"Taraftar" yorumcular üzerine!..

A -
A +

"Dağdan gelip bağdakini kovanlar" misali, spor sayfalarını "haksız olarak işgal ve istila ettikleri" yetmiyormuş gibi, şimdi de "doğru dürüst gazete okuyucusu olduklarından bile şüphe ettiklerimiz", kalkıp gazetecilere "ne yapacaklarını, ne yazıp yazmayacaklarını" öğretmeye ve göstermeye kalkmıyorlar mı; insan "bunlara" ne diyeceğini şaşırıyor!. Zaten "onlara" bir şeyler söylemenin de "çok şey değiştireceğini" sanmıyorum!. Zira, gazete sahiplerinden, gazete üst yönetimlerinden, spor servisleri müdür ve sorumlularından "yüz buldukça", kendilerine "mesleğe ve mesleği icra edenlere hakaret dahi ettiklerinde" müsamaha gösterildikçe, değil spor sayfalarına ve spor ekranlarına, "başımıza otursalar" şaşmayacağım!. Bir zat-ı muhterem, pardon "Damat-ı Şehriyari" çıkıyor, ülkenin en büyük gazetelerinden birinde, "Galatasaraylı oldukları bilinen gazetecilerin, yazarların Fenerbahçe için yazı yazmamaları gerektiğine dair" fetva veriyor!. Bence, "tecrübeli" bir gazeteci ve yazar olan kayınpederin, damadına yazısı konusunda, "aynen" ilk vaazını veren "genç" papaza, kilisenin "tecrübeli" papazının verdiği derse benzer bir ders vermeli!.. "Kendileri", yorum ve yazılarında "tam bir taraftar gibi davrandıklarından", zannediyorlar ki gazeteciler ve spor yazarları da "kendilerine benziyor!." Evet, ekonomide geçerli olan "kötü para iyi parayı kovar" sözüne benzer şekilde, son yıllarda "sayfa ve ekranlarımızı işgal ve istila eden" kötü örneklere "uyan" bazı gazeteciler, yazar-çizerler ve spor yazarları var ama, sayıları az ve "onlar" istisna!.. Onun için, "tecrübeli" bir gazeteci olan "kayınpeder", damadına anlatmalı ki; "Gazeteci, bir kulübün gazetecisi değildir; öyle olduğu anda gazeteci niteliğini kaybeder, kulüpçü olur, taraftar olur!." "Gazeteci, gazeteci kaldığı sürece", hangi kulübe sempati duyarsa duysun, hangi takımı tutarsa tutsun, "görevi" ve "sorumluluğu" icabı, "her kulüp için, her takım için" yazı yazabilir, yorum yapabilir; "düşünce-basın-iletişim hürriyeti" de gazetecinin "bu hakkını, bu görevini ve bu sorumluluğunu" korur!. "Sen Galatasaraylısın, Fenerbahçe için yazı yazamazsın" ya da "sen Fenerbahçelisin Beşiktaş yazamazsın" düşüncesine saplanan "taraftar" bir çok insan, ne yazık ki, "gördükleri müsamaha yüzünden" spor sayfa ve ekranlarımızı istila ve işgal etmiş "taraftar yorumcuların" haklı olduklarını zannediyor!. İşin asıl acı olan tarafı, bu "taraftar yorumcuların" sayfalarını ve ekranlarını istila ve işgal ettikleri TV'lerin, gazetelerin üst yönetimlerinde bulunan pek çok "tecrübeli" gazetecinin, meslek kuruluşlarımızın, cemiyetlerimizin, basın konseylerimizin yönetimlerinde de bulunuyor olması ve tepki koymak bir yana, "bu çarpık ve hastalıklı düzeni" hatta teşvik bile etmeleri!.. Üç paralık reyting, üç kuruşluk tiraj için atmayacakları takla yok gibi!.. Hadi "üst yöneticiler" böyle... Ya