Yıldırım Demirören ne yapıyor?..

A -
A +

Gülnaz Arsel ile Celâl Kolot'u "birbirine vurdurmak", birini tamamen harcamak, ötekini "Beşiktaş yöneticisi olarak" bitkisel hayata sokmak bilmem ki bir Beşiktaş Başkanı'na yakışır mı?.. "Başkansan" söylersin birine, "Yönetimden çekil"; çekilir!.. "Başkansan" söylersin ötekine, "Geriye çekil"; çekilir!.. Birbirine vurdurmak?.. "Birbirini vurana kadar" seyretmek?.. Ya, "bir taşla iki kuşu vurduktan sonra", birdenbire "kuyudan bir başka adam çıkarmak"; o ne demek oluyor?.. Hem de kimi?.. Adı üzerine son birkaç yıldır "Mafya kayıtlarından, polis takiplerinden, adliye koridorlarına kadar" bir yığın iddianın, bir yığın olayın gölgesinin düşmesini bir yana bıraktım; daha bir - iki hafta önce, "kendisini göreve getiren" Başkan Yıldırım Demirören için "Demirören'in Zaafı" başlığı ile şunları yazan Sinan Engin'i: "Soru: Beşiktaş yönetimindeki çatlaklar için ne düşünüyorsunuz? Cevap: Beşiktaş'ta görünen o ki bir otorite boşluğu yaşanıyor. Başkan Yıldırım Demirören, göreve ilk geldiği zaman Gülnaz Arsel'i çok büyük yetkilerle donattı. Yönetimden gelen tepkiler yüzünden ve Arsel'i bu görevlerden dolayı yavaş yavaş geri çekti. Bir bayan olması, futbolla çok ilgili olmaması ve yapmış olduğu yorumlar hem yönetimde hem de bazı taraftarlardan tepki topladı. Gülnaz Arsel, aslında Başkan Yıldırım Demirören ne söylüyorsa onu anlatıyordu. Bir nevi Başkan'ın sözcülüğünü yapıyordu. Daha sonra Başkan, Arsel'e vermiş olduğu desteğin arkasında duramadı. Arsel'i yavaş yavaş pasifize etti. Özellikle de içeride yaşanan çekişmeler yüzünden üç-dört yönetici Arsel'e tavır aldı. Başkan krizi iyi yönetemedi. Bu kriz iyi yönetilmediği için de Başkan, birilerinin hakkında karar vermek zorunda kaldı. Bu kararı da Gülnaz Arsel'in karşıtlarının lehine verdi. Burada bir Başkan zaafı görünüyor. Başkan, bir görev dağılımı yaptığında çok geniş yetkiler vermeseydi, bu sorun olmazdı. Arsel de görevinde olurdu. Burada Başkan zaafı görüyorum." "Başkan zaafı" devam ediyor; yoksa Sinan Engin, "Ertuğrul Sağlam gibi" bir Hoca'nın başına getirilir miydi?.. >> Askerden kaçanlar!.. Gazetelerde haber: "Milli Savunma Bakanlığı tarafından sevk işlemleri tehir edilmediği takdirde, 31 Aralık 2007'den itibaren pek çok ünlü futbolcu ve sporcu, ya kışlanın yolunu tutacak ya da yurt dışına çıkacak! Kamuoyunda Fenerbahçeli Tümer Metin ile birlikte anılan ve askerliklerinin 33 yaşına kadar tecil edilmesini öngören yasa hükmü yılbaşından önce değiştirilmezse milli basketbolcular; İbrahim Kutluay ve Mirsad Türkcan'ın da aralarında bulunduğu 50'ye yakın sporcunun silâh altına alınacağı bildirildi." Hey gidi hey; "birkaç gün eksik askerlik yaptı" diye "soyunma odasından alınarak hapse götürülen" ve askerliği tamamlattırılan Metin Oktay'lara ve onun gibi binlerce sporcuyu biliyorum, hatırlıyorum da, "göz göre göre" askerden kaçmak için "her türlü çareye başvuran", onlar da çare olmayınca, yasaların değişmesini bekleyen bugünküleri ayıplıyorum!.. Bunca "şehit veren" bir ülkede, "askerden kaçmak için" her şeyi yapanları alkışlıyoruz, üstelik "bunları yazıyoruz" diye, küfür mailleri, telefonları yağıyor!.. Yağsın, biz yazmaya devam edeceğiz!.. "Milyon dolarları ceplerine indirenler", bilsinler ki, askerlik de yapacaklar, mecburlar!.. >> Basın baskısı!.. Bitmeyen hırs, "İddaa ihalesi" için de gündeme oturmak üzere mi?!.. "Bazı" gazetelerde okuduğum haberler üzerine, telefon başında "şöyle bir ufuk turu" yaptım!.. "Onu da biz alalım" deniyor, galiba!.. İnşallah "öyle" değildir, "öyleyse", anlaşılıyor ki; "bu hırs", sahibi olduğu gazetelerin sayfalarını kullanıyor; idareye baskı yapmaya çalışıyor!.. "Medyayı bir silâh gibi kullanarak", her taşın altından çıkmak ve "Rabbena, hep bana" demek moda oldu!.. Dilerim, "moda olarak kalır" ve "devri geçer"; yoksa medyanın medyalıktan çıkmasının en büyük sebebi olur ki; bugün Türkiye'de sahneye konan da budur!.. Yazık; hem Türkiye'ye, hem de mesleğimize