Atina Olimpiyatı'ndan sonra, spordan sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı M.Ali Şahin'in ve Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ın açıklamaları, "alınan 10 madalyanın arkasına saklanmayarak", Türk sporundaki başarısızlığı dile getirmeleri, "onlara bağlanan ümitleri" yeşertecek nitelikte!.. "Keşke" diyorum, içimden ve sonra da "içimden geleni" yazıya döküyorum: "Keşke, bu durumu olimpiyattan çok önce sezebilseler, görebilseler, anlayabilseler, Atina'dan çok daha şen ve şakrak dönebilirdik!" Ne var ki, bu da "önemli bir adım!.." "Önümüze bakacağımızı, radikal ve hızlı tedbirler alacağımızı", Türk sporunun "başarısız, heyecanını kaybetmiş" başkan ve kadrolardan kurtarılacağını müjdeliyor! "Bir ikisi hariç", Türk güreşçilerini, hele hele serbestçileri TV ekranından seyrederken "utandım!" "Ata sporunu, verilen bunca imkâna rağmen" bu hâle düşürenler utanmıyor mu? "Onların", Türkiye'ye adımlarını atar atmaz "bu işi başaramadık, yapamadık, yerimize yapacak olanlar gelsin" diyerek "gereğini yapmaları" gerekmiyor muydu? İskilip'ten telefonlar, fakslar, e-mailler aldım!.. Ercan Yıldız'ın, Bayram Özdemir'e tercih edilmesinin getireceği hüsranı olimpiyattan çok önce "üst düzey yetkililere bildirmişler!" Sonuç; Ercan Yıldız "bile bile lâdes" denilerek, götürüldü ve tam bir fiyasko!.. "Neden" diye birkaç telefon görüşmesi yaptım; tüylerim diken diken!.. "Bazı" antrenörler "ödül için" nerede ise bütün "ödüllü şampiyonaları aralarında paylaşıyorlarmış!.." "O şampiyonaya seninki, bu şampiyonaya benimki, ötekine öbürününki..." Anlamaya başladım ki; "Ercan'ın, Bayram'a tercih edilmesi de belki bu sebepten!.." Olacak şey mi? Ama "bana anlatıldığına göre"; oluyor!.. Güreş Federasyonu ne yapıyor? Seyrediyor!.. Sonra da, "itmekten, kakmaktan başka bir şey yapmayan" bir yığın insan, "güreşçi" diye minderde!.. "Yeniksin, gidiyorsun, eleniyorsun"; hiç olmazsa "biraz risk al"; bir şeyler yapmaya çalış; ne gezer!.. İtmekten, kakmaktan, oyunu belden yukarıda bağlamaktan başka yaptıkları bir şey yok! Çoğu "salto bağlamayı bile" bilmiyor!.. Yazıklar olsun!.. Ya atletizm? Açın, "Olimpiyat öncesi", başkan Mehmet Yurdadön'ün TV ekranlarına, gazete manşetlerine akseden açıklamalarını; şimdiki tablo ile karşılaştırın; "Meşhedi'yi bile şaşkına çevirecek" palavraların nasıl havalarda uçuşmuş olduğunu göreceksiniz!.. Hiç sıkılmadan hâlâ TV ekranına çıkıp, "bu defa" da "gelecek yıllardaki şampiyonalarda, olimpiyatlarda neler yapacaklarını" anlatıyor! "Dünyanın en iyileri olan" atletleri ne hâle getirdiği, antrenörlerini nasıl birbirine düşman ettiği, "diğerlerine nasıl dönüp bakmadığı", atletizmden anlayan, yazan, çizen, konuşan 4-5 gazeteciyle nasıl "kan davalı hâline geldiği", Eşref'in hocası "Bu çocuğa ben artık yetemiyorum, buna yetecek bir hoca bulun" diye feryat ederken, nasıl kılını bile kıpırdatmadığı ortada iken, hâlâ "nasıl o koltukta oturma plânları yapıyor"; hayret!.. Boks, "bir harika çocuğun getirdiği" madalyanın arkasına saklanamaz! Basketbol, tam bir fiyasko!.. Bir halteri çıkın, geriye ne kalıyor; fıssss!.. M.Ali Şahin - Mehmet Atalay ikilisinin işi zor ama, "hemen kolları sıvar" ve "bu başarısız kadroları bir an önce gönderip", yerlerine "heyecan dolu, işinin ehli ve eri başkan ve kadrolar getirirlerse", büyük problemin yüzde 51'ini bugünden çözmüş olurlar; geriye kalan yüzde 49 da "yeni gelenlerin" gayreti ile yarınlarda çözülebilir!. "Yapacağız... Edeceğiz... Biz... Biz... Biz..." Bu palavralara artık kulaklar tıkanmalı ve palavracılara denmeli ki: "Bugüne kadar ne yaptınız ki, bundan sonra ne yapacaksınız?" "Başımıza Atina'da düşen taş", bizi uyandırmalı ve "gereken" hemen yapılmalı!.. Gerisi lâf-ı güzaf!..