Üzülmez hak etmiştir!

A -
A +

Eğer "şiddet" ile gerçekten "mücadele edilmesinden yana isek", İbrahim Üzülmez olayına "üzülsek" de, verilen cezayı "alkışlamamız gerek!.." Bu ceza caydırıcıdır, örnektir, hem de "kaptan" olan ama "sporcu olduğunu" unuttuğu gibi, "kaptan olduğunu" da unutan bir kişinin "hak ettiği", pardon "müstahak olduğu" bir cezadır; bu kararı alanları kutluyorum!.. "Deli" lakabı, Üzülmez'i kurtaramaz, gerçekten "deli" ise, tedavi olması, yok "deli dolu" anlamına ona "deli" deniyor ve o da "bu sözü seve seve benimsemişse", o zaman "kaptanlığın ona verilmemesi" ve onun da "kaptanlığı üstlenmemesi" gerekirdi!.. Bakınız, "deli" de olsa, "deli dolu" da olsa, "11 değil, 1011 yıl da takımına hizmet etse", bir sporcu, bir kaptan, "içerde kim var kim yok bakmadan" hakemin maçın ilk devresini bitiren düdüğünü çaldıktan dakikalar sonra, sahayı ve stat koridorlarını arşınlayarak soyunma odasının kapısından içeriye dalıp, hem de ortaya, maçın ilk dakikasında yenilen gol sırasında "duyduğunu" söylediği "küfür için", yani nerede ise 50 dakika sonra, "Kim ettiyse" diye başlayıp, çok ağır küfürler edemez, etmemelidir; bu bir!.. İkincisi, "Bana kim küfür etti" dediğine göre, demek ki, "kimin ettiğinden tam emin değil", buna rağmen, İbrahim Toraman'a saldırıp, Beşiktaş takımının "ikinci kaptanını" yumruklamaya başlamasının sebebi ne ola ki?!.. Üçüncüsü ve en önemlisi, suçun "taammüden işlendiğini" ve "sonunun da bilindiğini" ortaya koyan bir tablo, işte "tam bu sırada" geliyor, ortaya; "daha önce de kavga ettiği" Toraman'a "kininin bitmediğini gösteren" üç cümle soyunma odasında çın çın çınlıyor; "Beni artık bu kulüpten yollarlar... Ama giderken seni de götüreceğim... Burada bırakmayacağım." Dördüncüsü, Üzülmez'in "Bana küfür edildi" dediği dakikalarda sahada olan ve olay yerine yakın Beşiktaşlı oyunculardan bir tanesi de çıkıp "Evet, İbrahim Toraman küfür etti" demiyor, aksine "Hayır, Toraman küfür etmedi" diyorlar!.. Beşincisi, Üzülmez'in "küfür ettiği ve Toraman'ı yumrukladığı sırada" soyunma odasında olan ve her şeyi "bire bir izleyen" Schuster, "aklı başında her teknik adamın yapacağı işi" yapıyor ve yönetime diyor ki; "Ben bir daha bu oyuncuyu takımıma ve antrenmanıma almam, soyunma odasına sokmam, karar sizindir!.." Altıncısı, "sadece bu konu için olağanüstü toplanan" 15 kişilik yönetim kurulu, Mete Düren hariç, "14 oy" ile Üzülmez'in sözleşmesinin "derhal feshedilmesi" kararını alıyor; işlem tamam!.. Kimse Alman Hoca'yı suçlamasın; Schuster, belki de Beşiktaş'a geldiğinden beri aldığı "en doğru karar" ile böylesine yıllar yılı unutulmayacak "çok çirkin" bir skandalın kahramanı olan Üzülmez'i soyunma odasının önüne koymuştur, ama o kadar; "Üzülmez'i Beşiktaş'ın kapısının önüne koyan" Beşiktaş Yönetim Kurulu'dur, Schuster değil!.. "Duygusallık" ile, "şiddet" önlenemez!.. "Üzülmez için" böyle bir karar alınmasaydı, Beşiktaş antrenmanlarında, soyunma odalarında, hatta sahada maç oynanırken, bundan böyle "neler olabileceğini" düşünmek bile istemiyorum!.. "Haklı" kararın, "vefa" ya da "vefasızlık" kavramlarıyla da en ufak ilgisi yoktur!.. "Ben deliyim" diye, bir kaptan formasına, kulübüne, arkadaşlarına "vefasızlıktan" da öte "ihanet" edemez!.. Ederse, "cezası budur" ve başka bir ceza vermek, "bu çirkin yolu açmak" ve bu yolun başına da "sadece yeşil ışık yanan bir