Hafta içinde Türkiye Gazetesi'nin spor sayfasında, Basketbol Milli Takım Menajeri Doğan Hakyemez'in açıklamaları vardı ve sabahın erken saatinde internette "gazeteler arasında bir gezinti yaparken", bu haber "Üç Silahşörler" başlığı ile verildiği için "hemen dikkatimi çekmişti!.." Çocukluk dönemimin "en çok okuduğum ve sevdiğim" kitaplarından biri idi; Alexander Dumas Père'in "Les Trois Mousquetaires" adlı romanı!.. Athos, Porthos ve Aramis "Kralın silâhşörleri" idiler ve "Gaskonyalı" D'Artagnan ile beraber, kral ve Fransa için mücadele ediyorlardı!. Karşılarında da "zamanın en güçlü adamı" Kardinal Richelieu vardı!. Türkiye'nin spor sayfasında, Doğan Hakyemez'in "ağır şekilde suçladığı" ve "Üç Silâhşörler" diye adlandırılan "üç kişi"; Ünal Özüak, Nur Gencer ve Mahmut Kuein'di!. Hımmmm!. Bu üçlü "3 Silâhşörler" olduğuna göre, artık kim Athos, kim Porthos, kim Aramis onu kendileri seçerler; acaba "asırlardır unutulmayan, hâlâ milyonlarca okuyucusu olan" ve defalarca filmleri çevrilen romanın "diğer" kahramanları kimlerdi? Herhalde "Kral" Türk Basketbolü idi!.. Bizim "Üç Silâhşörler" Türk Basketbolü'nün muhalif kanadından oldukları için, D'Artagnan da, olsa olsa muhalefet lideri Lütfi Arıboğan olabilirdi!.. Peki, ya zamanında Fransa'nın en güçlü adamı olan ve "iktidarı elinde tutan" Kardinal Richelieu? O da, herhalde, Federasyon Başkanı Turgay Demirel'di!.. İşte burada duralım ve "Doğan Hakyemez'i romanın içine hangi kahraman olarak yerleştireceğiz" sorusuna cevap bulalım: "Kardinal'in Muhafız Birliği'nin komutanı" Jussac!.. Peki, romanın "önemli kişilerinden olan" Kardinal Richelieu'nun adamı ve silâhşörü "Rochefort" kim olabilirdi?.. Ooo... O kadarına uzanmayalım; zira ortaya "tanıdık" biri çıkabilir ki, "onu severim" ve "fazla" üzülmesini istemem; zaten ona "Rochefort'luk" da yakışmaz ama o kendisine yakıştırıyor ve "gönüllü olarak" bu görevi üstleniyor!.. İşte, Türk Basketbolünde "seçimlere giderken" son durum bu!.. Bu arada, Kardinal Richelieu'ye, pardon Turgay Demirel'e bir tavsiyem var; "Jussac'ın işine hemen son ver ve Alexander Dumas Père'in romanının sonundaki gibi D'Artagnan ve Üç Silahşörler ile barış!.." Zira, Jussac , "seni herkese düşman etmeye devam ediyor!." Hiç üzerine vazife değilken ve ortada bir sebep yok iken, "Türkiye'nin Spor sayfalarında" bu defa da "eski" avukatın, bugünün Futbol Federasyonu Başkanı Levent Bıçakçı'ya vermiş veriştirmiş, onun "ne avukatlığını bırakmış, ne de yönetim şeklini!.." "Bir avukat ile müvekkilinin arasında kalması gereken" bazı olaylar, bilmem ki "Basketbol Milli Takımı'nın menajerinin ağzı ile", neden ortalığa dökülür? Neden "yeni özerk olmuş" Basketbol Federasyonu ile "yılların özerk Futbol Federasyonu" ve onların yaptıkları ya da yapamadıkları, "milli oyunculara verilen primlere kadar" karşılaştırılır? "Biz... Biz..." diyerek, Turgay Demirel'in başkanlığına ve federasyonuna "ortakmış" havası basmaya devam eden