Lâfı uzatmadan, konuya gireyim: Türkiye Spor Yazarları Derneği, "bugünkü hali ve tüzüğü ile" misyonunu tamamlamış, "çağın gereği olan vizyonun" çok gerisinde kalmış, hatta "asıl işlevini kaybetmiş" bir kuruluş halindedir!. Ve kesinlikle altını çizerek belirtmeliyim ki, "Spor yazarlığı mesleğinin bugün içine düştüğü krizin ana sebeplerinden biri" de, TSYD'nin "kendini yenileyememesi", bugünün ve yarının sporunda ve gazeteciliğinde "üzerine düşen görevi yapamayacak" hale düşmesidir! Spor yazarlarına hakaret ediliyor; bir "oh olsun" denmedik kalıyor! Spor yazarları, spor yazarlarına hakaret ediyor; "yesinler birbirini" deniyor!. Mesleğe hakaret ediliyor; TSYD çaresiz!. Mesleğe ihanet ediliyor; TSYD çaresiz!.. TSYD'ye hakaret ediliyor; spor yazarlarının umurunda değil!. TSYD'ye ihanet ediliyor; spor yazarları görmüyor, duymuyor, konuşmuyor, yazmıyor!. Böyle gelmiş, böyle gider mi; giderse nereye kadar gider? Bunu kabul etmemiz ve işi oluruna bırakmamız mümkün mü; elbette değil... Öyleyse... İlk şart: Ya TSYD'yi değiştireceğiz, ya TSYD'yi değiştireceğiz; başka yolu yok!. Madde bir: Bu derneğin öncelikle adı değişmeli ve "Türkiye Spor Gazetecileri Derneği" olmalıdır; bir gazetenin bir köşesinde yazı yazan ya da bir TV'de ekrana çıkan sazcısı, barcısı, hipermarketçisi, butikçisi, avukatı, doktoru,manavı, bakkalı "Ben spor yazarıyım" diyor, ya da "Spor yazarıdır" denilerek ekranlara, sayfalara oturtuluyor; hiçbir şey yapamıyoruz, benim Derneğim "elim kolum bağlı" diyerek oturuyor!.!. Öyleyse... "Öncelikle" spor gazetecisi olmayanları mesleğimizin sırtından atmamız gerek!. Varsın onlar, "spor yazarı" olsunlar ve öyle kalsınlar, biz "spor gazetecileri" olarak örgütlenelim!. Mesleğimizin yozlaşmasına, "onlar tarafından yozlaştırılmasına" izin vermeyelim!. Madde iki: Tüzüğümüzü, bugünün şartlarına göre değiştirelim!. a)Başkan ve yönetimler 4'er yıl için seçilsin!. b) Başkan iki devreden fazla görev alamasın. c) Şubelerin hem idari ve hem de mâli yetkileri arttırılsın. d) Merkez yönetimi bugünkü klâsik şekliyle değil, 4 ayda bir toplanacak Genel Yönetim Kurulu (17-21 kişi) ve 15 günde bir toplanacak Merkez Yürütme Kurulu (Başkan dahil 9-11 kişi-unvanlı yönetim kurulu üyeleri) olarak düşünülsün. Genel Yönetim Kurulu, genel başkan yardımcılarının başkanlığındaki komiteler halinde ihtisas çalışmaları yapacak şekilde örgütlensin. (Eğitim - Organizayon - Şubeler - Sosyal Tesisler vs. gibi) Bu bu komitelerin çalışmalarının karar haline gelenlerini Merkez Yürütme Kurulu uygulasın!. e) Genel Sekreter profesyonel olsun!. f) Mutlaka, "genel kurulca seçilecek" bir "Etik Kurulu" kurulsun ve bu kurul "meslek ilkelerine aykırı davrananlar, yazılar yazanlar ve yorumlar yapanlar" hakkında, şikayet edildiklerinde ya da "meslek etiğine çok aykırı" düşen durumlarda "şikayete bağlı olmaksızın" tıpkı Basın Konseyi ve benzeri kurullar gibi karar versin!. g) Dernek üyeliği "yeniden" tarif edilsin ve "müktesep hakkı" olmayanlar ayıklansın, "bundan sonra üye olacaklar" da ince elenecek ve sık dokunacak bir sistemle alınsın. Bu konuda "seçici kurul" sistemi getirilsin, yönetim kurulu "itiraz hakkı" saklı kalmak kaydıyla "üye alımında" devre dışı bırakılsın!. h) Disiplin Kurulunu "işler hale getirecek" maddeler konsun, kurula inisiyatif tanınsın. Ve... Şubelerde de Disiplin Kurulları oluşturulsun. i)Temsilciler mutlaka dernek üyesi olsun ve genel kurulun da tabii üyesi olsun. Elbette, tüzük değişikliği bu kadarla da kalmamalı..Kurulacak bir komisyonda ve sonra da Tüzük Genel Kurulu'nda tartışılıp karara bağlanacak başka yenilikler ve radikal adımlar da olacaktır. Bütün