bir milli maçı terk edip gitmesinde ceza almaması için" ona küfür eden 4-5 kişiyi "yüzlerce kişilik koroya çeviren" ve "Çocuk haklı" diyen, ama "bütün bir salonun milli takımın ve Galatasaray'ın hocasına bütün bir maç boyu ana-avrat küfretmesini", sadece "Hoca'nın feryadını haber yaparak" geçiştiren bir "spor (!) medyamız" var!..
Zira, "küfrün", sadece "İzmir salonlarında değil", ülkenin dört bir yanındaki salonlarda, "bu, mavi boncukçu ve gününü gün eden federasyonun bitmek tükenmek bilmeyen müsamahası yüzünden" korolar kurmasına ve saltanat sürmesine izin veren bir çark dönüyor!..
"Efendim, bırakalım biraz küfür edip, rahatlasınlar, stres atsınlar" diyen, diyebilen "duayen gazetecilerin de olduğu" bir ülkede, Federasyonlar da "eyyamın zirvesine tırmanırsa", futbolun da, basketbolun da "en nefret edilen sporlar" olup, çıkmasından daha normal ne olabilir; iftihar edelim!..
Sevilmiyor artık!..
Saraçoğlu Stadı'nın tribünleri de, futbol takımının havası da, "1 milyon üye" zorlamaları da, Fenerbahçe medyasının giderek barizleşen soğukluğu da gösteriyor ki; "Azizsilin büyüsü" tamamıyla bozuldu; gitti, gider!..
Daha düne kadar Aziz Yıldırım'a lâf söyletmeyen Fenerbahçeli çok arkadaşım, bugünlerde "Neden bu kadar hafif eleştiriler yapıyorsun" diye beni tahrik etmeye çalışıyor; bu tablo için onlara "Galiba, artık onu sevmiyorsunuz" demem, "çok hafif kalıyor"; işin gelip "nefrete kadar dayanmaya başladığını" söylemeliyim!..
Etrafındaki çember, "kişi desteği olarak azalan bir aritmetik dizi grafiği ile" giderek daralıyor; sonra büyük boşluklar var ve daha sonra da "ona sırtını dönen ve giderek büyüyen" çemberler başlıyor; yarın bu çemberler birleşecek ve "görünen son" gelecek; haberi ola!..
İşte Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki "en büyük fark" burada; Galatasaray Ünal Aysal'ı 3.5 yılda gönderdi; Fenerbahçe 17 yıldır Aziz Yıldırım'ı sırtında taşıyor!..
Buz adamlar!..
Demiyorum ki; "Saha kenarında agresif olsunlar, öfke yağdırsınlar ya da Yılmaz Vural Hoca gibi her türlü gösteriyi yapsınlar", ama birazcık "heyecan", birazcık "coşku", birazcık "kızgınlık" mimikleri yapmalılar; "buz adamlıktan" vazgeçmeliler!..
Şota için, Ertuğrul Sağlam içindir, bu sözlerim!..
Futbolcu bakıyor kenara, "buz gibi bir adam"; kendisi de "nasıl" buz kesilmesin?..
Roberto Carlos da onlara özenmişti; "yüzündeki yapmacık gülümseme maskesini çıkaramadan" gitti!.. Buraya (;) koydum; bakalım (.) ne zaman koyacağım?..
Arda!..
Arda, NTV Spor'da Rıdvan Dilmen ve Güntekin Onay ile "son yılların en güzel ve en kaliteli ekran sohbetlerinden birini" yaptı; her üç kardeşimi de kutlarım; yapmacığı, gizlisi saklısı olmayan, sıcak, samimi bir sohbetti.
Dahası, "iki tecrübeli" TV yorumcusunun zaman zaman sordukları "ince" sorulara verdiği "cin gibi" cevaplarla, açığa düşmedi Arda!..
"İspanya'ya giden Arda" ile "Bugünün Ardası" arasındaki fark, çok bariz olarak ortada idi; "O günlerin" Ardası'nı pek sevmezdim, "bugünün" Ardası'nı sevmekten de öteye, gönülden kucakladım!..
Dahası; "Ben FIFA'nın ilk on birinde olabilirim, ama Robben varken orta sahanın birincisi olmak; işte o benim hakkım değil" derken, alnından öpmek için "o stüdyoda olmak isterdim!.."
Zira günlerdir, sevgili Şanşal Büyüka'nın ekranlardan yaptığı "Arda'ya oy verin; FIFA sitesine girip Arda'yı tıklayın, orta sahanın birincisi olsun" anonslarını alkışlayan eşime bile, "Sporun gerçeğinin ve etiğinin Robben'in olmasını gerektirdiğini" anlatamamıştım!..
Eh, sakalını da "biraz düzelttiğine" göre, benim Arda'ya "hiçbir itirazım" kalmadı; "Gün gelip Robben'leri de geçmesi" dileğimle!..