Terim nerede, Lucescu nerede?

A -
A +

Cuma günkü gazetelerde "istatistik" olarak Terim ile Lucescu'yu mukayese eden haberler, tablolar vardı ve "Terim mi, Lucescu mu" sorusuna cevap aranır gibiydi!. Okurken güldüm, gülerken acıdım!.. Güldüğüm "Terim-Lucescu mukayesesinin, Şampiyonlar Ligi istatistiklerinden de öteye götürülmek" istenmesiydi; konunun, "temelde" bir mukayeseye doğru kaydırılmaya çalışılmasıydı!. Acıdığım ise, "tahmin ettiğim, yok yok çok iyi bildiğim" sebeplerle "Terim'i, Lucescu'nun yanına indirmeye çalışan" zihniyetin, "kulüpçü spor medyamızın" vazgeçilmez unsurlarından biri olmasınaydı!. Terim kiiim, Lucescu kim? Biri "uzun vadeli büyük hedefleri benimseyen ve cesaretle o hedefe yürüyen" bir lider, öteki ise "günü kurtarmaya çalışan, küçük başarılarla bile tatmin olan" Avrupa'da benzeri çok olan bir teknik adamdı!. Terim'in problemi, "kendisine ve takımına çok güvenmesi" idi!.. Sanırım; "bundan böyle" öyle olmayacaktır ve Terim'in ayakları yere değmiş bulunmaktadır!. Terim'in "paniklemeden", öfkelenmeden, soğukkanlılıkla, sabırla ve ısrarla "doğruları" takımına öğreteceğine ve oynatacağına inancım hiçbir zaman azalmadı!. Terim'i eleştiriyorum; bu benim görevim!. Ben spor yazarıyım; Terim'in "destekçisi", hele hele bazıları gibi "dalkavuğu değil!." Terim'in takımının Brugge maçında "kötü oynadığına ve mağlubiyetin de sürpriz ve şok değil, göz göre göre gelen ve üstelik tahmin ederek yazıp çizdiğimiz bir sonuç olduğuna" dair yazı ve yorumlarımız arşivlerde duruyor!. Ama Sezar'ın hakkı Sezar'a!.. Ben, Mehmet Polat tercihini de, Pinto tercihini de, Baliç tercihini de, Cihan tercihini de alkışlıyorum!. "Bu oyuncular" Galatasaray'ın "ilk 11'ine kazandırılmalıdır!." Israr edilen, ama ne yazık ki "Galatasaray'ın bu duruma düşmesinde baş rolü oynayan" Hasan'dan da, Ümit Davala'dan da, Hakan Ünsal'dan da, Felipe'den de çok daha faydalı olacaklardır; çok iyi işler yapacaklardır!. Geçen yıl Avrupa'nın zirvesinden inmeyen Bayern Münih'in Şampiyonlar Ligi'ndeki durumu ortada!. "Bu durum" her takımın başına gelebilir; tabii Galatasaray'ın da!. Terim'i yanıltan ya da Terim'in yanlışı, Ümit Davala'dır, Hakan Ünsal'dır, Felipe'dir!.. Galatasaray defansı "kanatlardan çökmekte" ve bu çöküş "uyumlu" iki stoperi, Bülent ve Emre'yi hataya zorlamaktadır!. Keşke Capone ve Victoria gönderilirken, yerlerine "Galatasaray'ı umursamayan" Hakan Ünsal ve "gece hayatı bir türlü kontrol edilemeyen" Ümit Davala yerine "başka tercihler" yapılabilseydi!. Ve Felipe, Terim'in verdiği "10 numaralı formaya layık olacak" bir futbolu yeşil çime getirebilseydi!. Elbette, bu noktada "Galatasaray köy takımına nasıl 5 puan verir, anlayamıyorum" diyebilen başkan Özhan Canaydın'a da söyleyeceğimiz bir-iki cümle var: "Sayın başkan anlamayacak ne var; yarın sabah uyandığınızda banyonuzdaki aynaya bakınız ve karşınızda göreceğiniz yüzün gözlerinin içine eskilerin deyimi ile bir nazar