Fatih Terim "başarılı olsaydı" da, "bugün bazı spor yazarlarının ve futbol yorumcularının yazıp söyledikleri" yazılıp söylenseydi; "haklı oldukları taraflar var" derdim!. Birinci Özhan Canaydın dönemi başlarken "Lucescu'nun gönderilip yerine Fatih Terim'in getirildiği günlerde" yazılıp çizilenler konusunda düşündüğüm gibi... "Günlük ve kısa vadeli başarılar" hedefleyen Lucescu'nun yerine "büyük hedefler çizen" bir teknik direktör olarak Terim'in getirilmesini desteklememe rağmen... Ama bugün, "Terim'in gitmesini haksız gösterecek" hiçbir "haklı" gerekçe yok ortada!. Terim "fevkalâde başarısız" bir dönemden sonra, üstelik "kendisini devamlı olarak savunan ve arkasında duran" Başkan'ına da danışmadan ve onunla konuşmadan "İspanya'da UEFA Kupası'ndan elenilince, istifa sinyalini vermiş", dönüşte de "sözünden dönemeyerek" ama "sulandırarak" ve "dört alternatif" gibi "ne anlama geldiğini kendisinin bile doğru dürüst anlatamadığı" bir sepetle Başkan'ının karşısına çıkmıştır!. Öyle bir sepet ki; "o sepete su doldurmak mümkün değildir!." İşte Terim böyle gitmiştir ve "gitmesinin zorunlu olduğu ortaya çıktığı için" gitmiştir!. Aslında, "Başkan'ın güven kaybından daha çok, Terim kendi kendine güvenini kaybetmiştir!." Deniyor ki; "Galatasaray'a bunca başarılar kazandırmış olan Terim böyle gider mi?" Elbette gider!.. Koca İsmet Paşa, o "Kurtuluş Savaşı'nın üç büyük kahramanından" ve "Cumhuriyet'in kurucularından" biri olduğu halde, gitmedi mi? Hem de kaç defa? İngiltere'nin savaşı kazanmasında ve Dünya tarihinin değişmesinde büyük rol oynayan Churchill, "kazandığı Dünya Şavaşı'ndan sonra ilk seçimde" hem de "Attlee" gibi "sıradan" bir politikacının karşısında "bir daha dönmemek üzere" gönderilmedi mi? "Yönetim sanatının olmazsa olmazlarının en başında gelir"; başarı!.. "Başarılı olursan" kalırsın, "olamazsan" gidersin!.. Terim de "bunun için gitmiştir"; Özhan Canaydın da, karşısında "Mehmet Cansun gibi" Galatasaray'ın bugünkü duruma düşmesinde "büyük pay sahibi olan" bir adaydan başka bir adayla karşı karşıya gelse, gidecekti!. "Gene başarısız olursa"; gider!.. Galatasaray'da ister seçimle, ister atama ile göreve gelsin, hiç kimse, Galatasaray'dan büyük değildir!. Başarılı olması için "makûl ve mantıklı bir süre beklenir"; olamazsa, elbette gider; bundan sonra da gidecektir!. "Zaman durmuyor" ve hayat devam ediyor!. Terim'in "haklı olarak" Galatasaray kaptanı Bülent'e yaptığı ile, Özhan Canaydın'ın "haklı olarak" Fatih Terim'e yaptığı arasında "vefa bakımından" hiçbir fark yoktur!. Vefa, "başarısızlıkların, hem de sürekli başarısızlıkların kalkanı olamaz!." Dünya'nın her yerinde, teknik adamların ve futbolcuların ceplerine "milyonlarca dolar" sadece ve sadece "başarı için" konuyor!.. "Milyonlarca doları alacaksın", başarısız olacaksın, sonra da "bayrak değiştirme vakti" geldiğinde "vefanın arkasına saklanacaksın"; bu nasıl bir "profesyonel zihniyettir?" Bıraktım "profesyonel zihniyeti", hiçbir kişi "kendi çiftliğinde bile" başarısız bir yöneticiyi sonuna kadar iş başında tutamaz!.. Denilebilir ki, nitekim uzun bir zaman ben de "böyle" söyledim ve yazdım; "Terim'e verilen sözler tutulmadı!.." "Tutulmadı" denilen sözlerin arkasında "transfere harcanan onlarca milyon dolar var; alınan satılan onca futbolcu var!." Bu paraların "dörtte birini bile harcayamayan ve bu futbolcuların birini - ikisini bile alamayan" kulüplerin takımları "takır takır futbol oynarken", söyler misiniz bana nerededir "Galatasaray Futbol Takımı?" "5 ayda tek deplasman galibiyeti alamadı; içlerinde düşme potasında olan rakiplerinde bulunduğu 8 maçta 4 mağlûbiyeti, 4 beraberliği var" istatistikleri tutulan takım, "Terim'in takımı" değil