lamba koymak" demektir!.. Kimse bana, "Burak - Engin Baytar - Şenol Güneş" örneğini vermesin, onlar "kaptanlar" değillerdir, "orada" küfür yoktur, yumruk yoktur, "sadece pas verip vermemek" sebebiyle bir "ağız dalaşı" vardır, o kadar!.. Üzülmez olayını, "sadece" duygusal bir pencere açıp, "bu kadar hafife almak", sonra da "Şiddet nasıl önlenir" diye gazete sayfalarında, TV ekranlarında "mangalda kül bırakmamak" bilmem ki, birbiri ile nasıl bağdaşır?.. Güldürme beni Selçuk!.. Trabzonsporlu Selçuk'a tavsiyem, eğer gerçekten "iddialardan sıkılıyor" ve durum seni üzüyorsa ve de gerçekten "Ya Avrupa, ya Trabzonspor" diyorsan, Trabzonspor'la sözleşme yapar, o sözleşmeye de, "Avrupa'dan teklif gelirse, engellenemez, gider" diye madde koydurursun, iş biter!.. Bunu yapmıyorsan, ben de açık açık diyorum ki, "Niyetin başka, ama söyleyecek cesaretin yok!.." Tarihe saygı!.. Perşembe sabahı, Galatasaray'ın "resmi" internet sitesine bakmak istedim; kapak; "Yenilmez Armada!.." "Kız basketbol takımının Galatasaray mağazalarında satılmaya başlayan" tişörtlerinin göğsüne yazılmış "bu slogan!.." Tıkladım, önüme sitenin haberlerinden biri çıktı; "Tarsus Belediye 68 - Galatasaray Medical Park:62" Siz "Yenilmez Armada" denilen takıma bakın!.. Ayıptır, ayıp; "Yenilmez Armada" olarak Galatasaray tarihine altın harflerle geçmiş, sarı-kırmızılı salon sporları takımlarından utanın da, "Yenilmez Armada" sözünü hak edecek takımlar kurduğunuzda, "bu sloganı" kullanın!.. En iyi tarif Haşhaş'tan!.. "Yarım" Galatasaray Yönetim Kurulu'nun Genel Sekreteri Ali Haşhaş "içinde kaldığı yönetim kurulunu" öve öve bitirememiş ve sonunda da demiş ki; "Öyle işler yapıldı ki, bu yönetim tarihe geçecek. İnanın tarihe geçecek. Bunu içinde yaşayarak söylüyorum. Bir gün, 'Allah'ım nasıl olmuş Galatasaray bu hale gelmiş' diyecekler." Doğrusu ya "Polat yönetiminin gitmesini isteyen" ve de "çok ağır eleştiriler yapan" muhalefet öncüleri, yazar-çizer ve yorumcuların hiçbiri, "bu yönetimi" Ali Haşhaş kadar "veciz" ve "vurucu" anlatamamıştı, bugüne kadar; hêlal olsun!.. Sadece "farkında değil" galiba; "bu yönetim tarihe geçti" bile, üstelik "bir gün" değil, "bugün", bu yönetimin yaptıkları için, "Allah'ım nasıl oldu da Galatasaray bu hâle geldi" deniyor, zaten!.. Kurallar ve demokrasi!.. Bir Başkan diyor ki; "Kurallar vardır, demokrasi yoktur!.." Öteki Başkan cevap veriyor; "Öyleyse sen faşistsin, diktatörsün!.." Ben de diyorum ki; "Demokrasi bir kurallar rejimidir; kuralların da herkese eşit ve adil olarak uygulandığı tek rejim!.." Ekliyorum; "Faşizm de, diktatörün keyfi uygulamalarının kural ve kanun hâline getirilmesinden ve de herkese başka başka ölçülerde uygulanmasından ibarettir"; yani; "kural ve demokrasi" birbirine karşı değil, tam tersine birbiri için "Olmazsa olmaz" iki kavramdır!.. Şimdi, söyleyin bana, sevgili okurlarım; "Kural - Demokrasi - Faşizm" tartışmasını, bu iki "sayın" başkanın aslında nasıl yapmaları gerekirdi, acaba?.. Ve de "demokrasinin olmadığını" itiraf eden bir Başkan'a sahip Futbol Federasyonu'nda "kuralların, herkese ve her kulübe eşit ve adil olarak uygulanmamasına şaşırmamamız" gerektiği de ortada değil mi?.. Mesela Niang alkışlarsa "Aman ne hoş", Ertuğrul Sağlam alkışlarsa "Tribüne koş"; işte "demokrasinin olmadığı" bir kurallar(!) rejimi!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.