Tüyler ürpertici!..

A -
A +

"Hakemler için" yazmak istemiyorum; zira "haklı - haksız" ne kadar hırpalandıklarını biliyorum!. Ama, "İsmet Arzuman - Cemal Gemici futbol cinayeti için" birkaç satır yazmazsam, "kendimi, spor yazarlığı görevini yapmamış sayacağım" ve işte onun için yazıyorum!. Vatan Gazetesi'nde çıkan haber: "Merkez Hakem Kurulu'nun İstanbul'da düzenlediği aylık genel değerlendirme toplantısında birçok maçtaki hakem hataları ile birlikte Konya - F.Bahçe karşılaşmasında Anelka'nın gol attığı pozisyon da masaya yatırıldı ve ortaya kamuoyunun haberdar olmadığı çok ilginç gerçekler çıktı. Toplantıda MHK üyelerinin pozisyonla ilgili sorusu üzerine söz alan maçın yardımcı hakemi Cemal Gemici şunları anlattı: "Ben Anelka'nın o pozisyonda Konyaspor kalecisi Özden'e faul yaptığını gördüm. Hakem Özgüç Türkalp'e baktım, benden herhangi bir şekilde yardım istemedi. Bunun üzerine hemen yakınımdaki dördüncü hakem İsmet Arzuman'a 'Hocam pozisyonda faul gördüm. Ne yapayım?' diye sordum. O da bana 'Özgüç senden yardım istedi mi?' diye sordu. 'Hayır, istemedi' yanıtını verince Arzuman 'O zaman yapabileceğin bir şey yok' dedi. Ben de bize verilen talimatlar çerçevesinde hakemin gol kararıyla santraya yürüdüm." Aynı toplantıda söz alan FIFA kokartlı hakem İsmet Arzuman da 'Özgüç Türkalp'in bu pozisyonda Cemal Gemici'den yardım istemesi gerekirdi. Ama o, kararı kendisi verdi. Cemal'in anlattıkları pozisyon sırasında aynen gerçekleşti' ifadesini kullandı. Hakem Özgüç Türkalp ise o sırada Cemal Gemici'den yardım talebinde bulunmadığını belirtti ve kendi kararının doğru olduğuna inandığı için böyle bir gereksinim hissetmediğini açıkladı." İnanılacak gibi değil!. Belki de "düşecek takımların ya da şampiyon olacak ekiplerin nihai puanlamasına etki edecek bir faul görülüyor" ve de hatta "öteki yarı sahadaki yardımcı hakemin müdahalesi ile iptal edilen goller yaşıyoruz"; şu yapılana bakın!.. Soru: "Acaba o golü Fenerbahçe yese idi" İsmet Arzuman ve Cemal Gemici ikilisi "gene aynı uyumu göstererek, sessiz mi kalacaklardı?" Ve Özgüç Türkalp "yardım istemeyecek miydi?" Ya, haberin sonu: "Gemici'nin pozisyon sırasında faulü görmesine karşın bayrak kaldırmamasının gerisinde yardımcı hakemlere verilen talimatların rol oynadığı ortaya çıktı. Hakem seminerlerinde, özellikle ceza alanı içinde ve hakemin yakın olduğu pozisyonlarda oluşacak faullere hakem yardım istemediği takdirde yardımcıların karışmaması yolunda uyarıda bulunulduğu öğrenildi." Şimdi Merkez Hakem Komitesi Başkanı Ufuk Özerten'e soruyorum: "Sahanın yan çizgilerinde koşan hakemlere" eskiden "yan hakem" denirdi; neden bu unvan "yardımcı hakem" olarak değiştirildi? "Büyük kulüplere yardım etsinler" diye mi?. Orta hakemin "göremediği" ya da belki de "görmek istemediği" bir hentbolle ya da faulle atılan "gayrı nizami golü", bir yardımcı hakemin, "orta hakem yakınındaydı, bana ne" diye geçiştirmesinin ve "santraya koşmak zorunda kalmasının" talimat ve derslerini Komiteniz mi veriyor?. Böyle bir rezalet olabilir mi?. "Ortadaki cezasını çekiyor"; asıl futbol skandalını "bilerek" inşa ettikleri ortaya çıkan "bu iki hakeme ne ceza hükmettiniz?." Ki, bunların yaptığı, "hatalı gol kararı veren" ama "ihlâli göremediğini" ifade eden Özgüç Türkalp'ten daha "ağır" bir suç değil mi?. "Görmüşler" ya da "görülmüş olduğu üzerinde anlaşmışlar" ama seslerini sedalarını çıkarmamışlar; tam bir "taammüt!." Hele hele maçtan sonra "Ben başka bir işle uğraşıyordum, pozisyonu görmedim, görsem uyarırdım" diyen "en tecrübeli(!)" hakemlerimizden İsmet Arzuman'ın, "açık eli ve faulü görüp de kendisine ne yapacağını