Yapılacak olan belli de, yapan yok!..

A -
A +

Forvetlerin "iki adımdan bomboş kaleye golü atamazlar!." Orta sahan "doğru dürüst" tek pas yapamaz, oyunu ve topu bütün bir maç rakibe teslim eder!.. Defansın, kalecin dahil dökülür, hata üstüne hata yapar; takımlarının çuvalla golü yemesine sebep olur!.. Bütün bunları, hem de "milyonlarca doları ceplerine indiren" futbolcular yapar; bu yüzden şampiyonluklar kaybedilir, Avrupa Kupaları'ndan elenilir!.. "Bir iki ah'lı vahlı" söz ve eleştiri ile iş geçiştirilir, ama "bir hakem hatası ile bir puan kaybedildi mi" kıyamet kopar; idam sehpaları kurulur, infazlar başlar!.. Ne hakem kalır, ne hakemler, ne Merkez Hakem Komitesi, ne de Federasyon!.. Üstelik hakemler damgalanır, "yıllar yılı" konuşulur, yazılır!.. "Kim daha ağır sözler söyleyecek" yarışı başlar, başkanlık odalarından, yönetici koridorlarından, spor medyasındaki sütün ya da programlara kadar "bu yüz kızartıcı yarışın bulaşmadığı yer kalmaz"; sonunda yarışa "çok daha çirkin, hatta kanlı bir şekilde" tribünlerdeki "gözü dönmüş" fanatikler de katılır!.. Adamlar, "öyle bir karış değil, bir metre kale çizgisini geçen top" için, yardımcı hakemi ile beraber "devam" diyen hakemle uğraşacaklarına, "her hakemin yapabileceğini" düşünerek "bu hataları önleyecek tedbirleri" tartışırlar; biz ise "hakemi ve hakemleri infaz için yeni yeni metotlar bulmak yarışında" elimizden geleni ardımıza koymayız!. Bitmedi; "bu yangına, bu tahrip ve tahrik yarışına" Devletin ve milletin televizyonu da karıştırılır; daha geçen sezon "mesela Ali Aydın'ı onca olaya ve onca itiraza rağmen Galatasaray maçlarına veren" ve hem de "çok haklı olarak" çıkıp da "Neden vermeyelim, biz hakemlerimizin tarafsızlığına güveniyoruz, bir maçta hata yapmış olabilir, ama bu başka maçlarda da yapacak anlamına gelmez, her hakem, her maçı yönetecektir" diyen bir Merkez Hakem Komitesi Başkanı, aradan bir yıl geçince, bu defa "hakem yorumcusu" olarak TRT ekranlarından "Efendim Trabzonspor - Beşiktaş maçında haklı ya da haksız iki oyuncuya kırmızı kart gösteren bir hakemi bu maça verilir mi" diyebiliyor ve "çok daha kötüsü ve ilerisi"; "genç hakem - yaşlı hakem ayrımcılığı" yapabiliyor!.. Hem de "daha dün gibi" hatırlanan bir maçta, "hakem hatası yapıldığı iddia edilen ve puan kaybedilen" bir maçtan sonra, Beşiktaşlı yöneticilerin "herkese FIFA kokartlı hakemler verilirken, neden bizim maçlarımıza genç ve tecrübesizler gönderiliyor" diye kıyameti kopardıkları unutularak!.. Yazık değil mi, bu hakemlere? "FIFA kokartına kadar yükselen" bir hakem kolay mı yetişiyor? Bugün, TV ekranlarına kurulup "hakem infazları yapanlar"; Erman Toroğlu'lar, Ahmet Çakar'lar, Bülent Yavuz'lar ne hatalar yaptılar; hem de "kaçar defa" yaptılar; işte orada, arşivlerde duruyor; ama şimdi insafsızca "idam sehpaları kurup", reyting yarışı uğruna, hakemleri yok etmenin her yolunu deniyorlar!.. Bakınız, "tribünlerde şiddeti önlemek istiyorsak", yapılacak "ilk" iş; "hakemlere güvenilen bir ortamı hazırlamaktır!." Bu ortam hazırlanmadan, taraftarı yola getirmek mümkün olmayacaktır!. Bunun için de, "TV'lerdeki hakem infazları programları" derhal durdurulmalıdır; bir!.. İkincisi; "hakemler aleyhine eleştiri sınırlarını aşan", onların kişiliklerini yaralayan, Federasyon ve kurullarını "pas pas eden" açıklamalar yapan kulüp yöneticilerine, teknik adamlara ve futbolculara "ağır cezalar verilmelidir!." Bunlar için, "kanunlar değişecekse değiştirilmeli, talimat ve yönetmelikler değiştirilecekse, hem de hemen değiştirilmelidir!." "Kanunun ve yönetmeliklerin