Türkiye Futbol Direktörü" unvanı ve de "Reform" sözü ne anlama geliyor; dahası, bu iki "şifreli" ifadeye, bir de "5+2 yıllık sözleşme" eklenirse?..
Benim anladığım, bir tarafta "2016 Avrupa Şampiyonası ve 2018 Dünya Kupası" hedefi, artı öte tarafta "Türk Futbolu'nun idari ve teknik dönüşümü"; yani, Milli Takımlar yönetiminin kurumsallaştırılması ve de futbolumuzu bir ekole ulaştıracak idari ve teknik yapının hazırlanması ve hayata geçirilmesi!..
Böylesine iddialı, zor ve de geniş çerçeveli bir programı Terim gerçekleştirebilir mi; bu federasyon ve yapısı, böyle bir atılımı sırtında taşıyabilir mi, ülke içindeki "bazı merkezler" buna izin verir mi; zira "bu işin olması için, arı kovanına mutlaka çomak sokulması" gerekmeyecek mi?..
"Böylesine heybetli bir organizasyon" düşünülmese ve hedeflenmese, "bunun yarısı, hatta dörtte biri ile iktifa edilmesi" bile plânlansa, Terim'in "kendini çok iyi yetiştirmiş" spor ve futbol adamlarından kurulu bir ekibe ihtiyacı vardır.
"İçeride ve dışarıda nelerin olup bittiğini yakından takip eden, plân, program yapımından ve uygulamadan anlayan, futbolumuzun pedagojik, sosyolojik, idari, sportif , ekonomik problemlerini masaya yatırabilecek, çözüm üretebilecek ve bunları hayata geçirebilecek" bir ekip!..
Ve elbette "Galatasaray'dan bir, Fenerbahçe'den bir, Beşiktaş'tan bir, Trabzonspor'dan bir ve diğerlerinin tamamından da iki yardımcı" gibi "popülist" bir yaklaşımla değil, "bilginin, tecrübenin, becerinin, aklın, mantığın tartılacağı" bir yaklaşımla kurulacak bir ekip!..
Dahası ve önemlisi, "İmparator'a bile" zemininde ve zamanında, "hatası, yanlışı, eksiği" görüldüğünde, "Hayır" diyebilen, "yanlışı, hatayı söyleyen, yapılması gerekeni ortaya koyan" kişilerden kurulacak bir ekip!..
Hocama bir de önerim var; "lisan bilen, Türkçe'yi iyi bilen, senin açıklamalarını gazetecilere eksiksiz nakledebilecek" bir basın sözcüsü al ekibine; günlük olaylarda "kameraların, mikrofonların karşısına o çıksın", sen sadece "önemli günlerde ve konularda" konuş, "az konuş, öz konuş"; aksi hâlde çabuk yıpranırsın; zaten fırsat bekleyenler var!..
"Türkiye Futbol Direktörü Terim" süreci daha yeni başladı, aylarca, yıllarca yazıp konuşacağız; Hocamıza Allah kolaylık versin; başarılar dilerim!..
Yapılan ayıp, hem de çok ayıp!..
"Üç satırı art arda yazamayan, yazıları spor yazarları tarafından düzeltilen ya da yazılan", dahası TV ekranlarında "Türkçe'yi, Mürkçe gibi konuşan" bazı eski futbolcu, eski hakem, eski teknik adamların, "bu hâlleri ile ceplerine koydukları onca parayı hatırlamadan" ya da tam tersine "yazdıkları ve de konuştukları için tek kuruş almayan, alamayan, sadece spor sayfalarında imzalarının, TV'lerde yüzlerinin görünmesiyle yetindiklerini" unutarak, durmadan "Fatih Terim'e verilen para ile uğraşmaları", tam bir "kıskançlık ve düşmanlık" histerisinden, dahası "abartılması" da "reyting sendromundan" başka bir şey değildir; "çirkinliğinin ötesinde" üzerinde bile durulmaya değmez!..
Bir baksınlar bakalım, "Terim eşdeğeri" hocalar, "Futbol Direktörlüğü" gibi, "milli takımı çalıştırmaktan çok daha öte sorumluluk taşıyan" bir görevden söz etmiyorum; "sadece A milli takımını çalıştırmanın karşılığı" olarak ne kadar para alıyorlar?..
Sallabol ve Frankenstein!..
Banvit ve Siena maçları gösterdi ki, Galatasaray, bıraktım Basketbolu, Sallabolu bile oynayamıyor, artık!..
Euroleague'de Siena gibi "ahı gitmiş vahı kalmış", neredeyse "mahalle takımı" hüviyetine inmiş bir rakip önünde, hem de İstanbul'da oynanan oyuna, değil "Basketbol", hatta "Sallabol" bile demek mümkün değil; Banvit maçı da hemen hemen öyleydi!..