bunların amacı, dernek yönetimlerinin "daha aktif, daha dinamik bir yapıya kavuşturulmasıdır." Genel Merkezin yetkilerinin, Genel Yönetim Kurulu - Merkez Yürütme Kurulu ve Şube Yönetimleri arasında "dengeli bir şekilde dağıtılması" da bu amaca dönüktür. Derneğin, yeni bir yapılanmaya bu yapılanmanın getireceği güç ile silkinmeye ve kendine gelmeye ihtiyacı vardır. Bu da, mesleğimizdeki erozyonun önüne geçilmesi çabalarını tetikleyecektir. Yoksa, hakaretleri yiyip yutmaya, bu arada da birbirimizi yemeğe devam edeceğiz. TSYD de, "Yapacak bir şeyim yok" diye sızlanmaya, çok çok "gazete ve TV'lerde yer bile almayan bildiriler yayınlamaya" devam edecektir. Kansere "aspirin tedavisi"; olacak şey mi? Utanmaları gerekirken!.. Koca Altay'ı küme düşürenler, şimdi "sataşacak" yer arıyor ve "hedef saptırmak için" ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!. Neymiş; "ligde şike varmış da, bu şike yüzünden Altay düşmüşmüş de... Eğer Federasyon lig sonuçlarını, Altay'ın düştüğü şekli ile onaylarsa, siyah-beyazlılar liglerden çekilmeyi planlıyorlarmışmış da. Genel Kurulu toplayıp, çekilme kararı alacaklarmışmış da..." Ligin son maçında Altay, "İstanbulspor'a bir gol atıp üç puanı alsaydı" ve bu gole de "yıllardır Türkiye liglerinde görüldüğü veçhile", İstanbulsporlu futbolcular "sahada yalvar yakar olan" Altaylı futbolculara acıyarak "geçit verseydiler", acaba Altaylı yöneticiler bugün ne diyecekler ve ne yapacaklardı? "Hatır şikesi" yıllardır yapılıyor Türkiye liglerinde... Bunu en iyi bilenlerden biri de sanırım Altay camiasıdır!!!. Teşvik primi de, "yıllardır" Türkiye liglerinde vardır; ama "bir takımın bazı oyuncuları teşvik primi aldı" diye, o takım "hükmen yenik sayılmaz, liglerin son puan cetveli değişmez", olsa olsa "teşvik primi aldıkları tespit edilen oyuncular ceza alırlar"; o kadar!. "Yenilmek için" para almak başkadır, "yenilmemek ya da yenmek için prim almak" başka... Yönetmeliklere göre ikisi de suçtur ama, "farklı" suçlardır!. Eğer elinizde "para alarak yenilen ve bu yüzden Altay'ın düşmesine sebep olan" takımlar varsa, "belgeleri ortaya koyar" açıklarsınız, olur biter!.. Yoksa, "Şu takım böyle oynadı, bu oyuncu şöyle yaptı, bu gol de yenir mi" palavraları ile, lige, diğer takımlara, yığınla futbolcuya ve teknik adama çamur atmakla, sonucu değiştirmeniz mümkün değildir ve de olamaz!.. Altay'ı küme düşürenler ne İstanbulsporlulardır ne de başka kulüplerin oyuncuları!.. Altay'ı, "kendi yöneticileri, kendi teknik adamları ve kendi futbolcuları" düşürmüştür!.. Anladılar ki, "yeniden çıkaramayacaklar"; vaziyeti kurtarmak için ağlamaya başladılar!.. Bir çok oyuncu kaçtı gitti, ortada ne transfer var, ne de teknik direktör!.. "Büyük" Altay ortada kaldı; bu hale düşürenler utansın!.. İnanılacak gibi değil!.. "Kokainciliği" adli tıp tarafından, "yalancılığı" kamu oyu tarafından tespit, her iki suçu da "mahkeme tarafından" tescil edilmiş olan bir "yabancı" teknik direktöre "sonuna kadar inanan" ama "Türk teknik adamlarının hiç birine inanmayan" bir Türk spor yazarının olabileceğine inanıyor musunuz? Ne yazık ki var ve yazıp duruyor; üstelik kimseden de çıt yok, anlı-şanlı Antrenörler Derneği'mizden de... Değerli ve sevgili meslektaşımızın çok net ifade ettiği görüşünden anlıyoruz ki; "karizma, kariyer, vizyon, misyon" gibi değerlendirmelerimizin içine "...kokain çekicilik ve yalancılık..." da karışmış olacak ki, "bu hasletler" Türk teknik adamlarında olmadığı için, "onlara inanmak da mümkün olamıyor!." Ya "kokainci ve yalancı" bir adamı "her fırsatta" göklere çıkarırken, Türk Milli Takımı'nın gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörünü "yerin dibine sokmak" için, "ustam" dediği sevgili Hıncal Uluç'la yarışmaya kalkışmak neyin nesi oluyor? Ortada bir "kompleks var" ama, sakın bu, "Şenol Hoca, bizi yanıltırsın ha... Biz 'başaramayacak' dedikçe, durmadan başarırsın ha... Öyleyse sahadaki başarılarını yok mertebesine indirelim de, kişiliğine ve mesleğine dönük hakaretler yağdırıp seni milletin gözünde küçük düşürmeye çalışalım da gör bak, ne olacak... Halbuki bizim beklediğimiz ve dediğimiz gibi başarısız olsaydın, seni korumamız altına alır, savunurduk, neden bizi mahcup edip duruyorsun" kompleksi olmasın? Başka türlü, sokaktaki vatandaşın "Dünya Kupası'ndaki başarı Fatih Terim'indir" dediğini yazabilmenin ve buna "Konfederasyon Kupası'ndaki başarı da Raşit Çetiner'indir" eklemesini yapabilmenin ve kahkahalarla gülünecek "bu çok komik" iddiaya inanabilmenin, söyleyiniz bana sevgili okurlarım; "başka izah tarzı" ve "insaf ile ilgisi" var mı? Ne yapacak? Galatasaray "şu âna kadar" ala ala, Portekiz'den adı sanı duyulmamış bir Brezilyalı aldı; Tıpkı Pinto gibi "geleceğin büyük yeteneği" olarak takdim edilerek Avrupa'ya getirilen ve sonra da "futbol" olarak kayıplara karışan bir genç adam!. Öve öve bitiremiyorlar; Galatasaray idmanında, "futbolcular daha sabah mahmurluğu içinde iken", bir zıplamış, havada asılı kalmış, avucunun içiyle tavanlarda iz bırakmış... Hımmmm... Anlaşılan Galatasaray, "futbol takımı için oyuncu değil", hepimizin bir zamanlar pikniklerde oynadığı "ipe asılı elmaları yeme" müsabakası için yarışmacı getirmiş.. Hayırlı olsun!.. Başardınız, aferin!.. Bizler, bunca yılın tecrübesi ve görgüsü içinde "Yapmayın, etmeyin... Bu çocuğu şımartıyorsunuz, olmadan kaybolup gidecek... Kulağını çekin, ceza verin, yola getirin" dedikçe, bize "Bunlar Beşiktaş'ın düşmanları" diye çamur atanlar, onu "yanlarına alıp" Laila'larda caka satanlar ve onun "spor sayfalarından magazin sayfalarına taşınmasının yolunu açanlar" nihayet ayıldılar!. Günaydııınnn! İlhan Mansız şimdi oldu; "tu kaka!.." Halbuki aynaya baksalar, "bu noktaya gelinmesinin asıl suçlularını" o aynada görecekler!. Tıpkı, Nouma gibi!.. Geliyorum işin esasına... Beşiktaş "çok geniş bir kadro" kurdu!.. Her karakterde, çok değişik futbolcu tipleri var!. Menajer Sinan Engin kafası ve Lucescu'nun disiplin anlayışı ile "bu kadro" zor yönetilir!.. Geçen yılın "önemli" fireleri , "100.Yıl şampiyonluğunun parlak şalı ile örtülmüştü!.." Bu yıl "örtülemeyebilir!.." "Örtülememe ihtimali" daha ağır basıyor; zira Sinan Engin'i de, Lucescu'yu da artık çok iyi tanıyoruz; elbette futbolcular da!.. İnşallah biz yanılırız; yanılmamış olursak, birileri de çıkıp "Bunlar daha mevsim başında ikaz etmişlerdi" diyerek elbette bizi hatırlayacaklardır!. Bu kafalarla!... Şu anda Dünya üzerinde "bonservisi elinde" birinci kalite elliye yakın, ikinci kalite yüzden fazla, üçüncü kalite beş yüz civarında futbolcu, "kendisini alacak kulüp bekliyor!." Peki bizimkiler ne yapıyor? "Birinin talip olduğunun peşine öteki düşerek" fiyatları yükseltiyor, bitmek üzere olan transferler sürüncemede kalıyor, bu arada başka bir ülkeden zengin bir kulüp araya girip, oyuncuyu kapıyor!. Bizimkiler şaşkın şaşkın ortada kalıyor, iki kulübün arasında gerginlik artıyor, taraftarlar arasına yeni düşmanlık tohumları ekiliyor!. Bunun adına da Türkiye'de "yöneticilik" deniyor!.. Ve bunu yapan kulüplerin "yüzlerce trilyonluk vergi borçlarını affeden" hükümet de, "bakanıyla, genel müdürüyle, federasyonuyla" bu "rekabet aptallığını" seyredip oturuyor!.. Bedeli ise, "onlarca milyon doları boşa atılan" Türkiye ödüyor; çok yazık!.