Bunca yılın gazetecisiyim", hâlâ gazetecilik hocalarımın "Bugün yazacağını, yarına bırakma" nasihatini unutup duruyorum; "unutunca" da elbette "atlatılıp", duruyorum!..
İşte, bu defa da atlatan, "hem de iki seksen atlatan", sevgili kardeşim Hıncal Uluç oldu!..
Sadece Türk Basketbolu'nun değil, Türk Sporu'nun anıt adamlarından Turhan Tezol'un ölümü üzerine yazdığım yazıyı "Nasılsa benim yazdığımı kimseler yazmaz, Cumartesi günü Uluçmarket'in manşeti yaparım" diye gazeteme göndermeyince, Perşembe sabahı "Hıncal'ın yazısı ile" bilgisayarımdan silmek zorunda kaldım. Zira "yazdığımı", benden çok daha çarpıcı ifadelerle sevgili kardeşim yazmıştı, bana da "yazacak" pek bir şey bırakmamıştı!..
"O soyunma odasında ben de vardım ve 'Uluçmarket'e koyarım' diye beklettiğim yazıda o soyunma odasını yazmıştım" diyerek, dahası, Alsancak Hocazade Camii'ndeki cenaze namazı ve töreni sırasında Turan Tezol dostlarıyla "o maçı ve sonunu paylaştığımı" ve de o gazetenin adının "Yenigün" olduğunu ilâve ederek, Hıncal'ın, "heyecanı, sevinci, sevgisi, öfkesi, tepkisi, coşkusu, dobra dobralığı" sebebiyle lâkabı "Deli" olan o büyük basketbolcuyu anlatan enfes yazısının "o bölümünü" buraya alıyorum:
"... Gazeteciliğe basketbol yazarak başladık. Şefimiz M.Ali Kışlalı aynı zamanda basketbol koçuydu, ne olmamızı bekliyorsunuz ki..
Türkiye Şampiyonası, yerel ligler bittikten sonra, İstanbul, Ankara ve İzmir liglerinin tepesinden gelenlerle oynanırdı. Bir defa Ankara'da organize edildi. Bir hafta boyu tam sayfa basket yazdık. Zaten hepsi bir sayfaydı sporun yeri, altı sayfalık gazetemizde..
Sonunda Galatasaray ile Modaspor finale geldi. İş bölümünde bana 'soyunma odaları' kaldı. Ahmet (Kışlalı) maçı yazacaktı. Öcal Ağabeyim eleştirisini. Güneş Tecelli de salondan notları. Maçlar öyle yazılırdı o zaman..
Deli Turan, müthiş dripling yapan, harika feykler atan, tutulması güç bir adamdı. İki, hatta üç kişi yakından pres yapacaktı, Turan'a.. Yaptılar da.. Turan ne turnikeler attı, inanamazsınız, 40 sayı filan yazdı, maçı tek başına aldı. Moda'yı şampiyon yaptı..
Galatasaraylı ben, Moda soyunma odasına koştum, bitiş düdüğü çalar çalmaz... İçeri girdiğimde gördüğüm manzara şuydu..
Modalı basketçiler bir halka olmuşlardı. Tam ortalarında Turan duruyor, iki yumruğunu göğsüne vururken haykırıyordu.. 'Var mı Toreadora pres?. Var mı Toreadora pres?. Var mı ha?..'
Gazetemiz, ertesi gün o manşetle çıktı.. Var mı Toreadora pres?."
H H H
Cami avlusundaki "Tezol dostları" arasında kimler yoktu ki, Rahmi Koç'tan, Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel'e kadar..
O dostlardan biri de emekli amiral Ekmel Totrakan'dı!..
Sevgili Amiralimiz, Tezol'un ölüm haberini alınca, bütün dost ve arkadaşlarına "şu" maili göndermişti:
"Ağabeyim, takım arkadaşım, takım kaptanım, koçum, dostum, gönlü zengin, kalbi yumuşak, gülmenin en çok yakıştığı, ama her şeyden önce gerçek bir Atatürkçü, basketbol oynadığı seneler dripling yaparken step yapıp yapmadığını anlayabilmek için oynayışı filme alınan, basketbolu bir yana, Amerika'ya, Amerikan futbolu için davet edilen, milli takımımızın ilk 5'inin değişmez elemanı,ünlü iş adamı, sevgili Turhan Tezol'u kaybettik. Üzüntüm büyük. Işıklar içinde yat sevgili ağabeyim.Tüm sevenlerinin başı sağ olsun."
Ne yazık ki, böyle büyük bir basketbolcuya "hayatında kimsenin yapamadığı" presi, biz spor medyası olarak "ölümünde" yaptık; çoğunluğumuz tek sütunluk bir haberi bile çok gördü!..