gereklerini yerine getirmeyen" federasyon ve teşkilây mensupları da "yönetmeliklere ve kanunlara konacak maddelerle" tabii "sportif" olarak en ağır şekilde cezalandırılmalıdır!. Başka türlü "hakemlere güven ortamı" sağlanamaz ve "hakemlere güvenilmeyen" bir ortamda da, hele hele "tahrip ve tahrikin getireceği" tiraj ve reyting avantajları için "her şeyi göz alan" spor medyasının da yangına körükle gitmesiyle, işin içinden hiç kimse çıkamayacaktır; nitekim de çıkamıyor!.. Spordan sorumlu Devlet Bakanımız ve Başbakan yardımcımız M. Ali Şahin'e ve Gençlik ve Spor Genel Müdürümüz Mehmet Atalay'a sevgilerle sunarım!.. --- Milli Takım, teknik direktör bekliyor!.. Avrupa Şampiyonası Finalleri için mücadele ettiğimiz grupta "eksik maçlar" oynandı ve "hemen hemen eşit maçlarda" puan cetvelinde nerede olduğumuz ortaya çıktı!.. Hatta "hâlâ eksik maçı olan" Gürcistan da, grubun "puansız sonuncusu" Kazakistan'ı yenerse, puan cetvelinde "nereye düşeceğimiz" de meydanda!.. Kendisine "Türk Futbolunun korkusuz şövalyesi" unvanını lâyık gören bir teknik adamın, "Türk Milli Takımı'nı, böyle bir grupta getirdiği yer burası!.." "Ama daha maçlar var; belli olmaz!.." İyi de, "Görünen köy kılavuz istemez" diye bir ata sözü de var; "Bu teknik adam şimdiye kadar ne yaptı ki, bundan sonra daha iyisini yapacak?" "Korkusuz şövalye", aslında "öyle çok korkuyor" ki; başa baş giden maçlarda "kameralar yüzünü gösterdiğinde" ne hâlde olduğu, "yüreğinin nasıl Selanik olduğu" çok iyi anla şılıyor!.. "Korkusuz şövalye" öyle çok korkuyor ki, hâlâ "Hakan Şükür'ü milli takıma almamasının asıl sebebini açıklayamıyor!." İşi o noktaya götürdü ki; "deprem ve tsunami felaketzedeleri için yapılan maça, o karda, o soğukta beklenen seyirci gelmeyince", TV kameraları önünde Türk insanına "Bu işi öğrenemedik ama bir gün öğreneceğiz" dersi verirken, kendisi "böyle bir yardım maçına, böyle bir gösteriye, Dünya'da en çok tanınan, hele hele felâket bölgesindeki insanların belki de tanıdığı tek Türk futbolcusunu çağırmayacak kadar" bu işi bilmediğini, hem de hiç bilmediğini, üstelik "duygularının esiri olduğunu" ortaya koymadı mı?!. "Bu hâleti ruhiye içinde olan" bir teknik adamla, Milli Takımımızın başarılı olması mümkün mü? Mesela Beşiktaş'taki ya da Galatasaray'daki "milli takımda oynayabilecek kariyer ve kapasitedeki" bazı futbolcuları "sakat" diye milli takım kadrosuna çağırmayan ama "aynı şekilde sakat olan ve bu yüzden takımında oynamayan" Fenerbahçeli futbolcuları "güle oynaya kadroya alan" bir teknik adam için "Fenerbahçeli futbolcuların gönüllü moral hocası" deniliyorsa yanlış bir şey mi söylenmiş olyor?. Bunca yıl Milli Takıma ve Galatasaray'a kaptanlık yapan, "en çok milli olan, Avrupa Kupalarında en çok oynamış Türk futbolcusu" unvanlarını bileğinin ve futbolunun hakkı ile alan Bülent Korkmaz'ı "oynatmadığı ve oynatmayacağı biline biline" milli takım kadrolarına çağırarak, onu "futbol camiası içinde küçük düşürdüğünü" fark etmeyen, defalarca anlatıldığı hâlde "bu çarpık tablonun Galatasaray'a nasıl zarar verdiğini" görmeyen, görmek istemeyen ve belki de göre göre, bile bile ısrar eden, nihayet "bu büyük kaptan" için "Ersun Yanal'ın çantacısı" esprilerinin çıkmasına yol açan bir teknik adam ile "bu iş nasıl yürüyecek?" "Büyük ümitlerle ve büyük beklentilerle iş başına gelen" Levent Bıçakçı Federasyonu, "Federasyonu keşke Levent Kırca kursaydı" dedirtecek kadar başarısız oldu, olmaya da devam ediyor ama hiç olmazsa Milli Takım konusunda cesur bir karar alabilse ve "Milli Takımı kurtaracak bir teknik adam operasyonu