benim anlı-şanlı yazar-çizerlerim, spor yazarlarım, TSYD'min yöneticileri neredeler? Yoksa "bu istila ve işgalcilerin" dokunulmazlıkları mı var ve "topumuz", bunlardan korkuyor muyuz? Sağ olasın sevgili Naci Arkan, sen cesaretle yazdın; kutlarım!.. Hep beraber, ama hep beraber "Sen falan takımı tutuyorsun, benim tuttuğum takımla ve kulüple ilgili yazı yazamazsın" küstahlığını ekranlara ve sayfalara dökenlere "bugün" karşı çıkamazsak, yarınlarda sayfalarımıza ve ekranlarımıza "onların dedikleri ve istedikleri düzen" gelirse, getirilirse, hiç şaşırmamamız gerek!. Bu meslek bizim... Bu mesleğin onurunu, itibarını korumak ve kollamak bizim görevimiz!.. "Gazeteciliğin ne olduğundan habersiz" istilacılara ve işgalcilere "pabuç bırakmamamız" şart!. Yoksa.... Bu "yoksa" yı yazmak istemiyorum!.. Tek taraflı!.. Gazetecilik "artık" tamamen unutuldu!. Cuma sabahı, büyüklü küçüklü 7-8 gazetede "aynı" haberi okudum; Rapaiç'in alamadığı paralar yüzünden FIFA'ya "başvurduğu" haberini!. Bütün gazetelerde "haber" hep "tek taraflı" verilmişti; "kulüp gözlüklü!." Haberlerde, "1 milyon 700 bin dolar" ı telaffuz eden bir istisna dışında, "Rapaiç ne kadarlık bir para için FIFA'ya gitmişti, yoktu... Bu para için ne kadar zaman beklemişti, yoktu... Yöneticiler 'ödeme planı vereceğiz' dediklerine göre, futbolcuya bugüne kadar ödemelerle ilgili bir tarih bile verilmemişti, yoktu... yoktu... yoktu.." Bir Allah'ın kulu da çıkıp Rapaiç ile ya da meneceri ile konuşmamıştı!. Yazmağa kalemim varmıyor ama, mecburum: Kuzum biz "kulüp vak'anüvisliği mi yapıyoruz, yoksa gazetecilik mi?" Kimse kızmasın gücenmesin!. Büyük büyük gazetelerin internet sitelerinde dolaştığımda, "okunan haberlere not verilmesi" isteniyor!. İçlerinde "5-6" verebildiğim o kadar az ki; yüzde 95'i; "1..2..3.." Hadi, genç muhabir kardeşlerime "gazeteciliği öğretmenin" en iyi yolu olan "usta-çırak" ilişkisini kurmak "artık" kimsenin aklına gelmiyor, buna zaman harcayan da pek yok! İyi de, "sayfalardan sorumlu" olan "tecrübeliler", böyle "eksik" haber taslaklarını eksikleri giderilmeden "haber" diye sayfalara nasıl koyuyorlar; anlamam mümkün değil!. Hey gidi Mehmet Ali ağabey (Kışlalı) hey!.. Ben, sevgili Hıncal, rahmetli Ahmet Taner Kışlalı ve rahmetli Oktay Kurtböke ya da sevgili Kurthan Fişek veya sevgili Güneş Tecelli ve de diğer arkadaşlarımız, "böyle eksik kalmış haberleri" senin masana koyabilir miydik? Kazara koysak, başımıza nelerin geldiğini "bilmem ki" hâlâ hatırlar mısın? Bunca yıldır hep düşünmüşümdür; "Bize öğrettiklerin için", bir "bilmem ki" daha; sana olan manevi borcumuzu nasıl ödeyeceğiz? Eksik belli!.. Fatih Terim arayış içinde... Öyle yapıyor, olmuyor... Böyle yapıyor, tutmuyor... Şöyle yapıyor, kendi de beğenmiyor!.. Madde bir; "eskileri toplarken" yanlış seçim yaptı! Bence Hakan Ünsal'a dönüp bakmayacak, Victoria'yı tutacak ve "başka bir" Hakan'ı alacaktı; Hakan