Eskilerin "İshal-i kelam" dediği hastalık, maalesef çok yaygın!..Ne yazık ki, "bu hastalığın tedavisi de yok" galiba!..
Zaten "ekmek paralarını konuşmakla kazanan" hukukçuların "avukatlığa başlamaları ile" bu hastalığa "doğal olarak" yakalanmaları normal!..
Normal de, "hukukçu olarak", hukukun gereklerini bilmek, anayasaları bilmek, kanunları bilmek, yönetmelik ve talimatları bilmek ve "onları bilerek" konuşmak gerekmiyor mu; hele hele "Prof. Dr." unvanları olanlar için, "avukat, hakim, savcı yetiştiren" hocalar için, hukuk fakültelerinde "dekanlık", üniversitelerde "rektörlük" yapanlar için!..
Ortada anayasa varken, ortada kanun varken, ortada ana statüler, talimatlar varken, bütün kulüplerin "uymak zorunluluğunda olduklarını" imzalarıyla onayladıkları "vekaletnameleri" varken, nasıl çıkıp da "hocaların hocası" bir hukukçu olan Prof. Dr. Duygun Yarsuvat, "Havuzu dağıtırım, yoksa şu kadar milyon dolar verin" diye tehditler savuran Aziz Yıldırım'a hak verir?..
Geçen defa, "Şike/Örgüt davası için" üstelik "daha önce yalanlanmış" bir iddiayı "doğru imiş gibi" yineleyerek, Aziz Yıldırım'a arka çıktığında, denilmişti ki; "Bunları Galatasaray Başkanı olarak değil, hukukçu olarak söyledi!.."
Şimdi "tam tersi" bir savunma var; "Bunları hukukçu olarak değil, mâli bakımdan çok zor durumda olan bir yönetimin başı, Havuz'dan aldığı aslan payını çok daha artırmak isteyen bir kulübün, Galatasaray'ın Başkanı olarak söyledi!.."
Ne var ki, Galatasaray Başkanına yakışan, "hem Galatasaray Başkanı, hem de değerli bir hukukçu olduğunu unutmadan konuşması" değil mi?..
"Bir o, bir bu şapkayı giymek" yerine, ikisini "Galatasaray Başkanı şapkası altında birleştirmesi" gerekmiyor mu; ona da, Galatasaray Başkanı'na da yakışanı, "böyle bir tek şapka" değil mi?..
Kedigiller!..
Sevgili kardeşim Hıncal Uluç, perşembe günü sütununda "Bize düşman gerekmez" başlığı ile yazdığı "enfes" yazıda, "Arda Turan'ın UEFA'nın 'yılın 11'i' yarışmasını nasıl kıl payı kaybettiğini" anlattı.
Yarışmadan Arda Turan 291 bin oy almıştı; "25 bin oy daha alsa, 11'in orta sahasında yer alacaktı!.."
Yazıda "verilen rakamlar çarpıcı idi" ve "çok üzücü bir tablo" ortadaydı; yarışmada toplam 8 milyon 410 bin 413 oy kullanılmıştı ve bu rakamın içinde Türkiye'den gelen 1 milyon 850 bin 290 oy da vardı.
İşin asıl acı olan tarafı, Türkiye'den gelen bu oyların içinde Galatasaraylılardan gelen oy sayısının 1 milyon 345 bin 666 olmasıydı; "en çok oy kullanan kulüp taraftarları Real Madridlilerdi, sonra Galatasaraylılar geliyordu!..
İşte, 1 milyon 400 bin Galatasaraylının oy kullandığı yarışmada, Arda "ancak" 291 bin oy almıştı ve bu oyların içinde,"Türkiye'den gelen" ve Galatasaraylı olmayanların oyları ile beraber, "İspanya'dan gelen" Atletico Madridlilerin oyları da vardı, elbet!.. Peki, neredeydi, Galatasaraylıların anlı ve de şanlı ultrAslanları?..
Bütün dünyanın ilgilendiği bir yarışmada, "bir Türk", UEFA 11'ine girecekti; sağolsun ultrAslanlar; "Hayır" demişlerdi!..
***
Çok yıllar önceydi; yanlış hatırlamıyorsam bir soğuk şubat gününde Çankaya Köşkü'nde Milli Güvenlik Kurulu toplanmıştı. Başbakan Bülent Ecevit ile "Ecevit'in aday gösterdiği ve Meclis'te destekleyerek, koalisyonundaki ortaklarına da destekleterek seçtirdiği" Cumhurbaşkanı Necdet Sezer arasında bir tartışma çıkmış, "anlatılanlara göre", Sezer önünde duran "Anayasa kitapçığını fırlatmış"; Başbakan Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan toplantıyı terk etmiş ve bu olay kamuoyunda duyulunca, ekonomimizi sarsan büyük bir kriz patlamıştı.
Bu arada, "Anayasayı fırlatan" Sezer için, Özkan, hâlâ hatırlanan bir söz söylemişti; "Nankör Kedi!.."
HHH
Hiç üzülme sevgili Hıncal, "ev kedilerinin, ev kedisi olduklarından beri" çok ünlü bir sıfatları yok mudur?..
Bir düşün, "aslanlar" hangi familyadandır; "Kedigillerden" değil mi?..