yapabilse idi"; Almanya'da yapılacak finallerde "Almanya başta, Avrupa'daki milyonlarca Türk" öksüz kalmazdı!. Şimdi "kalmak üzere!.." --- Vatan haini!.. Hollanda'da doğan, Hollanda'da büyüyen, "doğru dürüst belki de Türkçe konuşmayı bile bilmeyen" bir genç var, orada!.. Çocuk yaşta futbola başlamış, Hollanda takımlarında oynamış, sonra serpilmiş ve "öne çıkmış!.." Yetenekli bir futbolcu... İstikbali parlak... "Duran toplarda" müthiş... Uluslararası yarışmada "en büyükleri" geride bırakmış.. Gözü ve gönlü "Türk Milli Takımı'nda... Türkiye'de..." Ama, Hollanda Milli Takımı'nın Teknik Direktörü Van Basten de "onu istiyor" ve "portakal renkli formayı giymeye" çağırıyor!.. "Normal" transfer ayında "Türk takımları", haftalarca "yabancı" peşinde koşarlarken, "bu çocukla ilgilenmiyorlar" bile... Ocak transferinde "Van Basten'in çağrısı ve duran top yarışmasındaki başarısı" sebebiyle "Türk kulüpleri" onunla şöyle bir ilgilenir gibi yapıyorlar, o kadar!.. Van Basten bastırıyor, çocukla yakından ilgileniyor, konuşuyor; "Ben seni Hollanda Milli Takımı'na alacağım, sakın Türk Milli Takımı formasını giyme" diye ısrar ediyor... Çocuk "Hollanda'da oturuyor, orada oynuyor, yiyor, içiyor, bütün arkadaşları, dostları, ailesi orada"; ama "T ürkiye'den çağrı bekliyor, hem milli takımdan, hem de Türkiye kulüplerinden!.." Yok... Yok... Yok... Derken bir ses yükseliyor: "Ben kimseye takımda oynama garantisi vermem!.." Kim söylüyor bunu; Türk Milli Takımı'nın Teknik Direktörü!.. Kimin için söylüyor; "Hollanda'da Türkiye'den yüreği kıpır kıpır haber bekleyen" genç için!.. "Tunus'la yapılacak özel maça çağırsa" ve "Gel milli takım formasını giy" dese, Uğur koşa koşa gelecek, ama nerde o feraset?. Şimdi, bir Van Basten'e bakın... Bir de Ersun Yanal'a!.. "Ne büyük, ne ilkeli, ne taviz vermeyen" bir hoca değil mi, bizim Ersun Yanal'ımız; helâl olsun!.. Uğur Yıldırım "bu durum karşısında", Van Basten'e "Evet" diyor ve "Hollanda - İngiltere özel milli maçında Hollanda formasını giyiyor!.." Ve böylece, "Türk Milli Takımı'nın formasını giyme" imkânı ortadan kalkıyor!. İşte, spor medyamızda "bazılarının" insafsızca "vatan haini" damgasını vurmaya kalkıştığı Uğur Yıldırım'ın "Hollanda Milli Takımı formasını giyme" öyküsü!.. Söyleyin Allah aşkına, "bu çocuk" haksız mı? --- Şu karga meselesi!.. Galatasaray'da "garip şeyler" olmaya devam ediyor!. Son haber; "Başkan Canaydın, Galatasaraylı yöneticilere iki hafta konuşma yasağı koydu; 15 gün Galatasaraylı hiçbir yönetici TV'lere çıkamayacak, gazetecilere açıklama yapamayacak!". "Koskoca adamlara yasak koymak" Galatasaray gibi bir "büyük ve batılı camiada" elbette çok garip de, olayın bir baş ka garip yanı daha var; "Neden iki hafta?" Şaşıyorum; "Galatasaray'ı yazan - çizen muhabir arkadaşlar", neden "bunun sebebini araştırıp" haber yapmazlar; "İki haftada ne olacak, iki hafta sonra be olacak, neden iki hafta da mesela bir ya da üç hafta değil?" Ve... Ergun Gürsoy'un "Hagi'yi kargalar mı getirdi" şeklindeki "zarif" sorusunun büyüsüne kapılarak, biz de soralım: Ergun Gürsoy başta olmak üzere Galatasaraylı yöneticilere ve de teknik direktör Hagi'ye konan "süreli" yasağa "kargalar bile" gülmüyor mu? --- Haftanın Fıkrası!.. Fıkra bu ya, Gheorghe Hagi "çok büyük bir suç işlemiş", onu idama mahkûm etmişler... İnfaz günü idam sehpasına çıkarılmış ve her idam mahkûmuna sorulan soru ona da sorulmuş: "Son arzun nedir?" Hagi cevap vermiş: "Başkan Özhan Canaydın'a sormam ve ondan izin almam gerek, yoksa konuşamam!." ---

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.