Bana soruyorlar; "Milli Takım'ın 15 günde bambaşka bir takım olmasının sebebi nedir?.."
5 kelimeyle cevap veriyorum; "Teknik adam ile Hoca farkı!.."
Abdullah Avcı da, tıpkı Ersun Yanal gibi, hem de "bilgisayarlı" teknik adam idi; Fatih Terim ise "Hoca"; tıpkı, Mustafa Denizli gibi, Şenol Güneş gibi!..
Yani?..
Teknik adam, "teknik adamdır!.."
Hoca ise, "teknik adam +!.."
Yani; "teknik adam + pedagog + psikolog + rehber... vs."
Galatasaray yönetimi yıllar yılı, "kendi ocağından yetişmiş" ve başarılı bir teknik adam olmuş Abullah Avcı'ya hem de defalarca "Gel bu ünü Avrupa'yı tutmuş hocamızın yanında yardımcı olarak başla, o gidince bayrağı alır sen devam edersin" demiş, mesela Fatih Hoca'nın Piontek'le, Denizli Hoca'nın Derwall ile "beraberliklerinin", iki büyük Türk Hoca'nın, "teknik adamlıktan Hocalığa geçişlerinde sağladığı katkıyı" bir türlü anlamamış olan Abdullah Avcı, her defasında bu önerileri "Ben kimsenin yanında çalışmam" diyerek reddetmişti!..
Reddetmese, inanıyorum ki, bugün "Brezilya vizesi almış" bir Türk Milli Takımı'nın "hocası olarak" baş tacı edilecekti!..
Önce Harun Erdenay konuştu!..
Sonra sıraya Bogdan Tanjeviç ve Hidayet Türkoğlu girdi!..
Nihayet Turgay Demirel!..
"Turgay Demirel hariç", Avrupa Şampiyonası grup maçlarındaki "perişanlığın sorumluluğunu" Harun da, Tanjeviç de, Hidayet de "kendileri dahil, ama Demirel hariç" paylaştılar ve de "bütün takıma paylaştırdılar!.."
Finlandiya yenilgisinden beri "Erkekliğin onda dokuzu kaçmak, onda biri ise ortada hiç görünmemektir" sözüne uygun olarak, düne kadar "sütre gerisinde saklanıp", fırtınanın dinmesini bekleyen Turgay Demirel de, "kendisini ve federasyonunu sütre gerisinde bırakan" bir açıklama ile, "has adamlarının açıklamalarına uyuverdi!.."
Ve elbette, basındaki kalemşorları ve de TV dilbazları da, "Demirel'e hiç sorumluluk yüklemeyen" yorumları ve yazıları ile bu "Ne olursa olsun Turgay korunmalı" stratejisine uydular!..
"Bu kumpanya için" belliydi ki, "Türk Milli Basketbol Takımı'nın başarısından önce Turgay Demirel'in korunup, kollanması ve koltuğunda oturması" geliyordu!..
Öyleyse, "bu rezaletin baş sorumlusunun ve de mimarının Turgay Demirel olduğu, o ve has adamları gitmeden basketbolumuzda pek bir şey değişmeyeceği gerçeği" kamuoyunun gözlerinden kaçırılmalıydı ve "öyle" de yapıldı!..
"Sadece Tanjeviç'i feda eden" bir zihniyet iş başında kaldığı sürece, "Tanjeviç'in yerine kim gelirse gelsin", Türk Basketbolunu başarıya götürecek kilidi açamaz!..
"Kurtuluş", meşhur "3 mektup anekdotunda olduğu gibi", baştaki adamın "3'üncü mektubu açması" ve "o mektubun gereğini" yapmasındadır!..
Yani; "Sen de üç mektup yaz ve koltuğunu yeni gelecek adama bırak!.."
Ama "pişkinlik o mertebeye yükselmiş" ki, "yüz kızarma ve bedel ödeme" denilen şeyler çoktan unutulmuş!..
Ama birinin, mesela "Spor teşkilatımızın başında oturanlardan birinin", ona "unuttuğu şeyi hatırlatması gerekmez mi?.."
