Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay, Japonya'da "Dünya Bayanlar Voleybol Şampiyonası sırasında" mide kanaması geçirerek hastaneye kaldırıldı ve "önemli" operasyonlar geçirdi!.. İnanıyorum ve temenni ediyorum ki, "en kısa zamanda sağlığına tam olarak kavuşarak" görevine devam edecektir!.. Genç Genel Müdür'e "geçmiş olsun" dileklerimi "kapalı devre", yani telefonla ya da telefon mesajı veya mail ile göndermek yerine, "Çarşamba" yazımda "herkese açık" bir yazı ile iletmek istememdeki sebep çok başka!.. Gazetecilik hayatımın çok büyük bir bölümü "mutfakta" yani "yöneticilik yaparak" geçti; "yazarlık" yıllarım, yöneticilik yıllarımın yanında cüce kalır!.. "Yönetici" yalnız adamdır!.. "İyi günlerinde" etrafında çok insan vardır, ama "kötü günlerinde" o, kendisini teselli edecek, hatta "dertleşecek" bir kişiyi bile çok zor bulur!.. Bilen, bilmeyen, tanıyan, tanımayan, "Neden" sorusunu sorup da "hiç olmazsa" görüşünü söyleme, savunmasını yapma fırsatını bile ona tanımadan, kendisini "yerden yere vuran" yığınla kişiyle karşı karşıyadır!.. Yaptığı "iyi ve güzel" işler "görevidir, sorumluluğudur ve çok doğaldır"; hatta zaman zaman dönüp bakılmaz, bir teşekkür bile edilmez. Amma, "bir hata yapmaya görsün"; bitmiştir, tam bir "vurun abalıya" görüntüsü içinde kaybolup gider; çığlıklarını bile duyan olmaz!.. Her şeyin ondan sorulduğu, her şeyin hesabını vermek durumunda olan, her türlü sorumluluğu yüklenmesi gereken insan olarak görülen ve bütün bunlara karşılık "Bir derdin, bir isteğin var mı" diye sorulmayan insandır yönetici!.. Spor teşkilâtında "çok" yönetici tanıdım!.. İçlerinde, "en üst makamlarda oturan" ve "spordan, sporun kendine özgü ilke ve ihtiyaçlarından, sisteminden bihaber" siyasetçi yöneticilerin "inanılmaz" tavır, istek ve beklentilerine karşı duyduğu "öfkeden, kızgınlıktan kendisini makam odasına hapsedip, kafasını duvara vuranlar vardı"; ne var ki, "birkaç dakika sonra" toplantılara katılır, basın mensuplarıyla görüşür, ama "yüzlerine gerçek ruh durumlarını hiç ama hiç aksettirmeyen" birer maske takarlardı; onların yaşadığı "bu" dayanılmaz ıstırabı yakından gördüm!.. Onlarca, bakanın, siyasetçinin, federasyonun ve spor il müdürlüğünün, yüzlerce kulübün, binlerce kişinin "spor teşkilâtından beklentilerine karşılık ya da hiç olmazsa cevap vermek için" her gün kaç telefona, kaç yazıya, kaç yüz yüze görüşmeye zaman ayırmak için "asıl" görevlerine ayıracak zamandan büyük bir bölümünü çalmak durumda kalmaları sebebiyle "normal" bir insanın avazı çıktığı kadar bağırarak isyan edeceği durumları, "tam bir sessizlik içinde" kabul etmenin, onların kişiliklerinde ve ruh hâletlerinde yaptığı tahribatı da çok uzun yıllar Ankara'da "spor yazarlığı yaptığım dönemlerde" onlarla beraber yaşadım!.. Bütün bunların üzerine, spor sayfalarında, mikrofonlarında, ekranlarında "çok ağır eleştiriler" ile karşılaşmalarına ve bizlerin haklı-haksız her fırsatta yaptığımız ağır salvo atışlarına "ellerinde bizim sahip olduğumuz silâhlar olmadığı için" cevap verememenin ve derdini, meramını anlatamamanın çaresizliği de eklenince. Mide kanaması geçirmek, kalp spazmı ile karşılaşmak, tansiyon hastası olmak, günde sakinleştiriciler başta avuç avuç ilâç atmak ve "gizli" ama sık sık "doktora görünmek" sıradan bir durum hâline gelir, yönetici için!.. Türk sporunun "efsanevi" genel müdürleri, yani Ulvi Yenal'lar, Orhan Bilgin'ler, İsmail Hakkı Güngör'lerdi yukarıda "anlattığım" acı tablonun kahramanları!.. Nerede ise 30 yıldan daha uzun bir zamandır Ankara'dan uzaktayım, spor teşkilâtının tepesinde oturanların "ne durumda olduklarını" da tabii olarak izleyemiyorum!.. Ama, "ne durumda olduklarını" ve "o günden bugüne hemen hemen pek bir şeyin değişmediğini" gösterdi, sevgili Mehmet Atalay'ın Japonya'da geçirdiği mide kanaması!.. Aslında, "güzel bir haberin sonucu olarak" anmak isterdim rahmetli Yenal'ları, Bilgin'leri, Güngör'leri ve daha nicelerini!.. Türk sporuna büyük hizmetler yaptılar, nerede ise ömürlerini verdiler; nur içinde yatsınlar!.. Atalay'a da sağlıklı ve uzun bir ömür dilerim!..