Birkaç gün ara ile, bir büyük sporcuyu, bir de çok sevdiğim, değer verdiğim bir "spor adamı - gazeteci" dostumu kaybettim!.. "Büyük sporcu" Rıfat Çalışkan'dı, "spor adamı - gazeteci" ise Bekir Çiftçi!.. İkisi de "gazetelerde" o da "bazı" gazetelerde "küçücük" haber oldular; TV'lerde ise, o bile yoktu!.. Bekir Çiftçi, 1950'li, 60'lı, 70'li yılların Ankara'sının önde gelen "gözde" gazetecilerinden biriydi, çok gazeteci yetiştirdi. Bir başka özelliği de "spor yöneticiliği" oldu; belki de Guiness'in rekorlar kitabına girecek kadar uzun bir süre Yenişehirspor Kulübü'nün yöneticiliğini ve başkanlığını yaptı. Orhan Girgin'li, Şengün Kaptanoğlu'lu ve daha nice "ünlü sporcuyu yetiştirerek İstanbul'un büyük kulüplerine ve milli takıma gönderen" Ankara'nın spor tarihine geçmiş Yenişehir Basketbol Takımı'nda da "yönetici ve başkan olarak" çok büyük emeği vardı!.. Spor olarak "Atletizm - Tenis - Basketbol - Bisiklet" branşları, en keyif aldığım, en çok sevdiğim ve "kare asım" dediğim dörtlemedir; Rıfat Çalışkan bu dörtlemenin "bisiklet" dalında tanıdığım Türk sporcuların "en büyüklerinden biri" idi!.. 1950'li yılların ikinci yarısında, Ankara'da Yenigün ve Öncü Gazeteleri'nde, "o yokluk günlerinin imkânları içinde", Fransa Bisiklet Turları'nı, "Ankara'ya üç gün sonra gelen" L'equipe gazetesinden ve de "cızırtılı" Fransa radyolarından izleyerek "manşetlerde" sonuçlarıyla, notlarıyla, röportajlarıyla "günü gününe" okuyucusuna veren Hıncal Uluç'lu, Ahmet Taner Kışlalı'lı, Oktay Kurtböke'li, Güneş Tecelli'li, Yaşar Güngör'lü, Günaltay Şibay'lı "Mehmet Ali Kışlalı klanının bir üyesi olarak", bisiklet sporuna aşık olmuştum!.. Gino Bartali'leri, Fausto Coppi'leri, Louison Bobet'leri "efsaneler olarak" okumuş, ama Jack Anquetil'leri, Charly Gaul'leri, Federico Bahamontes'leri "yazma" şansına kavuşmuştum. Sonra Edddie Merckx'ler, Bernard Hinault'lar, Miguel İnduran'lar ve nihayet "efsaneler efsanesi" Lance Armstrong'ları "seyretmek için" Fransa Bisiklet Turu'nun canlı yayınları sebebiyle yıllar boyu saatlerce ekran başına kilitlenmiştim!.. İşte "bisiklet sporuna vurulduğum" o gençlik yıllarımda, Ankara - İstanbul arasında yapılan turları da "spor yazarı olarak" izlemiş ve Nezir Sonakın'ların, Aytekin İpek'lerin, Balkan'lardan gelen yabancılarla "müthiş mücadelelerini" yazmıştım; onların "son yıllarına yetişen" bir büyük bisikletçimizi ve şampiyonumuzu da tanımıştım o arada; Rıfat Çalışkan!.. Türk bisikletine, hem sporcu, hem antrenör, hem yönetici olarak çok şey verdi, Rıfat Çalışkan, ama biz ona ne verdik; işte ölümündeki "hazin" tablo; çok gazeteye giremeyen "birer küçük ölüm haberi!.." "Hafızamı tazeleleyim" de "bu yazıyı öyle yazayım" diye "Türkiye Bisiklet Federasyonu Sitesi'ne gireyim" dedim; hay girmez olaydım!.. Gençlik ve Spor Genel Müdürüm; bu federasyonun adının başındaki "Türkiye" sözünü derhal geri alınız, lütfen!.. "Böyle utanç verici" bir siteyi, adının önünde "Türkiye" olan hiç bir kuruluş yapmamalı (Bilmem ki, kulaklarınız çınlıyor mu, Türkiye Spor Yazarları