Türkiye umurunda değil!..

A -
A +

Şu lâflara bakın: "2-0 galip geldiğimiz Chelsea deplasmanından 3 gün önce oynadığımız karşılaşmanın bir gün geriye çekilmesini istediğimizde tepki gördük. Biz o zaman da Türkiye'yi temsil ediyorduk. Ama onlar Trabzonspor'u düşünüp, 'Ne Avrupa'sı!.. Önemli değil' diyerek maçı oynattılar. Yeni mi akıllarına geldik? Ama şimdi de ben erteleme istemiyorum." UEFA'nın "haksız olarak aldığı", Galatasaray'ı ve Beşiktaş'ı "tarafsız sahada oynatma" kararından sonra, Futbol Federasyonu'nun "bir tedbir ve destek olarak düşündüğü", üstelik pek çok çevreden de tasvip gören "Beşiktaş'ın ve Galatasaray'ın bu haftaki maçlarının ertelenmesi" görüşüne karşılık anlı-şanlı Lucescu'nun söylediği sözler bunlar!. Bu sözlerin neresini düzeltmek gerek bilemiyorum!.. Bir defa, Futbol Federasyonu "geçen yıllarda Avrupa Kupaları'ndaki maçlardan önce karşılaşılan erteleme isteklerinin ve bu yönde verilen kararların doğurduğu tepkileri önlemek için" bu sezondan itibaren yönetmeliğe kesin bir madde koydu; "Olağanüstü ve zorunlu sebepler olmadıkça" maçlar hiçbir surette ertelenmeyecek!.. Peki, "kendi koyduğu maddeye rağmen" Federasyon bu defa "neden erteleme üzerinde durdu?" Zira ortada, altını kalın çizgilerle çizelim, "olağanüstü bir durum vardı" ve bu durum sadece Beşiktaş ve Galatasaray ile değil, Türkiye ile ilgiliydi!. "Böyle bir durumda" UEFA'nın mağdur ettiği takımlarımızın "yanında olmak" Federasyon'un göreviydi; federasyon da bunu yapmaya çalışıyordu!.. Amma... "Bunlar" Lucescu'nun umurunda mı? Beşiktaşlı yöneticiler, bu "haksız ve adaletsiz kararı" değiştirtmek için Futbol Federasyonu ile "el ele verip" mücadele ederken, Lucescu Efendi kalkıyor; sanki Federasyon Beşiktaş'a haksızlık yapmış gibi, tavır koyuyor!.. Bu defa da "o istemiyormuş!.." Türkiye'nin ve Federasyonun, onun yönetmeliklerinin "umurunda olmadığını" gösteren Lucescu "bu sözleri" ile, "Beşiktaş'ın da umurunda olmadığını" ortaya koymuyor mu? Erteleme, "Beşiktaş takımına avantaj sağlayacaksa, hazırlık ve dinlenme imkânı sağlayacaksa", ki sağlayacak, buna "Bu defa da ben istemiyorum" demeye, hem de yönetime bile danışmadan demeye, Lucescu Efendi'nin hakkı olabilir mi? Ve Lucescu Efendi, "bir şeyi daha unutuyor": "Federasyon Trabzonspor'u düşündü, halbuki ben Türkiye'yi Avrupa'da temsil ediyordum" derken, "Trabzonspor'un da Türkiye'yi Avrupa'da temsil ettiğini ve o hafta maçı olduğunu", bu sebeple Beşiktaş'ın önerisinin, hem "zorunlu ve olağanüstü bir durum olmadığı" için yönetmeliğe uymaması bakımından, hem de "Trabzonspor istemediği" için kabul edilemediğini hatırlamak istemiyor!. Lucescu, Türkiye'ye geldiğinden beri, "sanki bir üçüncü dünya ülkesine gelmiş gibi" hareket ediyor, Türk kulüplerini, takımlarını, federasyonu, kurullarını, hakemleri, yönetmelikleri, kanunları küçümsüyor; "ille de benim dediğim olacak" diyor, olmazsa "söylemediğini bırakmıyor!." "Köpekler" benzetmesinden, "katiller" benzetmesine kadar!.. Bir gazeteci onun için "çeribaşı" dedi diye, kıyameti koparan "Lucescuperverler", bilmem ki, "bu tablo karşısında" neden sus pus oluyorlar? Lucescu'nun her defasında "umurumda