Ve de Galatasaray Koçu Ergin Ataman'ın "bu feci tablo ile ilgili" bulduğu çözüme bakın siz; "Mola alıp hiç konuşmamak", "sahaya sürdüğü ilk beşi aynı anda kenara alıp, yerine başka bir beş sokmak", sonra da gazetecilere, TV'cilere "oyuncuları hakkında ağzına geleni" söylemek!..
Basketbol oynatmak bir yana, açıkça görülmektedir ki, "Sallabol'u bile disiplin altına alamayan" bir Koç ile karşı karşıyayız; kendi yaptı, kendi buldu ve sonunda, "Sallabol'u sorumsuz hâle getiren" sallayıcılarına, "sallamayı aklına bile getirmeyen savunmacılar" da eklenince, her şey çığrından çıktı.
Gelinen noktaya bakınız; "Sallabolbaşı" Aroyo bile Avrupa Ligi maçında "sıfır çekti!.."
Tam Mary Shelley'in romanındaki "Frankenstein canavarına can veren Doktor Freinkenstein" örneği ile karşı karşıyayız.
"Doktor" can verdiği canavarı öldürmüyor, kaçıyor, tam tersine sinema tarihine 1930'larda Boris Karloff'un unutulmaz tiplemesiyle geçen "Canavar", intikam almak için babasını arıyor!..
Temennim, Galatasaray'daki "sallabol" macerası, Mary Shelley'in romanındaki gibi bitmez ve inşallah "Canavar, kimseyi öldürmeden" ölür!..
El ele, gidiyorlar nereye?..
Borç boğaza dayanmış; Mancini "Ocak transferinde" milyonlarca euroya mal olacak yeni transferler istiyor; elindeki mesela "Bruma gibi" bir "elmas" varken, "onu yontup, pırlantaya çevireceğine", işin kolayına kaçıp, "Bana Avrupa'dan pırlanta ithal edin" diyor!..
İşte "Mancini / Terim farkı!.."
Biri, "memur gibi", Florya'ya "antrenman başlama saatinde geliyor, antrenman bitiminde gidiyor", ötekinin "bütün hayatı Florya'da geçiyor!.."
"Memur zihniyetli" Avrupalı Hoca yüzünden, takımda "ne arkadaşlık, ne sevgi, ne saygı kalıyor"; Türk oyuncular eziliyor, Drogba "haddini aştıkça aşıyor" ve Florya kaynayan kazana dönüyor!..
Ve "borç gırtlakta iken", bu defa "Florya'yı canlı tutacak" bir başka "profesyonel" aranıyor; zira görülüyor ki, CEO'nun oraya haftada bir - iki gün gitmesi de işi halletmiyor!..
Mancini'nin umurunda mı, "Galatasaray'ın mâli durumu"; istiyor da istiyor; Ünal Aysal'ın eli kolu bağlı, ne yapacak; "Peki" demekten başka çaresi var mı?..
Gündemde "bunlar" varken, bir de gazetelerde bir haber okumam mı; "Galatasaray, Arena Stadı'nı satın alacak!.."
Ben bu haberin" tekzip edildiğini" duymadım, okumadım; demek ki, "böyle" bir projesi var, Aysal'ın!..
"Onca borç ortada iken", bilmem ki, insanın aklına şu söz gelmez mi; "Aç tavuk kendini buğday ambarında görür!.."
Cinayet!..
Oynatın, daha oynatın; vurun "ağrı kesici iğneyi" oynatın; "ağrı kesilince", ağrıyan o yer, "sanki sağlammış" gibi hareketler yapan sporcunun, o yere vereceği zarar, hatta o zarar "sporcunun sporculuk hayatına bile mal olacaksa dahi", kimin umurunda; teknik adamın mı, yöneticinin mi, hatta "Hipokrat yemini etmiş" doktorun mu; "vurun iğneyi, çıksın oynasın!.."
Ben," Türkiye'de yaşayan" bir insan olarak, "bu sportif cinayete, hocaların, yöneticilerin, hatta doktorların da ortaklık etmesine çok şaşmıyorum" da, asıl şaştığım "sporcularımızın, futbolcularımızın, basketbolcularımızın" itiraz etmemelerine, "Gelin benim spor hayatımı bitirin" iznini vermelerine!..
Bakın, Avrupa'dan, hatta Afrika'dan, Güney Amerika'dan gelen "elin oğulları" bu izni "kolay kolay" veriyorlar mı?..
Uyanın artık, benim "koca koca" çocuklarım; "bu iğne ile oynama cinayetine son verin!.."