Nur içinde yat sporumuzun Anıt Adamı, bir gün elbet "oralarda bir yerde" gene buluşacak ve "Var mı Toreadora pres" diye birlikte haykıracağız!..
Ülker'in tokadı (2)!..
Ülker'in "futbolda şiddet ve şikenin geldiği noktayı" işaret ederek, "36 milyon dolarlık futbol sponsorluk bütçesini kaldırması üzerine" dün konunun "şiddet" tarafına ağırlık vererek "Ülker'in Tokatı" başlıklı bir yazı yazmış, "Şike / Doping ve Ayrımcılık gibi" spor suçlarını da bugüne bırakmıştım!..
Bakınız, sevgili hocamız Turgay Renklikurt kaç defa yazdı; FIFA Raporları, "her yıl organize suç çetelerinin maçlarda bahis şikesi yaptırarak 15 milyar dolar kazandıklarını, sadece İtalya'da Mafya'nın yasadışı bahisten 2.6 milyar dolar elde ettiğini" ortaya koyuyor.
Dahası, Amerikan Haber Ajansı Associated Press (AP)'in "bu raporlara dayanarak" yaptığı analizde "UEFA, 2012 yılında 203 maçta şike belirtilerine rastlandığını, bunlardan yüzde 10'unun Türkiye'de olduğunu, futbolculardan yüzde 11.9'uyla bahis çetelerinin bahis şikesi yaptırım amaçlı temas kurduğunu açıkladı. Şike organizatörleri, futbolculara 'Kazanın' demektense, 'Kaybedin' demenin çok daha kolay olduğunu keşfetti. FIFA Güvenlik Şefi Ralf Mutschke, 'Yasadışı bahis meselesinin altından ülke güvenlik birimleri olmadan tek başımıza kalkamayız' dedi" deniliyor.
FIFA'nın "bu konuda görevli istihbarat birimine gelen ülke güvenlik birimleri raporlarında" ise çok çarpıcı ifadeler var; "Özellikle gece kulüpleri, gazinolar, barlar, yasadışı müşterek bahis mensuplarının, futbolcu ve basketbolcularla ilişki kurmalarında, içki, kadın, kimyasal temin ederek, onların 'Kaybedecek hâle getirilmelerinde' üs görevi yapıyor."
Bitmedi, işte Türkiye Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu, ne emeklerle, ne ümitlerle "Eurosport kanallarında canlı yayınlanır" hâle getirdiğimiz ve 2020'li yıllara doğru "en tepedeki İspanya / İtalya / Fransa turları kategorisine girmeyi hak etmeye başladığımız" bir süreçte, üst üste "son iki turun galibi de dopingli çıkınca", birdenbire şemsiye tersine döndü. Bisiklet sporunda "en nefret edilen suç olan" dopingin gölgesi, bu yıl katılımı çok etkiledi. Mark Cavendish gibi bir "büyük şampiyon" da gelmeseydi, "yazılacak, izlenecek" pek bir şey kalmayacaktı.
"Ayrımcılık" ise zaten sporumuzun yakasını bırakmıyor!..
Sonuç; aklımızı başımıza almaz ve "gerekeni yapmaz" isek "Ülker tokadını", başka tokatlar da izleyecek, herkesin haberi ola!..
Dikkat!..
Ey kulüp yöneticileri, "sabahlara kadar o gazino, o bar, o kulüp" diyerek gezip, eğlenen sporcularınızı, bir de "Ülker'in Tokatı / 2" başlıklı yazımdaki pencereden değerlendirin bakalım, neler görecek, neler hissedecek ve neler düşüneceksiniz?..
"Görmezliğin, duymazlığın, ağır cezalar vermezliğin", yani "sporcularınızı o bataktan kurtarılması için gerekeni yapmazlığın", onları da, sizleri de "hangi iddiaların sorumlusu yaptığının" bilmem ki, farkında olacak mısınız?..
Dost acı söyler; uyanın artık!..
Sözler, doğruları söyler!..
Ne demişler; "Etme bulma dünyası!.."
"Biraz" değişiği; "Kendim ettim, kendim buldum!.."
Başkası; "Kendine yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma!.."
Dahası; "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste!.."
Bitmedi; "İncittiğiniz insanın ve kırdığınız gönlün bedduasından korkun!.."
Devam; "Ne ekersen, onu biçersin!.."
Hiç unutulmaması gereken; "Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner!.."
Anlayana; "Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına!.."
Ve sonuncusu; "El için kuyu kazan, gün gelir kendi düşer!..."
Hepsinin özeti; "Men dakka dukka!.."
Yukarıdan beri yaza geldiğim "anlamlı" sözleri, "Fatih Terim - Ünal Aysal - Mancini - Lucescu dörtgeninin içine koyun"; ne demek istediğimi anlarsınız!..