Fanatik Gazetesi'ndeki yazı, "sadece" bir spor yazarının "imzası altında çıkmış olmakla kalsa idi"; bu yazı yazılmazdı!.. Ama, yazı "bir spor yazarının imzası altında olmakla kalmayıp", yazının "TSYD Genel Başkanı" unvanının şemsiyesinde yazıldığına dair "açık ibareler" bulununca, bu yazının yazılması şart oldu!. Zira, okuyucularım, meslektaşlarım ve dernek üyelerimiz çok iyi bilirler ki, bugüne kadar "meslek ve dernek" konularında "gerek ortaya çıktığında" yazı yazmayı "görev sayan" bir spor yazarı ve dernek üyesiyim!. Onur Belge, Türkiye Spor Yazarları Derneği'ne "yeni" genel başkan seçildi!. Fanatik'teki yazısında diyor ki: "Ben bu derneğe başkan adaylığımı koyarken barışa talip oldum." Ama, ne yazık ki, bu yazısı ile "Yeni Başkan", hem de durup dururken "çok cepheli bir savaş ilân ediyor!.." Ömrünü gazeteciliğe vermiş, yüzlerce "genç gazeteci yetiştirmiş", bir o kadarının elinden tutmuş, "basın özgürlüğünü savunmuş", bu yüzden "mafyanın kurşunlarına hedef olmuş" bir yazar için, bir dernek üyesi için, "TSYD Tüzüğü'ne göre açık suç olan" tamamen "kamuoyuna ve okuyucularına karşı onun meslek itibarını ve kişiliğini küçük düşürmeye dönük" ibareler kullanıyor; tanınmış bir başka spor yazarını ve dernek üyesini "derneği popülizme alet etmeye çalışmakla" suçluyor, ondan da öte "kendisinden önceki yönetimleri" töhmet altında bırakacak "muğlak" ifadeler kullanarak "tüzük ihlalini" iyice pekiştiriyordu! Bakınız, "Yeni Başkan"ın yazısında, "dernek üyesi" ünlü bir yazar için kullandığı şu ifadeye: "Belki farkında değilsin ama etkili ve yetkili dostların sayesinde her zaman bulduğun televizyon ve gazetelerin baş köşelerinde sınırsız şekilde giderek popülizme kayan bir kişilik ortaya koyuyorsun." Evet, "nerede ise ömrünün tamamını" basın mesleğine vermiş olan Hıncal Uluç'un, "gazetelerde yazı yazmasını, TV'lerde programlara çıkmasını" TSYD'in "yeni başkanı", işte böyle yorumluyordu; ey iz'an, ey insaf, ey vicdan nerdesin? Farkında değil ki, sadece "Hıncal Uluç'u küçük düşürmeye çabalamakla kalmıyor", gazetelerin ve TV'lerin sahiplerini ve üst düzey yöneticilerini de "hak etmeyen kişilere gazete ve TV'lerinin baş köşelerini vermekle" suçluyordu!.. Burada da kalmıyor, devam ediyordu: "Ben bu derneğe başkan adaylığımı koyarken barışa talip oldum. Sizin desteklerken korkuttuğunuz, ama mesleğimize irtifa kaybettirenlerin yıktıkları köprüleri onarmaya çalışıyorum. Kukla olmam, hiçbir kimse ve kuruluş ile kavga etmem. Hele TSYD'yi popülizme alet etmek isteyenlere asla izin vermem. Bu çok sevdiğim, can dostum Kazım Kanat olsa bile." "Yeni Başkan", bu cümle ile "isim ve dönem belirtmeden", kendisinden önceki bütün yönetimleri "töhmet altında" bırakıyordu!. Kimlerdi, "desteklenirken korkutulanlar" ve "mesleğimize irtifa kaybettirenler" ve de "hangi köprüleri yıkmışlardı?" Kim "kukla olmuş" ve "kimlerle, hangi kuruluşlarla kavga etmişti?" "Yeni başkan" bu "dehşet verici" iddiaları ortaya atarken, bunları açıklamak zorunda değil miydi? Yazı "Attila Gökçe ve yönetimlerini" akla getiriyordu ama, Hıncal Uluç "bugüne kadar genel kurullara gelip Attila Gökçe ve yönetimleri için tek oy kullanmamıştı!." Hıncal Uluç, Attila Gökçe ve yönetimlerini "zaman zaman ağır şekilde eleştirmiş ve bu sebeple Disiplin Kurulu kararı ile ceza almıştı!." Öyleyse? "Bu durumu bilenler", doğal olarak şöyle düşündüler: "Acaba Yeni Başkan, derneğin başka yönetimlerini mi kastediyor?" "Yeni Başkan" ayrıca, Kazım Kanat'ı da açık açık "derneği popülizme alet etmeye kalkışmakla" suçluyor, ama "ne zaman, nerede, nasıl yapmak istemiş" onu yazmıyor, söylemiyordu; Yeni Başkan'ın yazısını okuyanlar, Kazım Kanat için ne düşüneceklerdi? "Barışa talip olan ve hiç kimseyle, hiçbir kuruluşla kavga etmediğini yazan" bir Başkan'ın yazdıklarına bakınız!. Ve bir de, TSYD Tüzüğü'nün "Disiplin Kurulu'nunca verilebilecek cezalar" bölümündeki "Kesin çıkarma cezası verilebilecek halleri" belirleyen 26. maddesinin 4 üncü fıkrasına: "Derneği, SPOR YAZARLARINI, DERNEK ORGANLARINI ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARA KARŞI KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ DAVRANMAK, bu konuda YAZILI ve sözlü açıklamada bulunmak" Ne yazık ki ve ne acıdır ki, "TSYD Tüzüğünü yürütmekle yükümlü olan Yeni Başkan", hem "Hıncal Uluç", hem "Kazım Kanat", hem de "kendisinden önceki yönetimler" ile ilgili olarak bu fıkrada yazılı suçu "tek yazıda ve üst üste" işlemiş görünüyor!. Bununla da kalmıyor; adeta "savaş ilân ediyor!." Kime karşı; Hıncal Uluç'a karşı, Kazım Kanat'a karşı, "kendisinden önce hangilerini kast ediyorsa" o yönetimlere karşı!.. Peki; "Yeni Başkanı" böylesine kızdıran, öfkelendiren ve ona "tüzük çiğnettiren" Hıncal Uluç ve Kazım Kanat ne yapmışlar? Kazım Kanat "kendisi hakkında haksız bir karar aldığına inandığı" Basın Konseyi'nin bu kararına "şiddetle karşı çıkmış!." Hıncal Uluç da "yıllardan beri alışılmış olan kendi üslubu ile" Kazım Kanat'ın "bu karşı çıkışını destekleyerek", Basın Konseyi kararını "şiddetle eleştirmiş" ve bu arada "meslek kuruluşlarının üyelerini bu gibi durumlarda yalnız bıraktığını" anlatmış, "TSYD'nin duruma müdahale ederek, Kazım Kanat'ın hakkını korumasını" istemiş!. Yani; "derneğine, derneğinin gücüne, ağırlığına olan inancını" ortaya koymuş; ama "Derneğin duruma müdahale etmeyerek, üyesini yapayalnız bıraktığını" söylemiş ve "dernek yönetimini uyararak, göreve davet etmiş." Aldıkları cevap açık: "Vay, siz misiniz böyle yapanlar, ben sizin ağzınızın payını vereyim de görün!." Vah benim TSYD'm vah!.. Aslında, "Yeni Başkan'ın yazısında" bir başka cümle daha var ki; "Hıncal Uluç'un ne kadar haklı olduğunu" ortaya koyuyor!. "Yeni Başkan" Basın Konseyi kararı için diyor ki: "Benim genel başkanı olduğum Türkiye Spor Yazarları Derneği tüm sivil toplum kuruluşlarına saygılıdır. Ancak Basın Konseyi bir üyemize ceza verirken haklı olduğunu bile iddia etse, bilgilendirmemekle saygısızlık etmiştir. Böyle bir davranış en azından ayıptır." Yani? "Yeni Başkan", Hıncal Uluç'un yazısının çıkmasından "önce" yapması gereken araştırmayı, yapması gereken açıklamayı, ancak Hıncal Uluç'un yazısı çıktıktan "sonra" yapmıştır!. "Yeni Başkan" bu açıklamayı, Basın Konseyi'nin "gazetelerde yer alan" resmi açıklamasından sonra yapsa idi; belki de Hıncal Uluç "o yazıyı yazmayacak", aksine "duruma el koyduğu ve Kazım Kanat'ın arkasında durduğu için" Yeni Başkan'a ve yönetimine teşekkür edecekti!. Şimdi, "Yeni Başkan'a, bir dernek üyesi olarak" bir başka sorum daha olacak:: Tüzüğümüzün hangi maddesi, "TSYD'nin Yeni Genel Başkanı" olarak size, "gazeteciliğin ünlü, itibarlı ve de saygın" yazarlarından birine ve derneğimizin bunca yıllık bir üyesine "Eğer bir zahmet tribüne veya derneğe gelirsen, genç bir spor yazarını sana rehber veririm. Spor yazarlığına seni yeniden kazandırmak için rehabilite eder" açıklamasını yapmak yetkisini veriyor? Söyler misiniz bizlere: Siz, yoksa "Yeni Başkanı" bu mesleğin ve bu derneğin padişahı mı zannediyorsunuz? Hesaba bakın!.. Galatasaray yönetimi "basketbol ve voleybol şubelerini kapatma yolunda dönmeye çalıştığı acı viraj" için kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor!. Kulübün 33 milyon dolar borcu varmış da, bu iki şubeye harcanan para 36 milyon dolarmış da... mış... mış da... mış mış... İyi de, "şöyle ya da böyle bu şubelerin getirdiklerinin nedense içine konmadığı" hesabı inceleyince görüyorsunuz ki; "bu para" 6 yılda harcanan paraymış!.. Yani; "yılda 6 milyon dolar!." Yani; Bülent Akın'ın "sadece" bonservisi için Denizlispor'a ödenen para!.. Yani; Serkan için "sadece" Samsunspor'a ödenen para!.. Yani; Hakan Şükür'ler, Okan'lar, Emre'ler ve Bülent Akın'lar "tam bir basiretsizlik örneği olarak" nerede ise "nohut çekirdek parasına Avrupalara kaptırılmasa", doğru dürüst "bonservis bedeli alınabilse" bu iki şubeye harcanan paraların hemen hemen tamamının karşılanacağı bir tablo!.. Yani... Beceriksizlik.. Yani... İş bilmezlik... Yani... Adeta "bile bile" lades... Ve hâlâ, bu kulübün önde gelenleri, "eski" basketbolcüleri ve voleybolcüleri, Divan Kurulu ve başkanı sus pus!.. "Tam bir palavra edebiyatı ile" Galatasaray'ın hayati hisselerini "ucuz ucuz" AIG'ye kaptıran ve hisselerin üzerine bir de her yıl "5 milyon dolar" faiz ödeyen yönetimlerin yaptıklarını "basketbol ve voleybol şubelerini kapatmak" ile temizlemek isteyen Özhan Canaydın'a ve yönetimine bakalım "kimler" çıkıp da "dur" diyecek? Nerede "gerçek" Galatasaraylılar? "AIG" deyince aklıma geldi: Nerede, başta sevgili kardeşim Hıncal Uluç olmak üzere "bu şirketi" göklere çıkaranlar; bu şirketin "Galatasaray'ı Dünya'nın en büyük kulüpleri arasına sokacağını" yazıp - çizerek Galatasaraylılar'ın beyinlerini yıkayanlar? Neden çıkıp da, Galatasaray camiasından "Bizi kandırdılar, biz de sizi yanılttık" diye özür dilemiyorlar? Hani, "AIG, Galatasaray'ın stratejik ortağı olacaktı? Gerektiğinde para ve kredi bulacak, gerektiğinde dünyanın en ünlü kulüplerinden futbolcu alıp getirecek, gerektiğinde Galatasaray'ın dünyadaki tanıtımını yapıp, ürünlerinin satılmasını sağlayacaktı?" Sahi, nerede kuzum bu AIG ve AIG'perverler? 