Günlerdir kimle konuşsam, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki"nin Kayserispor-Galatasaray maçından sonra, "hakemleri de, Merkez Hakem Komitesi'ni de, Üç Büyük kulübün başkan ve yöneticilerini de tam anlamıyla paspas eden, hatta tehdit eden" açıklamaları için, söyledikleri "İnanamıyoruz, herkesten beklenirdi de ondan beklenmezdi" oldu!.. Doğrusu ilk günlerde bana da sorduklarında "aynı" cevabı vermiştim!.. Elbette, hakemleri de, hakem yöneticilerini de, kulüp başkan ve yöneticilerini de "eleştirmek" ve de "yaptıkları yanlışları söylemek" herkesin hakkı, buna kimse engel olamaz; ama Özhaseki'nin kullandığı üslûp, ona yakışmadı; "esasta haklı olduğu noktalar çoktu" ama, "usûldeki yanlışı"; işte "o" çok yanlış oldu!.. Hakemler için söylediklerini ve o konudaki düşüncelerimi "dün yazmıştım"; bugün sırada "kulüplerin en tepedeki yöneticileri" için söyledikleri var; "Üç büyüklerin başındaki bazı adamların dilleri çok keskin olabilir. Gazetelerde, istedikleri başlıkları attırabilirler. Ama bizim de başka güçlerimiz var. Ayaklarını denk alsınlar." Bu sözler "ne" anlama gelmektedir; "başka güçler" ne demektir? Ya "Ayaklarını denk alsınlar" cümlesi "aleni" bir tehdit değilse, nedir?.. Yarın, "FIFA ya da UEFA bu sözleri ciddiye alır da, soruşturma açarsa, iş nereye kadar gidecektir?.." Adamlar şunu sormazlar mı; "Türkiye'de futbolu, hakemleri, Futbol Federasyonu mu, yoksa başka güçleri arkasına alan belediye başkanları mı yönetmektedir?.." "İşi daha büyütmeden" burada keselim ve "enteresan" bir başka noktaya parmak basalım: Nerede "Başkanlar Başkanı" Aziz Başkan, bu lâfın söylendiği kişiler arasında o yok mu?.. Nasıl duymazdan, görmezden geliyor ve sesi çıkmıyor?.. Kulüpler Birliği Başkanı olarak "sus pus olması neden?.." Her fırsatta herkese lâf yetiştirmeye ve "hoşuna gitmeyen sözleri söyleyenlere fırçalamaya alışık olduğunu gördüğümüz" Başkan'ın bu durumunu nasıl yorumlayacağız, acaba?.. Hele hele Aziz Başkan'ın "İngiltere örneğinde olduğu gibi, futbolun mâli hakları, bu hakların gerçek sahibi olan kulüplerin oluşturacağı bir yeni yapıya devredilmeli, federasyon, sadece işi organize etmelidir" önerisini, "Özhaseki Başkan'ın açıklamalarının ışığında değerlendirdiğimizde", desteklemek mümkün olabilir mi?. Öfkeye teslim olmak!.. Milli Takımın başına geçecek olan teknik adam "başarısız olursa" bunun hesabını kim verecek; Futbol Federasyonu ve onun Başkanı!.. Sevgili dostlar, bırakın da "hesabı verecek olanlar" Hocamızı seçsin!.. Elbette, "O olsun, bu olsun" demek "Türk hoca istemek" serbest, TV ekranına çıkar konuşursun, gazetede yorumunu yazarsın, "Türk olmalı ve de filân olmalı" şeklindeki görüşlerini de kamuoyuyla paylaşırsın; ama "Bu işi, Federasyon Başkanı'na ve Federasyona karşı tam bir baskı kurmak amacıyla yapmak"; dahası "Ya bizim isteğimiz olur ya da başkasını getirirsen, kimi getirirsen getir, ona düşman muamelesi yapacağız" anlamına gelen tehditler savurmak; bilmem ki, "Ne demek oluyor?.." Türk Milli Takımı "kimsenin oyuncağı" değildir; Mahmut Özgener ve arkadaşları, bu ülkenin futbolunun başına "Orion" yıldızından gelmediler; yıllardır "en başarılı ve en ünlü" Türk hocalarımızı, başta Fatih Terim'ler, Mustafa Denizli'ler, Şenol Güneş'ler olmak üzere "nasıl yerden yere vurduğumuzu" yaşayıp, görmediler mi?.. "Özel" maçlardaki, "hazırlık" karşılaşmalarındaki mağlubiyetlerde bile onlar için "neler yazdığımızı, neler söylediğimizi" ne çabuk unuttuk?.. Şimdi söyler misiniz bana, Fatih Terim'lerin, Mustafa Denizli'lerin, Şenol Güneş'lerin; Ersun Yanal'ların bile dayanamadığı "böyle bir ortama", Yılmaz Vural'lar, Ertuğrul Sağlam'lar, Tolunay Kafkas'lar, Abdullah Avcı'lar nasıl dayanacak?.. Çok TV'de ve gazetede, karşıma Löw ile Hiddink'in "komik" mukayesesi çıkıyor; deniyor