Önce Trabzonspor - Gençlerbirliği maçını hatırlayınız!.. Sonra da gözünüzün önüne Çek-Türkiye milli maçını getiriniz!.. "Aralarına kopya kağıdı konmuş gibi", bir yanda mağlûpların "komik" futbolu, öte yanda galiplerin "her hücumlarının rakip kalede gol ya da gol pozisyonu olarak bitişi!.." Ve her iki maçta da bir başka büyük benzerlik; "tarihi" farkın, galiplerin "skoru yeter görüşleri veya acıma duyguları ya da beceriksizlikleri" yüzünden yakalanamaması!.. Garip ama gerçek: İki maçın bir başka "benzer yanı" daha var: İki maçın mağlûplarının teknik direktörlerinin "kafalarının karışık, hatta dağınık olması!.." Biri, Denizlispor'u yüz üstü bırakmış, Trabzonspor'a verdiği sözü tutmamış, Ankaragücü'ne attığı imzaya ihanet edip, Ankaragücü ile Gençlerbirliği'nin arasında "kan davası" başlatmış, bugün de, "yarınlar için" Fenerbahçe'nin attığı oltanın ucundaki "yemin cazibesine kapılıp", düşünmeye başlamış; "Gitsem mi, gitmesem mi?" Bir tarafta "Fenerbahçe oltasının büyüsü", öte tarafta "kariyer ve kişiliğinin alacağı yara!.." Öteki, Federasyon Başkanı Halûk Ulusoy ile arasına giren kara kedinin yaptığı tahribatın farkında, bundan sonra yapacağı tahribatı da biliyor, ne var ki "Dünya üçüncülüğünün ardından" bu defa Avrupa Şampiyonası'nda "ayağına gelmek üzere olan" fırsatın cazibesinin çekim gücü de çok fazla!.. "Yeni başarının büyüsü" bir yanda, "kariyer ve kişiliğinin aldığı ve daha da alacağı yara" öte yanda; kafa karışık, hatta dağınık!.. Teknik direktörlerinin kafası karışık, hatta dağınık olan takımların da "sahada dağıtması" hiç sürpriz değil!.. Üstelik "benzer sebepler" ile sahada da "kafası dağınık olduğu için" futbolu da "dağınık" olan futbolcular var; Rüştü'ler, Alpay'lar, Hasan Şaş'lar!.. Dünya Kupası'ndan önceki "özel maçlarda alınan kötü sonuçlar için", hiç de "ümitsiz değildim"; zira Şenol Hoca'ya da, talebelerine de güveniyordum!.. Ne var ki, bugün "aynı" ümidi ve güveni, "kendimi zorlamama rağmen bulamıyorum!.." Çünkü, Halûk Ulusoy, "kendisine yaptığını zannettiği haksızlığın bedelini tam olarak ödetmeden" Şenol Hoca'nın "kafasını karıştıran ve dağıtan meseleleri" çözmeyecek, aksine "kangren ederek" öyle ya da böyle "ondan kurtulacaktır!.." Havaalanında "güler yüzle yan yana gelip" birkaç "gönül alıcı" söz söylemek ve kameralara poz vermek ile "mesele çözülmez ve çözülmeyecektir!.." Olan da hem Şenol Hoca'ya, hem de Milli Takım'a olacaktır!.. Milli Takım'ın Çekler'den 4 gol yemesinin ve ondan da öte ortaya koyduğu "çok kötü" futbolun sadece "önüne bakanlar" büyük ölçüde yanılacaklardır; "arkada" balığın neden koktuğunun asıl sebebi yatıyor!.. Eğer "balık kokuyor" ise, önce "başına bakmak ve onu koklamak gerek!.." Spor medyasının projektörleri, Futbol Federasyonu'na çevrilmeli ve de "her fırsatta" spor medyasına "ağır lâflar atan" ama sıkışınca "Ben genele konuşmadım, bir-iki kişiyi kastettim" diyen ve "o bir-iki kişinin adını bile söyleyemeyen" Futbol Federasyonu Başkanı'na!.. Asıl sorumlular oradadır!.. Mesela, hâlâ "Şenol Hoca, bir meselesi varsa neden bizle konuşmuyor, basınla konuşuyor, böyle meseleler basın aracılığı ile çözülmez" diye serzenişte bulunan ve ama "bu serzenişi basına yaparak", Şenol Hoca'da eleştirdiği tavrı kendisi yapan kimdir? Federasyon Başkan Vekili Ata Aksu değil mi? Şenol Hoca gibi "akıllı" bir insana gönderilen mesaj çok açık: "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!.." Bu gidişle, Ulusoy - Aksu çifti, galiba Anadolu'da "davulcu ve zurnacı aramaya başlayacaklar!.." ocaluluc@beko.net