soran(!!!???)" yardımcı hakeme "Orta hakem yardım istedi mi, istenmediyse koş santraya" demesine ne demeli?!. "Bunu yapan hakemleri korursanız"; yarın "çok daha büyük hata ve gafları bile bile yapan" çok hakemle karşılaşacaksınız, sevgili Özerten!.. Bilmem anlatabildim mi?. Yenmek ya da yenilmemek!. Dünya Kupası finalleri için "ya olacak ya olacak" anlamını taşıyan iki maçlık serinin ilki bu gece!.. Hemen hemen ümidin bitmek üzere olduğu bir zamanda göreve gelen Fatih Terim, "zoru başararak" baraj maçları oynamaya hak kazanan bir ekip oluşturdu!.. Şimdi de, "baraj maçlarını geçmek zorunda kalan" bir takım oluşturmak zorunda; zira "ilk on birine giren" oyuncuların önemlileri ve kadronun önemli bir bölümü sakat ve cezalı!. Daha da önemlisi, "kadrodaki bu önemli ve zorunlu oynamanın yanında", Terim "göreve geldikten sonra, Milli Takım'ın kalan grup maçlarını" sadece ve sadece "galibiyet üzerine kuracağı bir taktik" ile oynamak zorundaydı ve "öyle" yaptı !. Bu defa ve bu gece "eksikler yüzünden" zorunlu olarak "yenmek değil, öncelikle yenilmemek" üzerine kuracağı bir ekiple sahaya çıkacak!. Daha doğrusu "İsviçre'den gelen haberler ve sinyaller" işin "böyle" olacağını hissettiriyor!. Türkiye, "yenilmemek üzerine kurulu bir taktik ile" istediğini alabilir mi?. "Eksikleri ve sakatları göz önüne alırsak", bu kolay değil ve Türkiye "gene" zoru başarmak zorunda!. Zira, "Milli Takımımız dahil" Türk takımları "hâlâ" kronikleşmiş hastalıktan kurtulamadı; "Kolay gol yemek ve zor gol atmak!." "Yenilmemek için" sahaya çıkacak bir Türkiye, maçın nerede ise 4'te 3'ünün kendi yarı sahasında oynanacağı bir taktikle "riski göze almış olmayacak mı?." "Kolay gol yeme hastalığı" da ortada olduğuna göre, "yenilmemek üzerine kurulu bir taktik", yenilmemeyi sağlayacak mı?. Elbette, "bunları düşünürken", ben ve benim gibiler "endişe edebiliriz" ama "kurt hoca" Fatih Terim'in "bunları düşünmemesi" mümkün mü?. "Tedbirlerini alması" ve belki de İsviçre'yi "çok şaşırtacak" bir taktikle sahaya çıkması akla yakın gelmiyor mu?. "Grup maçlarında yenilmeyen" bir İsviçre'yi hem de İsviçre'de yenerek, "ikinci maçları iyi oynayamayan" Türk Milli Takımı'nı rahatlatmak, Terim'in "ilk hamlesi" olursa, şaşırmamız mı gerek?. Artık "öyle mi olacak, böyle mi olacak" tartışmalarının ve yorumlarının zamanı geçti; gelelim sadede: Buraya kadar geldikten sonra, Almanya'ya gidemezsek yazık olur; öyleyse "180 dakikanın sonunda galip olmak zorundayız!." Ve olacağız!.. Hıncal Uluç haklı!. Sevgili Hıncal Uluç'un "Milliyet'te neden Fenerbahçeli, Beşiktaşlı yorumcular var da, Galatasaraylı yorumcu yok, Galatasaray maçlarını da Fenerbahçeliler yorumluyor" şeklindeki açıklamasını, programda Mehmet Demirkol, sonra da gazetede Attila Gökçe cevapladılar!. Bana göre cevaplayamadılar!. Hıncal Uluç'a "herkesi tatmin edecek" bir cevap veremediler!. Tartışmaya "başka yorumcular ve spor yazarları" da katılmasa, ben de katılmayacaktım!. Elbette, "bundan çok yıllar önce işleyen düzen içinde olsaydık" spor yazarı ve yorumcusu "her takımın ve her kulübün üzerine yazı yazmalı ve yorum yapmalıdır" tezini savuna geldiğimiz gibi, bugün de savunacaktık!. Ama, "yıllardır" Türk basınında ve spor kamuoyunda "tamamen tersi bir düzen" yerleşik hale geldi, getirildi!. "Bu düzen devam ettiği sürece", spor ekranlarının ve sayfalarının da "bu düzen değişene kadar, bu düzenin gereğini yerine getirmesi gerekmiyor mu?." Milliyet, "Fenerbahçe ve Beşiktaş için" bugünkü yerleşik düzene uyuyor da, "neden sadece Galatasaray için" birdenbire "20 yıl öncesinin özlenen tarafsız spor yazarlığını" savunur hale geliveriyor?. Neden "sürekli olarak" mesela Beşiktaş'ın maçlarını "Fenerbahçeli olarak tanınan", Fenerbahçe'nin maçlarını "Beşiktaşlı olarak tanınan" yazarlara ve yorumculara yazdırmıyor?. Bakınız, "50 yıldır" bu işin içindeyim; "Ben Fenerbahçeliyim, ben Beşiktaşlıyım, ben Galatasaraylıyım ama bu takımlar ve bu kulüplerle ilgili konularda tarafsız yazıyorum" sözü, "yok denecek kadar az sayıdaki istisna için" geçerli olabilir; gerisi palavradır!. Mesela işte "böyle" söyleyen Mehmet Demirkol'un yazılarını da, TV konuşmalarını alın, iyice inceleyin, gelin tartışalım; ve işte son örnekler; "Tahkim Kurulu'nun son kararları ve yabancı oyuncu tartışmaları için yorumlarını okuyun"; bakın bakalım "nasıl buram buram Fenerbahçe tezleri kokuyor!." Ve de "Mehmet Demirkol tarafsız oluyor"; öyle mi?. Hadi canım, güldürmeyin beni!. İyi ki hatıralarında cevaplamadı!. Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın sorduğu bir soruya, hem de "kendisini ağır bir töhmet altında bırakan" bir soruya "nihayet" cevap verdi!.. Sorudan sonra "kaç hafta geçti" pek hatırlamıyorum!.. Ama diyorum ki; "Buna da şükür, sorunun cevabını çok ileriki yıllarda yazacağı hatıralarına da bırakabilirdi; Canaydın bu!.." Aziz Başkan'ın sorusu; "Özhan Canaydın'ın, bir başka kulüple ilgili bir konuda, Beşiktaş'ın sahasının kapatılıp kapatılmaması ya da maçının seyircisiz oynanıp oynanmaması konusunda (Ceza, Fenerbahçe maçına rastlıyordu) Tahkim Kurulu'nun bir üyesine telefon edip etmediği" idi!. Canaydın, Galatasaray Divan Kurulu toplantısında "bu konuda" şunları söyledi: "Her dakika yumruk vuran, dağıtan, bağıran bir başkan olmam imkansız. Ben buyum. Beni böyle kabul etmeniz lazım. Çok bağıran takımların 11 - 13 puan farklardan nerelere geldiğini hepiniz gördünüz. Malum kulübün başkanı derbi öncesi konuştuğum kişiyi sordu. O kişi Tahkim Kurulu'ndan Selim Önen kardeşimdir. Bir sohbet anında 'Bir derbi maçı öncesi Beşiktaş'ın ceza alması şanssızlık. Derbiler çok önemlidir. Kendi evinde oynayan tabii ki avantajlıdır. Buna dikkat etmeniz lazım, çok adaletli olmanız lazım. Bu düşüncem iki kulüp için değil her kulüp için aynıdır. Ben bunu her derbi için konuşurum bilesin Selim'cim' dedim. Bütün konuştuğum da budur." Tam da "genç papazın verdiği ilk vaaz" anekdotuna benziyor, "genç papazın yaptığı gafları" anlatmak için yaşlı papazın "Vaazın çok iyiydi" diye başlayarak "Şu..şu..şu yanlışları yapmasaydın" dediği anekdota!. Yanlış bir: "Herkese etik dersi veren" bir başkan, nasıl olur da başka bir kulübün ceza alıp almaması ile ilgili olarak Tahkim Kurulu üyesine telefon eder? Yanlış iki: Telefonlarda, hem de kendi kulübünün dosyası için değil, başkalarının dosyası için,Tahkim Kurulu'na "dikkatli olun, adaletli olun" demek Galatasaray Kulübü Başkanı'nın adeti ve görevi olabilir mi?. Yanlış üç: "Bunu her derbi için konuşurum, bu düşüncem her kulüp için aynıdır" dediğine göre, Galatasaray Başkanı "başka dosyalar, başka derbiler, başka maçlar için de telefonlar etmiş midir?" Yanlış dört: "Malûm kulüp" ne demektir?. Galatasaray Başkanı'na, en büyük rakibi olan Fenerbahçe'den "malûm kulüp" diye bahsetmek yakışıyor mu?. Yanlış beş: "Güvendiğin, inandığın ve 'Selimcim' diye hitap edecek kadar kendine yakın gördüğün kişi" nasıl bir kişidir ki, "Ağzında bakla ıslanmaz" ve "kendisine edilen özel bir telefonu" gider Aziz Yıldırım'a yetiştirir ya da "Aziz Yıldırım'a yetiştirilecek" şekilde ona buna anlatır?." Yanlış altı: "Böyle" kişilerden oluşan bir Tahkim Kurulu'nun Türk futbolunda adaleti erozyona uğratmasından daha tabi ne olabilir?.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.