ki, "Löw filan takımla üçüncü oldu, Hiddink falan takımla dördüncü, öyleyse kim üstün; Löw... Eee Hiddink gelince nasıl baş edeceğiz, Löw'ün Almanyası ile?.." Onların "yorumlarını oturttukları" mantıkla hareket edersek, ortaya daha da komik bir tablo çıkıyor; "Hiddink karizmasında ve kariyerindeki bir hocanın bile Löw'le baş edemeyeceğini" ima eden yorumları yapanlar, nasıl düşünmezler ki, "Hiddink'in başa çıkamayacağı bir adamla, Vural'lar, Kafkas'lar, Sağlam'lar, Avcı'lar nasıl baş edecek?.." Dahası, "Üç Büyükler ile Avrupa'da oynayanların karması hâlinde sahaya çıkan" Milli Takımımızın futbolcuları, kritik maçların kritik dönemlerinde kulübeye çaresizlik içinde baktıklarında acaba Hiddink'i gördüklerinde mi "Hocamız bir çaresini mutlaka bulur" diye düşünecekler, yoksa hocalık yıllarında "bir sezon boyu bile büyük takım çalıştırmamış" adı geçen hocalarımızı görünce mi?.. Ya maçlarımızı yöneten "yabancı" hakemler; Hiddink'ten mi etkilenirler, yoksa bizimkilerden mi?.. Rahat bırakalım ve müsaade edelim de, Federasyon, "hesabını bizim değil, kendisinin vereceği" hocayı "kendisi" seçsin ve getirsin, sonrasını da onlar düşünsün!.. Galatasaray!.. Galatasaray'ın Ziraat Türkiye Kupası'ndan elenişi, "bundan sonrası için" belki de iyi olmuştur; zira "bunca sakatla" bunca kulvarda ve bu iklim ve saha şartlarında mücadele etmek, sarı -kırmızılıları bütün cephelerde başarısız kılabilirdi. Bakınız, "hemen hemen aynı sayıdaki eksikle" Fenerbahçe, Bursaspor önünde ne durumlara düştü!.. 1- Galatasaray, Antalyaspor önünde Keita'nın çok kötü, Arda'nın durgun olduğu, Giovanni'nin de "henüz takıma uyum sağlamadığı" bir maçta, yarım yamalak da olsa, "herkes yerli yerinde oynadığında" özlenen ve aranan "hücum zenginliği günlerine dönebileceği" sinyalini vermiştir; 3 gol atılmış, 2 gollük şut direkten dönmüş, sadece Keita ve Mustafa Sarp 5 gollük pozisyonu beceriksizlik ya da şanssızlık sebebiyle kullanamamış, rakip kaleye atılan şut sayısı 20'yi geçmiştir!.. 2- Giovanni Dos Santos'a "zaman" lâzımdır; "acûlcular" hemen "hiçbir işe yaramaz" kararını vermiş ve infaz etmişlerdir ama, "bu genç ve ele avuca zor sığan çocuk", onları utandıracak ve belki de "Ribery ile kaçan büyük balık" onunla yakalanacaktır. "Birkaç yüz bin dolarlık" kira bedeli ile "böyle bir denemeyi yapmayan" yöneticiye ben "aptal" derim!.. Yeter ki, "takım arkadaşları, onu hemen gözden çıkarmasınlar, pas vermeme yerine, uyumuna yardımcı olsunlar!.." 3- Galatasaray'ın yediği ilk gol, "kalesine gelen duran toplarda" hâlâ "adam paylaşamama" ve "kornerlerde" de "kalesinin iki direğinin dibine bekçi koyamama" sendromunu yaşadığını gösterdi; ey "büyük" Rijkaard, ne diyorsun?.. 4- Atletico Madrid maçından ümitsizdim; ama Antalyaspor maçını seyrettikten sonra, "artık o kadar ümitsiz değilim"; büyük bir şanssızlık yaşanmazsa, "bu takım" bir şeyler yapabilecektir; hatta "oynatılırsa" Giovanni bile!.. 5- Emre Çolak'ın kaptırdığı topla gelen ve Antalyaspor'a tur atlatan "kontratak" golü de gösterdi ki, böyle durumlarda Galatasaray "orta alanda rakibi durduracak taktik faulleri yapmayı bilmiyor"; böyle golleri hep yiyor!.. 6 - Hele Mustafa Sarp'ın, Necati ile kale arasına gireceği yerde, refakatçi gibi yanında koşmasının "nasıl bir ferdi defans hatası olduğunu", kendisiyle beraber, bütün arkadaşlarının da "görüntüyü defalarca seyredip", iyi öğrenmeleri gerek!.. 7- Nonda'nın oynadığı son maçlardaki "hazin" ve "aciz" durumunu seyrettikleri hâlde, onun "dizindeki müzmin sakatlığın derecesini öğrenmek istemeyenler", hâlâ "Nonda da Nonda" diyerek, insanı güldürüyorlar; bilmem ki, yoksa "kasıtlı" mı yapıyorlar?.. 8- Özetlersem, Galatasaray, "Rijkaard'ın yanlışlarına ve onca sakatına rağmen", hâlâ Süper Lig'in "en güçlü şampiyon adayı" olmaya devam ediyor!..