Derneğimle iftihar ettim!..
Antalya'daki "Sporun Zirvesi Semineri", sansasyon ve gösterişten uzak olarak, gerçekleştirildi. "Futbol ağırlıklı" olarak sporun ana sorunlarının "önemli" sayılan bir çok bölümünde yerli, yabancı, faal ve emekli yönetici, hakem, sporcu, gazeteci "gerçekten konularında uzman" spordaşlarımızı, ilgili ve yetkili kişileri, dostlarımızı, meslektaşlarımızı dinlemek, sorunları ve görüşleri "beraberce" tartışmak imkanını bulmak, hem seminerin yapıldığı salonlarda bulunan gazeteciler, spor yazarları ve yorumcuları, hem de TV başında semineri izleyen yüz binlerce sporsever için "gerçek bir eğitim fırsatı" oldu!..
Zirvenin ev sahibi Türkiye Spor Yazarları Derneği Başkan ve yönetimine, Seminere emeği geçen herkese, dahası semineri ekranlara getiren Lig TV'ye "mesleğimiz adına" teşekkür etmek, hepimizin görevi; sağ olsunlar!..
Sağlık durumum sebebiyle gidemedim, ama "ekran başında" oradaydım; çok şey öğrendim; Öcal Uluç olarak da teşekkür ederim!..
Farkı, fark edememek!..
"Yahu, bunca zaman oldu, Türk Futbol Direktörü oldu, futbolumuzla ilgili sorunlar konusunda sesi sedası çıkmıyor!.."
İstiyorlar ki, "bugünün Türkiye'sinde 'âdet olduğu üzere', daha bir görüş, bir karar ortaya atıldığında, bir adım atıldığında, hemen her kafadan bir ses çıkmaya başlasın"; ölçülüp biçilmeden, araştırılıp, soruşturulmadan, "akla hemen ne geliyorsa" söylenmeye, yazılmaya başlansın ve de ortalık tozdan, dumandan geçilmez olsun!..
Fatih Hoca, "bu göreve geldi" ve her "aklı başında yöneticinin yapması gereken şeyi" yaptı; "3T" prensibini uygulamaya başladı; "1-Tesbit, 2-Teşhis, 3-Tedavi!.."
Ve de, "bunu tamamlayınca", çıktı; konuştu, tespitlerini söyledi, teşhislerini anlattı, tedavi konusundaki görüşlerini açıkladı!..
Bu defada, "durmadan" ve ikide bir "Neden konuşmuyor, görüşlerini söylemiyor" diyenler, demeye başladılar ki; "Ne konuştu, bilinenleri, konuşulanları tekrarlayıp durdu, yeni bir şey söylemedi; onca saat bunları mı dinleyecektik?.."
Hatta, aralarında "konuşmanın yapıldığı seminer salonunu terk edip gittiklerini", gazetecilere "övünerek" açıklayanlar bile oldu!..
Futbolculuklarında da, teknik adamlıklarında da "kariyer/karizma/başarı grafiği bakımından", Fatih Hoca'nın yanına bile yaklaşamayanlar, "bilinçaltındaki (Yoksa bilinçli mi?) komplekslerini ortaya saçmak için", Türk Futbol Direktörü'nün bu açıklamalarını "fırsat bilip" konuştukça konuştular; "farkı" bir türlü anlamayarak, anlayamayarak konuştular.
Benim, onun, bunun, ötekinin, berikinin, "bu konuda görüşü olan" herkesin "konuşması, yazması başkadır"; aynı şeyleri "Türk Futbol Direktörü" görevini üstlenmiş kişinin konuşması, söylemesi başkadır; bu nüansı bile fark edemeyenlere, bilmem ki, ne demek gerek?..
Daha açık örnek vereyim; "bir şeyi", bizlerin söylemesi" başkadır, bir Cumhurbaşkanı'nın, bir Başbakan'ın, bir Bakan'ın söylemesi başka; onların söyledikleri, "Efendim, zaten bunlar bilinen, söylenen şeyler" diye geçiştirilebilir mi?..
"Onların sözleri" ile, "o bilinen, söylenegelen sözlerdeki sorunların 'resmen' Tespit/Teşhis/Tedavi sürecinin tamamlandığı ve hayata geçirilmeye başlanacağı" gerçeğinin altına "resmi imza atılmış" olmaktadır; "bu farkın bile farkında olamayanlarımız" var!..
"Türk futbolunda ilk defa verilmiş olan" bir unvan ile göreve başlayan bir "uzman" kişinin açıklamalarında, varsa, "eksikleri, fazlaları" görmek, ortaya koymak, eleştirmek başkadır, "onun verdiği mesajları alarak", nelerin yapılacağını anlamak, görmek, analiz etmek, çok daha başkadır; "bilinenler" de olsa, "söylenegelenler" de olsa!..
"Kişisel antipatiler" ile "karalama, lâf atma, küçük görme, önemsememe" tablosuna imza atan "teknik" arkadaşlardan bir dileğim var; aynaya bir baksınlar ve de kendi kendilerine şu "samimi" soruyu sorsunlar; "Acaba bu tutumumun asıl sebebi kıskançlık olmasın?.."