Lazio-İnter maçını TV başında seyrederken, nerede ise saç baş yolacaktım!.. Maçı anlatan spiker, "kendi ülkesinin takımı, bir yabancı takım ile oynarken" elbette "taraf tutacaktır"; ama bu "taraf tutuşun da bir sınırı vardır" ve olmalıdır!.. Spiker, hakemin her kararını, "kendi takımının aleyhine ise 'yanlış!, lehine ise 'doğru' olarak yorumlayacak ve bar bar bağırarak anlatacak kadar" amigolaşacak mıdır, yoksa "yanlış ve doğru çalınan düdükler", futbolun "kara kaplı kural kitabında yazılanlarla karşılaştırılarak" yapılacak yorumlar mı, TV seyircisine aktarılacaktır? "Kendi ülkemin takımını, ne olursa olsun savunur, hakemi de, rakip takımı da yerden yere vururum" düşüncesiyle yapılan "abuk-subuk" yorumlar ve konuşmalar "spikerlik midir", yoksa "ekranda her şeyi gören" TV başındakileri "aptal yerine koyuş" ve "kendini aldatış mıdır?" Gerçekten "önemi ile dengeli bir mücadelenin ve temponun olduğu" Lazio-Beşiktaş maçının canına okudu, "anlatan" arkadaş... Sonunda "aklımız nihayet başımıza geldi" maçın 80'inci dakikasında "sesi tamamen kıstık" ve "oh" diyerek, "karşılaşmayı, karşılaşma gibi" seyrettik!.. Durun... Daha iş bitmedi... Ertesi sabah, yani "dün sabah" gazetelerin spor sayfalarına göz gezdirdim; "aynı ölçüde olmasa" da, "aynı havada" yazılar, yorumlar çoğunlukta!.. "İlhan o golü atsa imiş, iş Roma'da bitecekmiş!.. Lucescu'nun harika taktiği tutacakmış... Beşiktaş çok güzel oynamış... mış... mış... mış..." Madde bir; Lucescu'nun "Real Madrid'den de güçlü" dediği Lazio "iyi gününde" değildi, "önemli" eksikleri vardı!... Madde iki; "Konya maçının uyur gezer takımı" Beşiktaş, Lazio ile "Lazio'nun beraberlik golüne kadar" başa baş oynayacak kadar futbola dönmüştü... Madde üç; karşılaşma tam Lucescu'nun klâsik "av" taktiğine uygun bir gelişim gösterdi. Lazio, ilk yarıda "gol pozisyonu ve gol üretemezken", Beşiktaş, rakibinin risk alarak "üç forvetle" ve defansı düşünmeden, arkasında açıklar vermesini sağlayacak bir futbola dönmesini sağlayacak skor avantajını elde etti, ama Lucescu "bundan yararlanamayacak" kadar korkaktı!.. Takımına "ikinci golü getirecek" adamları yedek kulübesinde oturtmaya devam etti!.. Lazio'nun "yardımcı hocası" üst üste ve "risk alarak" üç değişikliği yapıp, Beşiktaş'ı "tempo olarak ezecek" üstünlüğü sağlarken, Lucescu "kafasındaki plânChelsea gününü görecek ı ve takımı nerede ise maçın sonuna kadar bozmamakta" direndi; "yorulan" Beşiktaş'ın da direncini kırdı!.. Dua edelim, Lazio'nun "beceriksiz" gol ayaklarına ve direklere... Bir de "hatalı yediği gole rağmen" nefis kurtarışlar yapan Cordoba'ya!.. Madde dört; Bütün yorumlarda "Ah... İlhan" diyoruz ve haklıyız, amma... Ya Laziolular ne demeli? "Ah... İnzaghi... Ah... Corradi... Ah... Muzzi... Ah... Direkler..." derken, bilmem ki ikinci yarıda "kaç gol kaçırdılar?" Bu golleri atsalardı; "ortada hangi harika taktik" kalacaktı? "Lehimize haklı penaltıyı tereddütsüz çalan" hakem, Beşiktaş cezaalanı içindeki "yaka paçaları görmezlikten gelirken ve zaman çalmalara büyük bir sabırla göz yumarken iyi idi" de, neden "birkaç beğenmediğimiz faul yorumunda" hemencecik, "Lazio'lu futbolcuların ve seyircilerin baskısı ve etkisi altında kalıp, düdüklerini öyle çaldı" damgasını yiyiverdi? "Bu kafamızı değiştirmediğimiz", üstüne de sevgili Naci Arkan'ın "dünkü enfes yazısında ortaya koyduğu" çarpık ve çirkin tabloyu düzeltemediğimiz sürece, "Avrupalı'nın bizi neden anlamadığını, anladığında da neden hep yanlış anladığını" anlamış olacağız!.. Eurovizyon Şarkı Yarışması'nda "puanlamada" başa baş gittiğimiz Belçika'nın jürisinin "Bize birincilik ve 12 puan vermesindeki sırrı" keşfedemediğimiz ve "hakemin her düdüğünde, rakibin her hareketinde kasıt aradığımız" ve bu paranoyadan kurtulamadığımız sürece, TV'lerimiz de, gazetelerimiz de, teknik adamlarımız da, hakemlerimiz de, futbolcularımız da, futbolumuz da, federasyonumuz da, ülkemiz de "sarı ve kırmızı kart görmeye devam edecek!.." Zannediyoruz ki; "Herkes bize düşman!.." "Doğru değil" ya, diyelim ki "doğru"; o zaman oturup düşünmemiz gerekmiyor mu: "Neden düşman?"