midir? Nerededir bu takımın iskeleti, nerededir bu takımın sistemi, nerededir bu takımın teknik direktörünün ilkeleri, disiplini, o teknik direktör hangi sözünün arkasında üç ay durabilmiştir? "İkinci geliş gününden beri", bugün "Terim'i savunmaya geçmişlerin çoğunlukta olduğu" yorumcular tarafından yerden yere vurulan Fatih Terim değil midir? Hatta "kazanılan maçlardan sonra bile", takımın oynadığı "kötü futbol için" onu çok sert şekilde eleştirenler, şimdi neden "birdenbire" Terim'in koruyuculuğuna soyunmuşlardır? Yoksa, Canaydın'a "Seçimi kazanmak için önce Terim'i kullandı, sonra da gene seçimi kazanmak için Terim'i harcadı" diyenler, şimdi Canaydın'ı "harcamak için" bu defa kendileri mi "Terim'i kullanmaktadırlar?" Ortada Terim'e yapılan bir "vefasızlık" yoktur; ortada "hem de uzun süreli başarısız olmuş bir teknik direktörün değişimi vardır"; o kadar!. Müthiş bir adım!.. Gazetelerde bir haber okudum; haber "gerçekleşirse", bir Türk vatandaşı olarak "gerçekleştirenleri" alınlarından öperim!. "Kulüpler, federasyona, transfer ayında futbolculara ödedikleri gerçek rakamları bildirecekler ve vergilerin de futbolcular tarafından ödenmesinin yolunu açacaklar, futbolculara verilen primler de gerçek rakamlarıyla defterlere işlenecek!." Kulüpler Birliği'nin "bu yönde karar aldığı" ve spor teşkilâtı ile federasyonun da bu kararı desteklediği, Maliye Bakanlığı'nın "bu sistemin işlemesi için" gerekli yasal düzenlemeleri yapacağı da haberde var!. Türk futbolunu, kulüplerimizi ve tam bir keşmekeş içinde yürüyen "kulüp muhasebe sistemimizi" kurtaracak bir adım!. Futbolcuları "yola getirecek" bir adım!.. "Benden sonra tufan" diyerek kulüplerin paralarını ortalığa saçan ve saçacak olan "sorumsuz" yöneticilere "dur" diyecek bir adım!. Elbette, "bazı kulüplerin" büyük büyük yöneticileri ve başkanları "bu habere çok kızmışlardır!." Olsun, kızsınlar; onların kızmaları bile "yapılacak işin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor!." UEFA Kriterleri'ne ancak böyle ulaşılabilir!. Kulüpler, "vergi kaçırma fabrikaları" olmaktan ancak böyle kurtarılabilir!. "Şu kadar trilyon, bu kadar milyon dolar isterim" diyen, "devamlı fiyat arttıran" futbolcuların "bitmeyen istekleri" ancak böyle dizginlenebilir!. Bu büyük adımı atanlara, atacak olanlara, tabii "eğer" başarabilirlerse; helâl olsun!.. Ulusoy'un hataları!.. Birincisi: Futbol Federasyonu Başkanı Hâluk Ulusoy, "gene" çok yanlış bir iş yaptı!. "Zamanında ve zemininde" Şenol Güneş'le yollarını ayırmaya cesaret edemedi, şimdi "boş zamanlarını değerlendirerek sözleşmesinin bitimini bekleyen" Hoca'nın görevine durup dururken "son veriverdi"; ne zemini ve ne de zamanı doğru!.. Üstelik, sözleşmede "büyük ve dolar bazlı" bir tazminat hükmü varken... Bence, bu tazminatı, "bu yanlışı yapan" cebinden ödemeli!. Ödemeli ki, cümle aleme ders olsun ve bir daha da hiçbir federasyon başkanı "böyle bir yanlış yapmasın!." İkincisi: Ulusoy, "yanlışını, yanlışla düzeltmek istiyor"; olmaz!.. Şenol Güneş'i, spor kamuoyu önünde "paragöz" durumuna düşürerek, özellikle medyadan gelecek baskılarla "vermesi gereken paranın çok altında bir paraya razı etmek istiyor"; tek kelime ile ayıp, ne kendisine, ne de Türk Futbol Federasyonuna yakışıyor bu "kirlenmiş" tablo!.. Türk Milli Takımı'nı "Dünya üçüncüsü yapmış bir Hoca ile", sonrasında "başarısız olduğu için" elbette yollarınızı ayırabilirsiniz ama, "böyle bir hileli pazarlık zorlaması yapamazsınız"; yaparsanız Türk adaleti "müstahak olduğunuz" cevabı size verir; bilesiniz!. Yöneticilik zor iş!.. Beşiktaş Başkanı Serdar Bilgili'nin şirketinin "borsadaki hisseleriyle ilgili olarak açılan soruşturmanın yankıları" sürerken, bu defa da Fenerbahçe