2 S'nin Beşiktaş'ları!.. Evet... Önce "geçmiş" 2 S'yi söyleyelim: Süleyman Seba!.. Sonra... Bugünün 2 S'sini takdim edelim; Serdar Bilgili ve Sinan Engin!.. Bir Süleyman Seba'nın Beşiktaş'larına bakalım, bir de Serdar Bilgili - Sinan Engin'in Beşiktaş'larına!.. "Lafla peynir gemisi yürütmek" şampiyonu Serdar Bilgili ve Sinan Engin, "göreve geldiklerinden beri" birbirlerini şişiriyorlar!. Sonunda... Hüsran... Bu sezon da bol bol "pohpohlama" ile başladı; "Başkan bu takım transfer yapmasa da şampiyon olur" telefonlarını haber yaptıran "Beşiktaş'ın İmparatoru" Sinan Engin'in ve "ona inanan" Serdar Bilgili'nin Beşiktaş'ı Atina'da dağıldı!. Ey Beşiktaşlılar; derhal tedbir almazsanız 100. Yıl'da da hüsrana uğrarsınız!. Geçen defa da yazdım; "Sinan Engin - Lucescu çekişmesi" sona erdirilmezse, Beşiktaş'ın hali harap!.. Erdirilmesi de zor; bu yüzden "takım" en azından ikiye bölünmüş durumda!. Sinan Engin'ciler ile Lucescu'cular arasındaki çekişme, henüz tam anlamı ile su yüzüne çıkmadı ama, yakında önce idmanlarda, sonra maçlarda her şey ortaya dökülecek!. Beşiktaşlılar, Süleyman Başkanı çok arayacak!.. Tabii, "seçmedikleri" Hasan Arat'ı da!.. Yazık!.. Oktay Ekşi neden susuyor? Basın Konseyi kararları konusundaki eleştiriler zaman zaman doruğa çıkar!. Kazım Kanat'a verilen "kınama" cezası ile ilgili olarak da "ağır eleştiriler" yapıldı. Önce Kazım kanat, sonra da Hıncal Uluç "Konsey ve kararı" ile ilgili olarak "sert" yazılar yazdılar!. Sonunda TSYD Başkanı Onur Belge de, gazetesindeki yazısında Konsey'in davranışını "saygısızlık ve ayıp" olarak niteledi: "Benim genel başkanı olduğum Türkiye Spor Yazarları Derneği tüm sivil toplum kuruluşlarına saygılıdır. Ancak Basın Konseyi bir üyemize ceza verirken haklı olduğunu bile iddia etse, bilgilendirmemekte saygısızlık etmiştir. Böyle bir davranış en azından ayıptır." Yazılar çıkalı günler ve günler geçti; Basın Konseyi'nden ses seda yok!. Konsey Başkanı Oktay Ekşi hala susuyor!. Ve bir çok insan "haklı" olarak şöyle düşünüyor: "Sükut ikrardan gelir!." Basın Konseyi, "Kazım Kanat'ın savunmasını neden almadığını ya da alamadığını" belgelerle açıklamalıdır!. Daum'un, "Kazım Kanat'ı yalanladığı" iddia edilen "imzalı mektubunu" da!.. Bu yapılmazsa, Konsey'in itibarına, "bizzat yöneticileri" en büyük darbeyi vurmuş olacaklardır!. Konsey üyesi olarak "gerçekleri bilmek" ve öğrenmek hakkımızdır!. Neymiş?... Hala "bazıları" ümit içinde bas bas bağırıyor; "İstanbul olimpiyat yapar!.." Ve "ilavesi" de var; "Formula 1 yarışları İstanbul'da yapılmalıdır!.." Güldürmeyin insanı!.. Galatasaray - Olimpiyakos maçının öncesinde ve sonrasında yaşanan rezaleti gördükten sonra, Formula 1'in de, Olimpiyat'ın da "neden İstanbul'da yapılamayacağını" herhalde herkes ama herkes anlamıştır! Sakın ola ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sorumluları "dolduruşa gelmesinler!.." İstanbul'un baskısına göğüs gersinler ve "Boğaz'ın büyüsünü" bozsunlar!.. Öncelikle "Formula 1'in İstanbul'a verilmesi" konusunda "kapalı kapılar ardında varılan anlaşmaları" boşa çıkarsınlar!.. Yeter artık, "hiç olmazsa bu yarışı" o kocaman "karadelik" yutmasın!.