yazık!.. > Bilmeden yazmak!.. Bilmiyorsan yazmazsın, ya da "araştırır, doğrusunu bulur" yazarsın!.. Gazeteciliğin en önemli ilkelerinden biridir, bu!.. Ama, kim dinliyor, kim biliyor, kim bakıyor?.. "En büyük gazetelerimizde" bile yanlışın bini bir para!.. İşte Sabah'tan bir haber: "Fransa Bisiklet Turu'nda yaşanan doping skandallarının son perdesi Türkiye'de yaşandı. Turu lider götürürken kan dopingi yaptığı belirlenen Kazak Vinokourov'un hem vatandaşı hem de Astana'dan takım arkadaşı olan Andrej Kashechkin'e Belek'te 1 Ağustos'ta yapılan testin pozitif çıktığı açıklandı. Astana takımı Vinokourov dopingli çıkınca 15. turda yarıştan çekilmişti. O sırada 8. sırada bulunan Kasheckin'e tatil için geldiği Antalya'da habersiz test uygulandığı ve tıpkı Vinokourov gibi başkasının kanıyla doping yaptığının belirlendiği bildirildi." "Turu lider götüren Kazak Vinokourov", öyle mi?.. Yoksa, "Tur lideri Danimarkalı Michael Rasmussen mi?.." Evet, "Vinokourov da diskalifiye edildi" ama, "tur lideri değildi" ve bu seneki turda "hiç" olmadı!.. Sonuç; her yanlış gibi, bu yanlış da "yapanların yanına kâr kaldı", ama "bilen, seyreden, izleyen okuyucu" diyor ki; "Ne kadar cahil ya da dikkatsiz bir spor medyamız var!.." Haksız mı?.. >> Elbette oynayacaksın!.. Beşiktaş, "eğer sabredilebilirse" ve "Sinan Engin bir çuval inciri berbat etmek üzere göreve gelmemişse", bu defa "emin" ve de "sağlam" bir elde!.. Ertuğrul Sağlam "şu anda" kulüp teknik adamları içinde "Feldkamp ile beraber" en inandığım, en güvendiğim teknik direktör!.. Başarılı olmasını ve sevgili kardeşim Hıncal Uluç'un dediği gibi "Türk teknik adamlarının önünü açabilmesi için" hem de "çok başarılı olmasını" istiyor ve bekliyorum. Mustafa Denizli ve Fatih Terim ikilisinden sonra, her şeyi ile yeşil çimlere "sağlam basan" bir Türk teknik adamının olmasını arzu ediyorum ve bu teknik adamın Ertuğrul Sağlam olacağına inancımı da tekrarlıyorum; iş Yıldırım Demirören'e, Sinan Engin'e ve Çarşı Grubu'na kalıyor ki; işte işin o tarafı "ortada!.." Elbette, "Ertuğrul Sağlam'a inanmak, güvenmek, başarılı olasını istemek" başka, "yanlışlarını, hatalarını söylemek, eleştirmek" başka: Sheriff gibi, "dördüncü, hatta beşinci sınıf" bir takımı eledikten sonra demiş ki: "Bir hafta içinde 3 maç oynayarak zor durumda bırakıldık!.." Almanya'da oynanan "Süper Kupa'yı kastederek", Federasyonu eleştiriyor!.. Yazan çok oldu, benim de "bu hatalı ve garip sözlere karşı yazacağım çok şey var" ama, sözü "Beşiktaşlı" sevgili Güven Taner'e bırakayım: "Bu maçtan Beşiktaş'a çıkan mesaj şudur: Beşiktaş kapasitesini haftada üç maç oynamaya yükseltmelidir. Bunu başardığında önü açıktır. Ertuğrul Sağlam'ın bugünden yapması gereken, kadroyu haftada üç maçı kaldıracak zenginliğe kavuşturmaktır." Demek ki neymiş sevgili Ertuğrul?.. "Yanlış yapan" Federasyon değil, "eksik yapan" Ertuğrul Sağlam!.. "Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olma" hedefine kilitlenen bir takımın, haftada "üç maç oynamasının, hem de güle oynaya oynamasının" şart olduğunu bilmek gerek,hem de öyle "Sheriff'lerle falan değil, Real'lerle, Liverpool'larla, Chelsea'lerle, Milan'larla, Barcelona'larla!.." Bilmem ki, haksız olan kim?.. Daha "işin başında" mazeret, bahane üretmeye kalkarsak, Sinan Engin'e de "hesap sorma hakkı" doğar: "Sen ne diyorsun arkadaş?.. Bizde de hedef sadece Anneler Ligi mi yoksa?.." >> Hastalık!.. Bu hafta Beşiktaş'la başladık, Beşiktaş'la devam edelim: Sheriff'le oynanan iki eleme maçında da "birer sarı kart gören" Tello ve İbrahim Kaş, "çok daha güçlü bir takım olan" Zürih'le yapılacak "ilk maçta"oynayamayacaklar!.. Türk takımlarında "kart görmek" en kolay iş hâline geldi; zira "ceza yok!.." "Olursa" da , haftasına af!.. En önemli, en kritik maçlarda oynamayan "bir yığın oyuncu" görüp geliyoruz, hastalık hâlâ sürüyor!.. Önleneceği de yok!.. Olan takımlara ve tabii kulüplerine oluyor; yazık!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.