olan sadece kendim" dediğinin, bilmem ki bundan açık göstergesi olamayacağını hâlâ anlamadılar mı?.. Bravo TSYD Yönetimi!... Haberi gazetelerde okuyunca inanamadım!.. Hâlâ da inanmış değilim; onun için "eğer haber doğru ise" kaydını koyarak yazıyorum: TSYD Yönetim Kurulu, geleneksel eğitim seminerine, "her fırsatta" ve hemen hemen her yazısında spor yazarlarına hakaret etmeyi marifet sayan, bunu perşembe günkü yazısında da altını çize çize tekrarlayan bir kişiyi, "eski hakem ve futbolcu" Erman Toroğlu'nu konuşmacı olarak davet etmiş... Hatırlıyorum İzmir'deki bir eğitim seminerinde de "Ben spor yazarlarını soyunma odasından kovdum" diyerek övünmeye kalkışmıştı da, hak ettiği cevabı almış, özür dilemiş ama bir daha da "seminerlere çağrılmamıştı!." Kulaklarınız çınlasın sevgili Devrim Sağıroğlu ve sevgili Necip Kapanlı, sanıyorum olayı hatırlarsınız!. Kim bilir Erman Hoca ne kadar mutlu ve gururludur; "Ben onlar için neler söyledim, neler yazdım, onları soyunma odalarından kovdum, mahkemelere verdim,bakın şimdi onlara ders vermek için meslek kuruluşlarının en üst yönetimi beni davet ediyor... Demek ki, söylediklerim ve yazdıklarım haklı, bunu TSYD'de de onayladı" diyecektir ve derse de çok haklıdır!. Bu haberi duyunca, çok düşündüm; "TS-YD'den istifa edeyim mi" diye!.. Bu "tekil" bir protesto olacaktı, vazgeçtim!. Şimdi "çoğul" protesto için önerimi yazıyorum: Ey TSYD'nin "onurlu" ve "kişilikli" üyeleri, Erman Hoca'nın konuşacağı oturuma katılmayın!.. Boykot edin ki, hem "Erman Hoca ve hem de TSYD Yönetimi, yaptıklarının yanlarına kâr kalmayacağını görsünler, öğrensinler" ve Erman Hoca "mesleğimize ve meslek üyelerimize saygılı olana kadar" bir daha da teşebbüs dahi etmesinler!. "Ben herkes için aklıma gelen her sözü söylerim ve yazarım" diyen ve daha önceki gün "Allah'tan Maraton programı var (yani kendisinin programı), yoksa çoğunuz işsiz kalacaksınız" diye yazabilen bir kişinin, TSYD üyelerine vereceği tek ders vardır; "sokak ağzı ile nasıl konuşulacağını ve yazılacağını öğretmek!." Bilmem ki TSYD, üyelerine bunu mu öğretmek istiyor? Türk'ün Türk'e ettiğini!.. Hooijdonk'u göklere çıkaranlar, "yaşı ondan küçük olan" Hakan Şükür'ü emekliye sevk etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar!.. Türkiye'nin "gelmiş geçmiş" en büyük golcüsünü, nerede ise attığı gol kadar "attıran" futbolcusunu, milli takımlar ve Avrupa Kupaları seviyesinde "attığı gol sayısının yanına yaklaşanın olmadığı" Türk Futbolu'nun rekortmenini 32 yaşında ve "en olgun çağında" çıkıp "Gelecek yıl futbola veda edeceğim, zira çok yoruldum" deme noktasına getirenler... Hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Değil Türkiye'de "onun yerini dolduracak bir futbolcu bulabilmek", hatta "ithal etmeye kalkın" bakalım, bulabilecek misiniz? Hakan'ı sevmeyebilirsiniz; buna söyleyecek sözüm olamaz!.. Ama "ona saygı göstermek zorundasınız"; eğer kendiniz de "saygı görmek" istiyorsanız!. Bir aynaya bakın bakalım; "Onun Türkiye'ye ve Türk futboluna verdiklerinin yanında", sizler ne verdiniz, ne verebildiniz? Türk Futbol Federasyonu'nu "Hakan'ın son 50 yılın en iyi futbolcusu seçtiği