Şükür'ü!. "Böylece" Christian da alınmayacaktı!. Terim'in Hakan Şükür'ü almak için hala bir şansı var; FIFA ve Türk Futbol Federasyonu'nun verdiği "transfer izni", Galatasaray'a "beklenen ve aranan" santrforunu getirebilir, bu arada da Terim'in "komplekslerini yenebilen adam" portresini güçlendirir!. Madde iki: Terim'in ve Galatasaray'ın asıl eksiği "Hagi'nin yerini dolduracak" bir "saha içi otorite" bulamamasıdır!. "Futbolcu" olarak "bir Hagi bulmak" çok zordur ve Galatasaraylılar'ın "bu özlemden, bu arayıştan vazgeçmeleri" gerekir!. Ama, Galatasaray "saha içi yönetimi" bakımından bir Hagi bulmak zorundadır!. Hagi, "saha içinde" Terim'in de, Lucescu'nun da en büyük yardımcısı, hatta çoğu zaman "onların kendisi" idi!.. Saha içi teknik direktörüydü, antrenörüydü, terapistiydi ve... ve, "saha içinde fiili kaptanıydı!." Bülent "kaptan" ama, Bülent'le "Galatasaray yıllardır kaptansız sahaya çıkıyor!." Barcelona maçında "saha içinde" Hagi olsaydı, Galatasaray belki "gene yenilirdi" ama, "futbol takımı" olarak "öylesine" aciz bir duruma düşer miydi? Bakın sözü nereye getirmek istiyorum: Galatasaray, elbette "yukarıda yazdığım Hagi niteliğinde" bir "saha içi organizatörünü" de çok zor bulur!. Kim bilir, belki de, "olgunlaşmış" ve "hatalarının kendisini getirdiği" son derece acıklı noktadan "dersler almış" bir Hakan Şükür, "Galatasaray'ın saha içi organizasyonunda" da görev alabilir!. Fatih Terim, "bu konuyu düşünmeli!." Kızmaca yok!. Dünyanın her yerinde, ama her yerinde, Almanya'sında da, İtalya'sında da, İspanya'sında da, İngiltere'sinde de, kulüpler ve teknik adamlar "Yusuf antrenmandan kovuldu" gibi haberlerin TV ekranlarına kadar taşınmaması için tedbir alırlar!. Elbette Lorant, "saha kenarında TV kameralarının bulunduğunu bile bile", Yusuf gibi "genç ve yetenekli" bir futbolcuyu "antrenmandan kovarak" büyük bir "hocalık yanlışı" yapmıştır!. Evet, "kovarak" diyorum; zira TV görüntüleri olayın "tam bir kovma" olduğunu gösteriyor!. Görüntülerden, "olayın", normal bir ceza verme yani futbolcuyu "soyunma odasına gönderme" dozunu çok aştığını tespit edebiliyoruz!. Ve "gene" söylemeliyim ki, "böyle bir olayın görüntüleri dünyanın neresinde olursa olsun" haberdir ve TV ekranlarına getirilir!. Hatta "yorumlar ve tartışmalar" yapılır; "Hocalık üzerine!.." İşte, meselenin "kırılma noktası" buradadır!. Basın görevini yapacak ve "haberse", tabii "doğru olmak" kaydı ile, bulduğunu ekrana, sayfaya getirecektir!. Ama, kulüpler de, kulüp iseler, "her idmanda olabilecek bu tür olayların" birkaç saat sonra TV ekranlarına taşınmaması için "gereken tedbiri alacaklardır!. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda "bu durumla ilgili" formüller bulmuş ve uygulamaya koymuşlardır!. Biz ise, hâlâ "kuru ile yaşı ayıramıyoruz!." "Başkanları eleştirenler için" olmadık yasaklar uyguluyoruz ama, "aile içinde kalması gereken olayların" kamuoyuna taşınmasında "filitre olabilecek" sistemleri işletemiyoruz!. Sonra da çıkıp "Bunlar büyük kulüp" diyoruz!. Hadi canım siz de!.. Önemli bir adım!.. Galatasaray, "basketbol şubesini özerk hale getirmek için" ilk hamleyi yaptı! Yalçın Granit ve arkadaşları, "büyük ve mutlu yarınlar için" yola çıktılar!.. Birkaç yıl içinde, Galatasaray "Avrupa başarılarına basketbolü de eklerse" hiç şaşmam!. Granit ve arkadaşlarının ömrü basketbolün içinde geçti!. Yanlış hatırlamıyorsam çok yıllar önce de "böyle bir adım atılmış" ama "teşebbüs yarım kalmıştı!." Bu defa Galatasaray'ın başında "bu işi başarmak için" her şeyi göze almış bir başkan var; "Ya yapacağım, ya yapacağım" diyor da başka bir şey demiyor!. Galatasaray gibi "bu ülkeye basketbolü ve voleybolu getirmiş" bir camiayı "tümüyle karşısına almak pahasına", çok kesin bir tavırla ortaya çıktı; "ya kendileri ayaklarının üzerinde durmayı başarırlar ya da kapatırım, olur biter" dedi!. İş, başkanın "istediği noktaya gelinerek" bağlandı "şubeler kapanmadı" ve "ayaklarının üzerinde durabilecekleri" bir formül için uygulamaya geçildi!. Şimdi görev Granit'te ve arkadaşlarında!.. Başarmak zorundalar! Sadece Galatasaray için değil, Türk basketbolü, Türk voleybolu için, "öteki" kulüplere örnek olmak için başarmak zorundalar!. Kolay gelsin!.. Yazıklar olsun!.. Bakınız, çok uzun yıllar spor yazarlığı yapan bir gazeteci olarak yaşadıklarımdan arta kalan tecrübemle diyorum ki; "seçildikleri koltukları dolduramayınca" ve "bu koltukların kendilerine verdiği sorumluluğu kaldıramayınca", hemen hemen hepsinin başvurduğu "bir şey" vardır; "o koltukları kendilerinin tapulu malı zannetmek" ve Türkiye gibi "demokratik bir hukuk devletinde" zorba bir yönetim zihniyetinden medet ummak!.. Hafta içinde "Kaya Çilingiroğlu'nun, Beşiktaş Başkanı için yazdığı" yazıyı okudum ve çok üzüldüm!. (Kulakların çınlasın Damat-ı Şehriyari, bak Beşiktaş için yazıyorum!.) Serdar Bilgili'nin "Beşiktaş üyesi de olan" bazı futbol yorumcuları ve spor yazarları için aldığı "kulübe giremezler" şeklindeki prensip kararı, tüyler ürperticidir!. Türkiye gibi bir hukuk devletinde, sadece Serdar Bilgili değil, hiç ama hiç kimse "böyle bir karar alamaz ve uygulayamaz!." Eğer "haklarında yasak kararı alınan" kişiler bir suç işlemişlerse, "suçun nev'ine göre", Serdar Bilgili şunları yapabilirdi: ...Mahkemeye verebilirdi. ...Kulüp Disiplin Kurulu'na şikayet edebilirdi. ...Basın Konseyi'ne baş vurabilirdi. "Hayır ben onların ipini kendim çekerim" diyorsa, bu "koca" Beşiktaş Kulübü'ne hakarettir, Türkiye'de geçerli "hukuk sistemini" ve "basın hürriyetini" ve de Beşiktaş'ın anayasası olan "kulüp tüzüğünü" hiçe saymak demektir!. Bilmem ki, Beşiktaş gibi bir camiada "bunları" bay Serdar Bilgili'ye anlatacak kimse yok mu? Yoksa yazık, var da, susuyorlarsa ve seyrediyorlarsa, çok daha yazık!.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.