Doğan Hakyemez, "Basketbol Federasyonu'nun paralı bir personeli değil mi?" Nasıl "böyle" konuşur ve nasıl "onu, bunu" tehdit edebilir? Hangi kanun, tüzük, yönetmelik veya talimat, Milli takım menajerlerine, federasyon başkanlarının, federasyonların yerine "kendisini koyup" bu şekilde konuşmaya hak ve yetki veriyor? Bu ne pervasızlıktır, bu nasıl "paralı, maaşlı personelliktir?" Verirsin istifanı, ayrılırsın görevinden, istediğin gibi konuşursun, ama hem o koltukta oturacaksın, hem de "gönüllü olarak Jussac'lık yapacaksın"; olacak şey mi? Turgay Demirel, Levent Bıçakçı ile sözleşmesini sona erdirdikten sonra, sana mı "noterden genel vekâlet" verdi? Hakyemez, "Üç Silâhşörler'i ağır şekilde suçlarken" durup durup "Şunu yaptılar, elimde belgelerim var, bunu yaptılar, elimde belgelerim var" diyip duruyor; "Elinde belgen varsa", açıkla be kardeşim, seni tutan mı var? Yoksa, "bu da", tıpkı Malezya'da "sahnelenen" ünlü "Kanadalı delegeye telefon edildi" senaryosunun tekrarı mı? Sahi, sevgili Esat Yılmaer, günler, haftalar geçti; senden ses seda yok; "kimdi Malezya'ya telefon eden" gazeteci? Şahane bahane!.. "Anlı - şanlı" ve de "rakibine parmak atan oyuncuyu affeden" Tahkim Kurulu, "böylesine çirkin bir hareketi yapan futbolcunun iki maçlık cezasını kaldıran bu kararı" neden vermiş bilir misiniz? Bazı yorumcular tarafından söylenip yazıldığı gibi, yani "hakem - gözlemci - temsilci raporlarında olaydan tek satır yok, onun için görüntü delil ve belge sayılmaz ve ceza verilemez" tezinden dolayı değil!.. Tam tersine, diyor ki Tahkim Kurulu; "sadece TV görüntüsüyle de ceza verilir" amma... "Hakemin objektif görme imkânsızlığı içinde bulunması" şartı ile... Yani; "rakibine parmak atan futbolcunun affı şahane ile ödüllendirilmesinin" sebebi; "hakemin tam o sırada objektif görme imkânsızlığı içinde bulunup bulunmadığının tespit edilememesi" imiş... "Tespit edilse imiş"; ceza tamammış!.. Yani; "işin esası, ûsule kurban edilmiş!.." Şimdi sormak gerek; "hakemin objektif görme imkânsızlığı olmasa"; böylesine "çirkin ve cezayı hak eden" bir fiili neden görmezlikten gelsin, cezalandırmasın ve raporuna yazmasın? Federasyona bir görev düşüyor; hemen yönetmeliği değiştirsin ve "hakemlerin objektif görme imkânlarının olup olmadığını takip edecek bir gözlemciyi daha" yönetmeliğe eklesin!. Böylece, mesela Carew'de "işlemeyen" bu şartın, Murat Aksu Federasyona "çok sert çıkınca", Emre de "istenir" hâle gelmesinden dolayı ortaya çıkan "enteresan" çelişkinin benzerlerinden de kurtulunmuş olur!.. Bizden önermesi... Tahkim Kurulu, ayrıca "Disiplin Kurulu'nun verdiği ceza, olayda aranan belirli bir vahamet olma şartı'na da uyumlu değil" diyor!.. Eeee... "Rakibine parmak atmak vahim olabilir mi?" Belki de bir "sevgi" işareti; kim bilebilir?!.. Buyurun futbolcular; herkes herkese parmak atabilir; atış serbest!.. M.Tahir Kum'a mesaj!.. Sevgili Kum... Stop... Seni kutluyorum... Stop... Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın açıklamalarının, yeni çıkarılan Sporda Şiddet Kanunu'nun "hangi maddelerine girdiğini, bunun karşılığının neler olduğunu" açık açık ortaya koyan haberini okuyunca, "İşte spor gazetecisi bu, işte spor haberi de bu" dedim... Stop... Bu haberinle, attıkları zaman mangalda kül bırakmayan ama "bütün bunları" seyreden yetkililere de, bizim adımıza, fair play adına, spor adına çok iyi bir mesaj vermiş oluyorsun... Stop... "Şiddete karşı alınacak tedbirlerin sulandırılması için" kampanya başlatanlara ve mesela "merdiven boşaltmanın sadece merdiven boşaltma olduğunu sanan ve bu uygulamanın tribün çeteleriyle savaşmanın ve onları yok etmenin göstergesi olduğunu anlamayanlara" da en iyi cevabı verdin... Stop... Anlayana sivrisinek saz, anlamayana... Stop... Başarılarının devamını dilerim... Stop.... Sevgilerimle.... Stop... Öcal Uluç... Stop... Sen de mi Brütüs? Adını yazmayacağım; zira çok sevdiğim, çok takdir ettiğim bir futbol yorumcusu, bir spor yazarı... Hafta içinde yazdığı yazının başlığı aynen şöyle: "Kellesini isterim!.." Bir teknik adamın "kellesini istiyor!.." İnsanın tüyleri diken diken oluyor!.. Milli formayı defalarca giymiş, kendi takımında ve milli takımda kaptanlıklar yapmış, hocalığa soyunmuş, milli takımlara kadar yükselmiş, herkesin "tam bir centilmen" diye tanıdığı bir kişi... Artık "duayen" denilecek yaşa ve olgunluğa erişmiş... "Kelle istiyor!.." "O" böyle yaparsa, "bizler" böyle yaparsak; "tribünlerdeki holiganlara" nasıl karşı çıkacağız, nasıl karşı duracağız?.. Öyleyse öl Sezar!.. Johansson ne dedi? UEFA Başkanı Johansson'un "Televizyonlarda hakem yorumları durdurulmalı" sözü, çok önemli!.. "Sahalara güveni" getirecek bu uygulamanın başlatılması, hem de hemen başlatılması şart!.. "Bu yorumlarla", hak etmeyecekleri kadar "üne, paraya, reytinge kavuşan" ama "kendi hatalarını ve geçmişlerini unutan" bazı kişiler, Johansson'a ateş püskürüyorlar!.. Yıllarca "bu yorumlara karşı çıkan" ve "çok ağır eleştiriler yapan" bir "eski" Merkez Hakem Komitesi Başkanı, şimdi hiç sıkılmadan "Ben bunu eğitim için yapıyorum" diyor!.. Sanki eğitim, "boş saatleri doldurmak için milattan önceki maçları yayınlayan" TRT kanallarında "aklı başında, dört başı mamur" yapılmazmış gibi; her pazar gecesi "hakemleri ve hakemliği pas pas eden" programların benzerlerini yapmaya devam ediyor!.. Kendi kendini de, milleti de "Ben eğitim veriyorum" diye aldatmaya devam ediyor!.. Bakanlık, genel müdürlük, federasyon ve RTÜK, Johansson'un mesajını almalı ve gereğini yapmalı!.. Aksi hâlde, "bu olaylar devam eder"; zira "hakemlere olan güven geri gelmezse", bütün dünyada her hakemin "her zaman yaptığı hatalar yüzünden" Türk hakemleri pazar geceleri hemen hemen her kanalda "karalanmaya devam ederse", taraftarlar ve yöneticiler aras ında dostluk bağlarının kurulması mümkün değildir!.. UEFA Başkanı söylüyor, daha kim söylesin? Bırakalım çeteler