için" kutluyorum!.. "Hakan kompleksliler" utansın!.. Buyurun cenaze namazına!.. Futbol Federasyonu'nun, Fenerbahçe-Rizespor maçı için "kural hatası yapıldı" gerekçesiyle verdiği "tekrar" kararının, Tahkim Kurulu'nca "durdurulmasındaki haklılık", Futbol Federasyonu Merkez Hakem Komitesi'nin bir kararı ile adeta onaylandı!. Maç için verilen "tekrar" kararı ile, bir hakemin "şike" dışında işleyebileceği "en ağır" suç olan "kural hatası" yaptığı Federasyonca kabul ve ilân edilen Ali Aydın'ı "2 maç dinlendirdikten sonra" sahalara süren ve bu hafta da Süper Lige, hem de Ankaragücü - Fenerbahçe maçı ile döndüren Merkez Hakem Komitesi demek istedi ki; "Ali Aydın kural hatası yapmadı, sadece unutkanlık yaptı!.." Zira, aynı Merkez Hakem Komitesi, kural hatasına göre, "çok daha hafif" bir suç olan "takdir hatasını yapan" bir çok hakeme "Ali Aydın'a verdiği cezanın iki hatta üç mislini" veriyor, 4-6 hafta dinlendiriyordu!. Aksini düşünmek, "kural hatası yapıldığı kabul edilmesine rağmen" yapanı "iki maçla kurtarmak" gibi bir yola sapıldığını kabul etmek anlamına gelirdi ki; bu da Futbol Federasyonu'nun ve Merkez Hakem Komitesi'nin "adamına göre ceza kesmek gibi" bir eşitsizlik, keyfilik ve adaletsizlik yaptığını ortaya koyardı. "Eğer durum böyle ise", Federasyon'a da, Merkez Hakem Komitesi'ne de "artık" güvenmek mümkün olamazdı!. Kısacası, Federasyon ve Merkez hakem Komitesi "sebep-sonuç ilişkisi bakımından" birbirine "çok ters" iki kararla, kendilerini açmaza düşürmüşlerdi; şimdi "kırk katır mı, kırk satır mı" seçimi kadar zor bir seçim yapacaklardı: Ya "kararlardan biri yanlıştı!.." Ya da "Federasyonda adalet, eşitlik" çöpe atılmış, "adam kayırmacılık" ve "keyfilik" ilke haline getirilmişti! Halûk ve Bülent Beyler, bilmem ki ne diyorsunuz? Duyamıyorum; sesiniz gelmiyor!.. Bakalım, Tahkim Kurulu'ndan hangi ses gelecek? Not: Bu satırları yazdığımda Tahkim Kurulu kararı açıklanmamıştı. Karar ne olursa olsun, anlattığım tablo değişmeyecek; Federasyon ve MHK, "ya kırk katırı ya kırk satırı seçmiş olacak!.." Değişiklik şart!.. Türkiye Kupası'nda bugüne kadar "Kupa gibi kupa olmayı sağlayacak" değişiklikler yapıldı!. Büyüklerin ve yandaşlarının itirazlarına rağmen "tek maçlı eleme" usulü, sonra "altın gol", şimdi "gümüş gol" derken, "güçlülerin de elenebileceği" bir tablo ortaya çıktı!. Ancak gene de bir "eksik" var: "Kura çekimi" kaldırılmalı!. Kura yerine, final maçı hariç, "bir önceki sezonun sonuçlarına göre", karşılaşmalar "alt kümede ve alt sırada olanların sahasında yapılmalı!." Böylece, "tıpkı at yarışlarının handikap koşularında sağlandığı gibi" hiç olmazsa biraz "denge kurulmalı!." Mesela bu yıl kuralarda "4 büyükler evlerinde oynama hakkı elde etti!." Halbuki, "4 maç da rakiplerinin sahasında oynansa", Kupa çok daha renkli ve heyecanlı olacaktı!. Üstelik de Anadolu'nun bir çok kenti, "büyük takımları" izleme imkânına kavuşacaktı! Bir rekor daha!.. Eğriye eğri, doğruya doğru, Sezar'ın hakkını Sezar'a vermek ve "onu" ayağa kalkıp alkışlamak gerek: Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, rekordan rekora koşuyor!.. İşte bir rekor daha; bu kaçıncı rekor? Koca