atfediniz, Şampiyonlar Ligi'ndeki başarısızlığın ana sebeplerini o aynada göreceksiniz!." Becker örneği!.. Tenis'te "Grand Şlem turnuvalarından birini en genç kazanan sporcu" unvanlı Alman Boris Becker, Münih Mahkemesi tarafından "vergi kaçakçılığından suçlu bulundu" ve "tecilli ama göz altılı" 2 yıllık hapis, 300 bin euro da para cezasına çarptırıldı; Becker 200 bin euro da yardım kuruluşlarına ödeyecek!. Ve Becker, kararı "büyük bir sevinçle karşıladığını", 10 yıldan beri süren işkencenin bittiğini ve "kararı temyiz etmeyeceğini" açıkladı!. Dönelim bir de bize bakalım!.. Mesela Ali Şen'in "Bu da borç değilmiş, bize yanlış bilgi vermişler" diyerek, Aziz Yıldırım yönetimini kutladığı "mali" tabloya bir göz atalım!. O tabloda, "devlete olan ve hala ödenmeyen bu sebeple temerrüt faizi ile artmaya devam etmesi gereken" 120 trilyonluk "vergi borcu" görünmüyor!. Bu ekonomik krizde, bir küçük esnafın mesela "1 milyarlık" vergi borcunu, "temerrüt faizi bindire bindire", yani "faizin de faizini alarak onlarca milyara çıkarıp" isteyen, icralara, hacizlere başvuran, o esnafı iflas ettiren, hapse düşüren devletimiz, iş Fenerbahçe'ye, Galatasaray'a, Beşiktaş'a gelince, nedense "kıvırmaya başlıyor!." "Sportif başarı olarak" Boris Becker'in "bir eli bile olmayacak" futbolculara verilen "milyonlarca doların vergileri ödenmediği gibi", iş görüyoruz ki bir de nerelere kadar varıyor: Kulüpler, "vergi borçlarını, kağıt üzerinde bile gösterilmeyecek, fasa fiso şeyler olarak" görüyorlar; yok sayıyorlar!.. Vergide "adaletin olmadığı" bir ülkenin ekonomik krizlerden kurtulması mümkün mü? Bizans oyunları!.. Hafta içinde bir büyük gazetemizde bir haber vardı; "Rüştü'nün bir İspanyol kulübü tarafından transfer edilmesindeki hain tuzağı, İngilizlerin ortaya çıkardığına" dair!. Tabii, "haberin başlığı" yukarıda anlattığım manada atılınca; "çok enteresan buldum" ve baştan sona okudum!. Neler yapmamış bu İspanyol kulübü neler? Rüştü'yü transfer etmek istiyormuş ama kulübü ile temasa geçmiyormuş... Hain tuzağa bakınmış... Ve de "bu transferde Rüştü'nün kulübüne hiç para vermemek için" transfer ayını bekliyormuş; "Bosman kararlarına göre" Rüştü'yü "bonservis bedeli ödemeden" kapacakmış... Bundan iyi Bizans oyunu olur muymuş? Rüştü'nün meneceri Saffet Sancaklı da "kendileriyle görüşülmemesinden şikayetçiymiş" ve "Rüştü'nün nasıl bir Fenerbahçeli olduğunu" herkes biliyormuş... muş... muş... Avrupa Birliği'nin İnsan hakları Komisyonu'nun aldığı, FIFA'nın kabul ettiği, FIFA'ya bağlı bütün federasyonların kabul edip yönetmeliklerine koyduğu Bosman kararının, "Bizans oyunu olduğunu ve hain bir tuzağın hazırlanmasına zemin hazırladığını" ve biz Türkler mışıl mışıl uyurken, "açıkgöz" İngilizlerin bu hain tuzağı ortaya çıkardığını öğrendiğimiz bu "müthiş haber" için bilmem ki kimleri kutlamam gerek? Sakın İngiliz Entelijans Servisi'nin "M15 bürosu", bu hain tuzağı ortaya çıkarmak için "007 James