Derneği'nin çoğu yeniden seçilen geçen dönemdeki yöneticileri!..) "3 satırlık vefat" haberi dışında Rıfat Çalışkan ile ilgili "bir kelime yok!.." Dahası, "zamanın federasyon başkanlarını hatırlayayım" dedim; bıraktım "o zamanın federasyon başkanlarını", bugünmün "federasyon başkanı ve heyeti bile yok" sitede; ne "bisiklet tarihimiz" var orada, ne de mesela "bugünün milli takım teknik heyeti"; Nuh Nebi'den kalmış ve "kokmuş" haberler var ama!.. Yazıklar olsun; sayın genel müdürüm; bu federasyona yılda "kaç trilyon lira veriyorsunuz" acaba?.. Gitti gider!.. Tam da "beter olsunlar" dediğim bir tablo çıktı ortaya!.. Formula 1'in "Türkiye ayağı için" yer aranıyordu; Antalya talipti, İzmir - Selçuk talipti, İstanbul talipti!.. İzmir - Selçuk "bulunmaz" bir yerdi; pistin yapılacağı arazi, "kazma vurmadan" adeta "doğal pist" gibi bir yerdi; Dünya'ya ve Türkiye'ye "deniz - hava - kara (otoyol) yollarıyla bağlıydı!.. Dahası, "burası" hiçbir zaman ve sadece "İzmir - Selçuk etabı" olmayacak, tam bir "Uluslar arası Ege etabı" olacaktı; zira "turist dolu" Yunan Adaları, sadece "yüzme mesafesi" kadar ötede idi!.. Ama, ülkede cazip her şeyi yutan bir "kara deliğe benzeyen" İstanbul, "metreler boyunda iddia ve söylentilerle dolu dosyalara rağmen", Formula 1'i aldı; daha dün bir, bugün iki; iflâs etti; tribünlerde in cin top oynuyor ve "Formula 1'in patronu" yakında "Harç bitti, yapı paydos" diyecek!.. Kim kazandı; "o iddia dosyalarında başrole soyunmuşlar" mı, yoksa "o pist etrafındaki arsa spekülasyonlarına soyunanlar" mı?.. Kaybeden ise "gene" Türkiye ve de Formula 1'in "güzelim" Türkiye etabı oldu!.. "Menfaat", ortak akılı ve "faydayı" yendi, her zamanki gibi; sonuç ortada!.. İzmir'in hâli!.. Sevgili Özgür Özgürengin, Milliyet Ege'de şunları yazdı: "Altay kongresinde, çay ocağının önündeki TV'den Kurtlar Vadisi'ni izleyen kişi sayısı, "Kayseri Erciyes'e niye yenildik" diye soran Tayyar Önder'i dinleyenlerden fazlaydı. Zaten, Altay'ın durumunun da Kurtlar Vadisi'nden pek farkı kalmamış artık. Çevir kafanı bak salona, Polat'ın da çakması var, Memati'nin de... En çok da Muro'nun. Bir büyüğün olmadığı yerde, bu kadar sahte kahramanın çıkmasına da şaşmamak gerekir, değil mi ama. 'Büyük' deyince aklıma geldi, Altay için ne kadar da önemliymiş Zorlu, Burteçin ve Özgener... Çok acı bir gerçekle anlamıştır bunu herkes, geçen perşembe." İşte bu satırlar, mesela Bursaspor "bin bilmem kaç küsur üye ile kongre yaparken", sadece ve sadece "90 oyla" başkan ve yönetimini seçen "Büyük" Altay'ın, neredeyse "yüz yıllık" Altay'ın "ne hâlde olduğunu" çok iyi gösteriyor!.. Darmadağın bir camia, "paralarını alamadıkları için" kaçan ve kaçmak için fırsat arayan futbolcular, "istifa eden" hocalar; tam bir tükeniş!.. Altay "böyle"; ya diğerleri?.. Ardında "güçlü bir kuruluş olan" Göztepe'yi hariç tutalım; Karşıyaka'dan, İzmirspor'a, Bucasspor'dan, Altınordu'ya kadar "tablo" aynı!.. İşte, "küçük olsun benim olsun" zihniyetinin "darmadağın ettiği" ve "bitirdiği" İzmir futbolu; hatta sporu; yazık!..