İkinci Başkanı Nihat Özdemir'in şirketinin Muhafız Alayı Komutanlığı'nın bir inşaatı ile ilgili davası gazete sayfalarına aksediverdi!.. Bakıyorum, "sansasyona ve atmasyona çok meraklı" spor sayfalarımız ve TV spor ekranlarımız "bu konulara pek rağbet etmiyor!." Aslında, dünyanın her yerinde "bazı insanlar, bunca zamanlarını ve bunca paralarını neden spor ve özellikle futbol kulüplerine harcarlar" sorusuna cevap arayanların bir bölümü için "bu tablolar, bu haberler sürpriz değil!." Kulüp yöneticiliği, şöhret kapısı olmaktan öteye, "bir çok kapıyı açan" bir maymuncuk gibi ve "bir çok yerde de bir koruma kalkanı görevini üstleniyor"; özellikle medyada!.. Hele hele "kulüplerin taraftarı olan cumhurbaşkanları ile, başbakanlarla, bakanlarla, milletvekilleriyle, belediye başkanlarıyla, hatta en üst düzey komutanlarla çok samimi bir şekilde TV'lerde görünen, gazete sayfalarında resimleri, haberleri çıkan" yöneticiler için devlet katında "yok" ve "hayır" olabilir mi? Bazen her nasılsa "olabiliyor" ve sonrası... Adliye koridorları!.. Şirin Berber'in verdiği ders!.. Rafael Benitez Gençlerbirliği'nden, Ersun Yenal Valencia'dan korkuyordu; ama "Korkunun ecele faydası yoktur" diyerek "uyanan" Rafael Benitez oldu, ilk yarıdaki "korku futbolunu" terketti, "hücum gücünü ve tempoyu arttıracak" oyuncularını, Mista'yı, Vicente'yi, Angulo'yu art arda sahaya sürdü; "Lucescu taktiğine sarılan" ve "beraberliğe yatan" Ersun Yanal "bu hamlelere karşılık veremeyince" mat oldu!. Kendini "Maradona zannedecek kadar egoist oynayarak" inanılmaz top kayıpları yapan, müsait arkadaşlarına "gol pası vermeyen" Serkan'a, "bitik" Youla'ya onca zaman sabretmesi bile, Skoko'ya nerede ise "santrayı geçirtmeyen" korkunun Gençlerbirliği'ni nasıl bağladığını gösterdi; yoksa "kafası, Milli Takım Teknik Direktörlüğü tartışmaları yüzünden" mi karışıktı? Dün sabah spor sayfalarına baktım; kendi futbolcularının bile maçtan sonra "Çok gömülerek oynadık, normal futbolumuzu oynayamadık, kötü oynadık" dedikleri Gençlerbirliği'ne övgüler yağdırmışlar, "Ersun Yanal'ın taktiğini alkışlama yarışına girmişlerdi!." Bir çok meslektaşım elenişi, "10 milyon dolarlık takımla 100 milyon dolarlık takım" bahanelerinin arkasına saklamaya çalışmışlardı; Gençlerbirliği'nin "10 milyon dolardan çok daha değerli olduğunu" göz ardı ederek; sadece Serkan'ın "bu yıl Üç Büyükler'e transfer olursa" belki de "10 milyon dolarlık transfer artı bonservis bedeli edeceğini" unutarak!. "Çok az kişi" gerçekleri yazmak ilkeliliğini ve cesaretini göstermişti, bunlardan biri de sevgili Şirin Berber'di: "Ersun Hoca hep seyretti, oynayamayanı çoktu. Yapıyı değiştirecek alternatifleri üretemedi. Sadece savunarak Valencia'dan çıkmak zordu. Canınız sağ olsun demeyeceğim. Böyle maçlar oynanmadan kazanılmaz. Korkuya yenildi, Gençlerbirliği." İşte "gerçek"; buna "tek kelime daha eklememe gerek yok"; teşekkürler sevgili Şirin, İspanya'da "dibeği iyi dövemeyen" dibek dövücüsünün "hınk deyicisi olmadığın" için!.. Hangisi doğru? Kaç haberde, kaç yazıda okudum; "Beşiktaş, İlie'yi 250 bin dolara aldı, böyle bir transferi yaptığı için Lucescu'yu kutlarız!." Amma... Üç gün önce "transferde ödenen rakamları gerçek olarak gösteren tek kulüp Beşiktaş" haberinde karşıma "bazı futbolcularla ilgili olarak Federasyona bildirilen rakamlar" çıktı... İlie'ye baktım; "6 ay için", evet "6 ay için tam 735 bin euro ödenmiş!." Buyurun, "şimdi" kutlayın bakalım, kutlayabilirseniz!. Verilen paraya bakın, alınan verime bakın!.. Ve de mevsim başında, Başkan ve yöneticiler "Doğru dürüst bir yabancı santrfor alalım" diye ısrar ettiklerinde "Hayır" diyen Lucescu'nun Beşiktaş'a verdiği zararın "kaç yönlü" olduğuna bakın!.