cirit atsın!.. Yıllardan beri hep savunagelmişimdir; "Türkiye'de medya düzelmedikçe, hiçbir şeyi düzeltemeyiz!." Sporumuzda da durum böyle... Futbolumuzda da durum böyle... Tribün teröründe de durum böyle... İşte, "alınan tedbirleri" sulandırma çabaları, "Galatasaray - Fenerbahçe maçında bizzat işin en başındaki yetkililer tarafından" nasıl resmen başlatıldı ise, günlerdir de "bazı gazetelerin spor sayfalarında" hem de yoğun şekilde devam ettiriliyor ve "sulandırmaya karşı tepki koyanlar" için yazılmadık, söylenmedik şey bırakılmıyor; yazılarına "imza koyamayan" bazıları da komplekslerini kusup spor sayfalarını kirletiyor!.. Bu demektir ki; "yakında tedbirler sadece sulandırılmakla kalmayacak", bilinmelidir ki; buhar olup, uçacak!.. "Yok efendim, durum çok abartılıyormuş..." Herhalde, "bir değil", on kişinin, yüz kişinin ölmesi gerek!.. "Yok efendim, her tarafta tribün olayları varmış..." Eeee... Bizde de olsun ve devam etsin, ne gam? "Yok efendim, her tarafta merdivenlere oturuluyormuş..." Oooo... "Tribün çeteleri", numaralı bilet sahiplerinin yerlerini işgale ve onları merdivenlere oturmaya mecbur etmeye devam etsin, efendim; kime ne? "Yok efendim, her ülkede, herkes ayağa kalkıyormuş!.." Elbette... Elbette... Tribün çeteleri, tribünün ön duvarında Çin Seddi, pardon küfür seddi kurup, oturan hiç kimseye maç seyrettirmesin, bütün tribünü ayaklandırsın, tam bir keşmekeş içinde, kimin ne yaptığı belli olmasın, bu arada "insanlar bıçaklansın, şişlensin"; küçük çocuklar ağlayarak babalarına sarılıp "Beni eve götür" diye feryat etsin, futboldan, spordan tiksinsin, bize de tiraj ve reyting fırsatı çıksın; fena mı? "Yok efendim, küfür de neymiş, her ülkede varmış... Bırakalım bizde de insanlar küfür etsinler... Deşarj olsunlar!.." Öf ki, ne öf... Rakip takımlara, başkanlarına, kulüplerine, yöneticilerine küfür, hem de koro hâlinde devam etmeli ki, "düşmanlıklar artsın, olaylar tribünlerden de taşsın", sokaklara, kentlere yayı lsın; ne yazılar döktürür, ne programlar yaparız ama... Öyle değil mi? Neden engel olunmasını istiyor, didinip duruyor, hatta çetelere karşı hayatınızı tehlikeye atıyorsunuz, ey gafiller, ey aptallar?.. "Yok efendim, 'devlet yok' denir miymiş..." Evet, Evet.... "Devlet yok... Ama, yetkilileri 'olayları bitirmeleri için' ağır şekilde eleştiren ve uyaran, medyanın tirajını, reytingini düşünmeyen siz hainleri yakalayıp, içeri tıkmadığı için yok!.. Yoksa devlet, tribünlerde olaylar sürdükçe, tutulmayan anonslar yaptırarak, Şeref Tribünlerinde oturup, seyrettikçe hep var olduğunu göstermeyecek mi?.." Bu "hazin" tablo karşısında, düşünüyorum da... "Yazıklar olsun bizlere..." diyorum!.. Yıllardır yaptığımız mücadele ne kadar boşmuş.. Tribünlerdeki "çeteleri, amigoları yola getirelim" derken, kendi içimizde "holigan muhafızları" yetiştirmiş, hem de köşe başlarına oturtmuşuz!.. "Yazar - çizer" diye... "Spor şefi...müdürü" diye... Bu ayıp da bize yeter!..