Bunca desteğe, bunca imkâna ve fırsata rağmen, "başarısızlığı dibe vurmuş" bir Federasyon Başkanı'nın, o koltukta oturmaya devam etmesinin "sportif anlamda geçerli olacak" bir sebebi var mıdır?..
Sansür neyi önleyecek?..
Kasımpaşa Stadı'nda Türkiyeİsveç U21 Milli Maçı'nın, "rüzgar ile" Taksim'den, stadın üstüne kadar gelen "biber gazı" etkisiyle uzun süre oynanamaması skandalı, tam da "Federasyonumuzun 2020 Avrupa Şampiyonası yarı final ve finallerinin Türkiye'de oynanması için UEFA'ya müracaat formunu imzaladığı gün" başımıza geldi!..
U21 Milli Takımımızın Hocası Abdullah Ercan'ın berabere biten maçtan sonra "Gaz hızımızı kesti, yoksa kazanırdık" sözlerinin Federasyon'un resmi sitesinde sansüre uğraması, bakalım "UEFA'nın finallerin hangi ülkede yapılacağını belli edecek karar toplantısında" oy kullanacak delegelerin "bu skandalı duymamalarını" sağlayabilecek mi?..
İsveçliler, UEFA temsilcileri, hakemler "olanları" saklayacaklar mı?..
Sorunları, "gerçeklerin üzerine cesaretle ve şeffaf olarak gitmek" yerine, "saklamak" ile çözebileceğimize inanmanın, nelere mal olduğunu "Olimpiyat oylamasında" görmedik mi?..
Neden hâlâ "ders almıyoruz" acaba?..
Güven?..
Galatasaray Başkanı Ünal Aysal haklı olarak dert yanıyor; "Başarılı olan hocalarımıza federasyonlar göz dikeceklerine bıraksınlar o işleri de biz yapalım, daha ucuza gelir!.."
Zira, futbolda "Fatih Hoca'dan sonra", sırada basketbolda da "Ergin Ataman Hoca'ya geliyor" galiba!..
"Buraya kadar" tamam da, Hocalar milli göreve gider ve sonrasında Milli takımları seçerlerse (Zira Aysal "büyük bir risk alarak" ikili çalışmaya 'Kesinlikle hayır' diyor.)
"Aysal adına riskin ne olduğunu ortaya koyan" bir soru sorulmayacak mı; "Neden milli takımları seçiyorlar?.." Yoksa, Ünal Aysal'a, "Yıldırım Demirören ve de Turgay Demirel kadar bile" mi güvenmiyorlar?..
Yapma be Başkan!..
Fikret Orman'da da "Herhalde Beşiktaş'ın Aslantepe Stadı'nda oynatılmamasının bilinçaltı tepkisi olarak bir Galatasaray takıntısı başladı"; ikide birde, yeri de, zamanı da değilken, "Galatasaray'ı iğnelemeye bayıldığı" hissine veren lâflar ediyor; basına da bol bal malzeme hazırlıyor!..
Son olarak deyivermiş ki; "En kötü günümüzde bile bir bağış kampanyası yapmadık, bazı rakiplerimizin yaptığı gibi..."
Ne o; "Bağış kampanyaları kötü bir şey mi?.."
"Zor durumda kalan insanlara, kuruluşlara bağış yapmak kadar" güzel bir şey var mı?..
Diyelim ki; "Bağış kampanyaları yapmak, gerçekten kötü bir şey ve yapılmamalı!.."
İyi de, "o zaman" ortaya başka bir gerçek çıkıyor:
Sevgili Başkanımız, ya "Beşiktaş tarihini bilmiyor" ya da "bile bile unutkanlık taslıyor!.."
Ülkede "3 Büyükler arasında spor tarihimizin en anlamlı, en kapsamlı, herkese örnek ve büyük bağış kampanyasını" hangi kulüp yaptı acaba?..
"Sen de bir kibrit çak" sloganlı kampanyayı, gerçi bulan ve programlayan bir Galatasaraylı idi ama, "hangi kulüp için yapıldı?.."
Fikret Başkan'ın, şu "çok konuşma hastalığı olmasa", sadece Beşiktaş'a değil, "başkan olarak" Avrupa'nın en büyük kulüplerine bile yakıştırırım ama, bir türlü "ishâl i kelâmdan kurtulamıyor!.."