Bond'u görevlendirmiş olmasın?" Bence haberin "bu tarafı eksik kalmış!.." Şimdi "en büyük gazetelerimizin spor sayfalarında" haberler "böyle yazılır" ve "böyle yazılmış haberler" sayfalarda büyük büyük yer alırsa, "dünyayı, dünyada olup bitenleri takip eden insanlar", mesleğimiz, sayfalarımız için ne düşünürler? Rüştü'yü "tabanca zoru ile" İspanya'ya transfer edemeyeceklerine göre ve Rüştü "gerçekten Fenerbahçe'de kalmak istiyorsa", Bosman kararı "gerçekten hain bir tuzak ya da Bizans oyunu olsa" ne yazar? Bu haberi yazan arkadaşım, "İspanyol kulübünü karalayacağına" Rüştü'ye ya da meneceri Saffet Sancaklı'ya sorsa ya; "Neden mukavelenizi uzatmıyorsunuz da transfer ayını bekliyorsunuz" diye!.. Daha da önemlisi; Saffet Sancaklı gibi "aklı başında" bir insan, "gerçekler" böyle iken, "böyle" bir habere nasıl yem olur? Dünya'da hangi kulüp, Fenerbahçe dahil, "Bosman kararından yaralanmak istemez?" Fenerbahçe "İspanyol kulübünden bir oyuncu almak istese ve bunun için de Bosman kararından yararlanma yolunu seçse", bu, "hain bir tuzak kurduğunu ve Bizans oyunları içine girdiğini" mi gösterecektir? Benim asıl sözüm; "böyle haberler yazan genç meslektaşlarıma değil!.." Benim "asıl sözüm" bu servisleri, bu sayfaları, bu ekranları "yöneten" sorumlu meslektaşlarıma, "yönetmelikleri, doğruları, gerçekleri bilmeleri gereken" üst düzey arkadaşlarıma: "Böyle haberlere nasıl itibar edersiniz ve sayfalara, ekranlara nasıl getirirsiniz; yoksa bunları özellikle siz mi istiyorsunuz?" Felipe ve Hagi!.. Sevgili Kemal Belgin "futbol tekniği üzerine" inanarak ve keyifle okuduğum "birkaç spor yazarından biridir!." Cuma günkü "Terim - Galatasaray" üzerine yazdığı yazıda, Terim'in Felipe için söylediği "Felipe de diğer arkadaşları gibi koşana kadar..." sözü ile ilgili şöyle bir bölüm vardı: "Yapma be hoca! Son dört sezon Hagi'yi diğerleri kadar koşturdun mu? Hagi'ye böyle bir uyarıda bulunmadın da, genç, ağzı var dili yok Felipe'ye mi diş geçiriyorsun? Takımındaki top kullanmasını bilen, rakip savunmayı açık düşürecek top yapabilen bu tek oyuncuya da biraz toleranslı davranacaksın." Ben "sondan" başlayayım: Sevgili Belgin'in yazısından aldığım "iki paragraflık bölümün" ikinci paragrafındaki görüşlerine "aynen" katılıyorum ve Terim'in "hayal kırıklığının doğurduğu kızgınlığına hak vermekle" beraber, ben de "Felipe'ye çok katı davranılmasına" karşıyım!. Amma... İlk paragraftaki görüşe katılmam mümkün değil!. Hagi sahada "çok koşan adam" değildi ama, gerektiğinde "en genç kadar koşar", mücadele ederdi!. Hırslıydı, hırçındı, cesurdu, kızgındı, takım içinde fiilen kaptandı, antrenördü, liderdi,gol atardı, attırırdı, duran top cambazıydı, "mağlubiyeti kabul etmeyen" bir karakteri vardı; "onu böyle gören gençler" hiç olmazsa "bilinçaltlarında" ve çok zaman da "bilinçli" olarak "35'lik ihtiyardan utanır", 90 dakika mücadeleyi bırakmazlardı!. Ya Felipe? Sevgili Belgin; senin de dediğin