Fenerbahçe, başarılarla dolu tarihinde "ilk defa", Dünya Takımlar Başarı Listesi'nde "ilk 350'nin dışında kaldı!." Gençlerbirliği'nin 56'ncı olduğu bir sıralamada, Fenerbahçe "ilk 350'de yok!.." Fenerbahçe medyasında hâlâ "Aziz Yıldırım'ın yeniden başkan adayı olmasını ve başkan seçilmesini isteyenler" var ve "çıkması muhtemel başka adayların önünü kesmek için" haberler imal edip, yorumlar yazıyorlar!. Çok merak ediyorum; "bunlar" gerçekten Fenerbahçeli mi, yoksa "Aziz Başkan'ın pervaneleri mi?" Yazıklar olsun!.. Önce "olayı bütün dehşeti ile ortaya koyduğu" için sevgili Abdülkadir Yücelman'a, sonra da "ondan naklederek" enfes bir yazı yazan sevgili Hıncal Uluç'a teşekkür ederim; bir sporsever, bir atletizmsever ve bir gazeteci-spor yazarı olarak!.. Yıllar önceki bir Atletizm Federasyonu döneminde, "Türk atletizminde hamle yapabilmek için, atletizm konusunda geniş kitlelerin ilgisi çekmek gerektiğini, bunun da rekorlar kıracak, uluslar arası şampiyonluklar getirecek birkaç şampiyonun lokomotifliğinde olabileceğini, bu lokomotifler Türkiye'de yetişmiyorsa, bu problemin, tıpkı güreşteki, halterdeki, basketboldeki, voleyboldaki gibi, dışarıdan, Türk Cumhuriyetleri'nden, Balkanlar'dan, Afrika'dan 'yaşları ve durumları müsait' sporcular ithal edip Türk Vatandaşlığı'na geçirmekle" çözülebileceğini "ilk" yazan ve savunanlardan biriyim!. Zamanın Federasyon Başkanı'nın "Bunun yapılacağını ve ithal sporcu konusundaki çalışmanın federasyon programına alındığını" belirten faksını hiç unutmam!. Sonra "olay gerçekleşti" ve "bazı atletler" Türkiye'ye geldi. Bunların ikisi Elvan ve Ebru, "Avrupa pistlerinde" ay-yıldızı temsil etmeye başladı!. Sevgili Yücelman'ın yazısından öğreniyoruz ki; "2004 Atina Olimpiyatı'nda madalya şansı olan ve hatta bir altın getirme ihtimali bile bulunan" Elvan'ın hocası Ertan Hatipoğlu'na Federasyon Başkanı Mehmet Yurdadön'ün şikayeti ve raporu üzerine "10 ay ceza verilmiş!." Ne yapmış Hatipoğlu? Dünya Atletizm Şampiyonası sırasında "kampı iki defa terk etmiş, ayakkabı ve ilâç almak için ve de Başkan çağırdığı halde Eifel gezisine gitmemiş..." Vay... Vay... Vay... Ne büyük suç!!! Peki ama... Avrupa Şampiyonası sırasında, "listesine bile giremediği" bir partiden milletvekilliği adaylığı kapmak için kafileyi yüz üstü bırakıp, kampı terk ederek Türkiye'ye gelen kimdi? O vatandaş "bizzat" Federasyon Başkanı Mehmet Yurdadön değil miydi? Bunu yaptığı halde, "istifa ettiği" Federasyon Başkanlığı'na dönebilmek için "çalmadık kapı bırakmayan" ve gene o koltuğa oturtulan da Mehmet Yurdadön değil miydi? Neymiş, Hatipoğlu, "ayakkabı ve ilâç almak" için kamptan ayrılmış..mış; 10 ay ceza!.. Sonra dönmemiş mi? Çalıştırdığı atletlerle ilgilenmemiş mi? Peki ama, Elvan'ın "altın madalya getirdiği" 1. Dünya Atletizm Kupası'na Ertan Hatipoğlu'nu gönderemeyen ve Elvan'ın "telefonla verilen taktiklerle koşmasına göz yuman" kim? Yurdadön "tehlikeli oyunlar" oynuyor ve bu oyunlar "boyunu aşmaya başladı!." Üzüldüğüm, Genel Müdür Mehmet Atalay'ın da meseleye "Süreyya Ayhan'ın da adını karıştırarak" Yurdadön'ü savunması... Çok yazık!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.