gibi, "gencecik" bir oyuncu ve "şimdilik" tek özelliğini görebildik; "top kullanmasını biliyor!." Galatasaray gibi bir takımın "10 numarası olmak için" bu özellik yeter mi? Ve de "senin gibi futbolu çok iyi bilen" bir yorumcunun onu, "Hagi ile mukayese etmesine", bu tek özelliği yeter mi? Üstelik her hoca,her lider, her "üst düzey" sorumlunun "tecrübeli, yıllanmış, çok yönlü hizmet veren" elemanları ile, "daha mesleklerinin başında, öğrenecekleri çok şey olan" gençleri "bir tutup", gençlerden istediklerini, yaşlılardan, yaşlılardan istediklerini, gençlerden beklemesi mümkün mü? Bugünün "genç Felipe'sinden koşmasını beklemek ve istemek", ona inanan, güvenen, alıp getiren, "10 numarayı veren" ve belki de yarınlarda "onu bir dünya yıldızı yapmayı" düşleyen Terim gibi bir hocanın "en tabii hakkı değil mi?" En azından "35'lik Hagi'de gördüğü" ve o yaşta artık "ondan isteyemeyeceği, öğretemeyeceği" ve istese bile "fiziken de, fiilen de elde edemeyeceğini" çok iyi bildiği bir "eksiğin" Felipe'de olmamasını istemek ve bunun gereğini yapmak Terim gibi bir hocanın görevi değil mi? Felipe "ya olacak ya olacak"; başka yolu yok!. Temenni edelim ki, Terim "onu kaybetmeden", kazansın!. Olmadı, sayın başkanım!.. Dünya Spor Yazarları Birliği Başkanı Togay Bayatlı ısrarla yazmaya devam ediyor; "Eğer Merkez hakem Komitesi Başkanı, İsmet Arzuman'ın hatalı olarak penaltıyı vermediğini söyleseydi, Fenerbahçe seyircisiz maç oynama cezası almazdı!." Neden almazdı; zira "çalınmayan düdük sebebiyle, seyircinin yaptığı kötü tezahüratın haklı bir sebebi olurdu ve ilgili kuruluşlar, böyle bir cezaya hükmedemezdi!." Hayatta gördüğüm "en centilmen" insanlardan biridir sevgili Bayatlı!. Herkese, hepimize "örnek" olacak bir centilmen!. Sevgili başkanım, bu zihniyetle, dünyada "her hakemin, her maçta yapabileceği bir hatayı yapan" bir hakemin çaldığı ya da çalmadığı bir düdük yüzünden "küfrü, toplu ve devamlı bir cinnet nöbeti haline getirmiş olan" seyirciyi durduramayız, seyirci durdurulamazsa tribün terörünün de önüne geçemeyiz!. "Hatalı bir düdük" başka şeydir; "binlerce kişi için" toplu halde ve sürdürülerek "küfrün bininin bir para olması" başka şeydir!. Sayın başkanım; "bu düşünce sistemi ile" pek ala Ümit Davala'nın "gazetecileri dövmesi" de, birileri tarafından "eğer gazeteciler özel hayatına karışıp onu tahrik etmeselerdi dayak yemezlerdi, çocuk haklı, ceza görmemeli" denilerek hoş görülebilir ve daha önemlisi bu düşünce sistemi hukukumuza ve kararlarımıza hakim olursa, "görevini yapan" gazetecilerin dövülmelerinin önüne geçilebilir mi? Futbol Federasyonu Disiplin Kurulları'nın sahalarında "devamlı" olaylar çıkan "Boluspor ve Karagümrük'e verdiği" hükmen mağlubiyet kararları da "alkışlanacak" niteliktedir!. Tribün terörü, kavga, silah ve küfürle mücadele "hiç taviz verilmeden" sürdürülmelidir!. Federasyonu ve kurullarını kutluyorum!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.