"Kötü sonuç alınan" maçlardan sonra futbolcularımız, yöneticilerimiz "genellikle" iki "ezberlenmiş" sözü tekrarlıyorlar!. "...Artık önümüzdeki maçlara bakacağız!.." "Yolumuza devam edeceğiz!.." Bu sözlere çok gülüyorum!. Sanki "yola devam etmeyin" ya da "Önümüzdeki maçlara bakmayın" diyen varmış gibi... "Yola devam etmeyip" de ya da "önümüzdeki maçlara bakmayıp" da ne yapacaksınız? Yolu yarıda mı bırakacaksınız? "Önümüzdeki" maçları değil de "arkamızdaki" maçları mı oynayacaksınız!.. Galatasaray'ın "bir zamanlar" parlak bir "başkan adayı" yöneticisi vardı, güler yüzlü ve açık sözlüydü, sonra "yavaş yavaş değişti" ve bugün "Başkanı gibi" gülmeyen yüzü, tekrarladığı "klâsik" birkaç cümlesi ve spor yazarlarına mesafe koyan "buz gibi" tutumu ile, "sempatisini kaybetmiş" duruma geldi; işte o yönetici de, Real Sociedad maçından sonra dedi ki: "Yolumuza UEFA Kupası'nda devam edeceğiz!." Demek istiyor ki; "Şampiyonlar Ligi'nde kaybettik ama, UEFA Kupası'nı kazanmak için mücadele edeceğiz!.." İnşallah yanılırım, amma... Özhan Canaydın'ın başkanlığında, Ali Dürüst'ün ikinci başkanlığında, "Galatasaray'ın sportif başarı kazanması ihtimali de, imkânı da yoktur!." Faruk Süren - Mehmet Cansun ikilisi, koca kulübü "mâli olarak" nasıl iflâs ettirmişlerse, Özhan Canaydın - Ali Dürüst ikilisi de "sportif olarak" öyle iflâs ettirmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar!. Ve "maalesef" 10 bin üyeli Galatasaray'da "herkes" bu "acıklı durumu" seyretmektedir!. Divan Kurulu'nda söylenen "birkaç cümle dışında", Galatasaray'daki vahim durumun üzerinde duran yoktur!. Başkan adayı olduğu andan bugüne "verdiği tek sözü tutamamış" bir başkanla, Galatasaray'ın "önderi olduğu" sportif şubeleri "Şu mektepler olmasaydı, Maarifi ne güzel idare ederdim" diyen Maarif Bakanı zihniyeti ile yönetmeye kalkan bir Özhan Canaydın ile ve ona "hınk deyicilik yapan" bir ikinci başkan ve yönetimle Galatasaray'ın değil UEFA Kupası'nda, Türkiye Kupası'nda bile "yola devam etme" imkân ve ihtimali yoktur!. Bu yönetim ne "önüne bakabilir", ne de "yola devam edebilir!." Bu yönetim hep "arkasına bakar" ve bunca zaman geçtikten sonra bile "Süren ve Cansun'dan nasıl bir kulüp devraldıklarını" anlatır, "yolunu kaybedip" patikalara düşünce de, "yürümek için" bir başka patika bulmaya kalkışır; işte o kadar!. Sonunda "gelinen nokta", Dünya Markası Galatasaray'ı "1.5-2 milyon liraya" dağ başlarında, kuş uçmaz kervan geçmez "tundralarda" oynatmaktır!. Sonunda gelinen nokta, Süren - Cansun ikilisinin yıllarca anlattığı "stat masalını" anlatmaya devam etmektir!. Sonunda gelinen nokta, Beşiktaş'tan 25 fark yiyecek duruma düşen basketbol takımının "maçlara gidip gelmesini sağlayabilmek için", Arda gibi bir basketbolcüsünü bile bir başka kulübe kiralamaktır!. Ki, o basketbol takımı, "yol parası olmadığı için" katılma hakkı elde ettiği "Avrupa Kupası maçlarına da gönderilememiştir!." Sonunda gelinen nokta, kız voleybol takımını dağıtmak, erkek voleybol takımını da "dağılmaktan beter etmektir!." Daha fazla yazmak istemiyorum, zira yazmaya devam etsem, koca sayfa dolar!. Geliyorum, işin sonuna: "Becereceğim" zannettin, yola çıktın; tamam, bunu anlarım ve saygı duyarım!.. Amma... Geldin... Uğraştın, didindin, beceremedin!.. Elbise "üzerine bol geldi" ve sorunların altından kalkamadın, aksine "daha vahim bir tablo ortaya çıkardın!." O zaman ne yapman gerek? Her "onurlu" insanın yaptığını, yapacağını!.. Camiadan özür dileyecek ve "yerini" işi yapacaklara, bu "hazin ve vahim" tablonun altından kalkacaklara bırakacaksın!. Bilmem ki, "Galatasaray'ın yoluna devam edebilmesi için" başka çıkar yol var mı? Çamur at, izi kalsın!.. "İlk" Letonya Milli Maçı'nda, Hakan Şükür'ün kadroya alınmamasından sonra, "birileri çıkıp" haberler yazmış ve manşetler atmıştı; "Prim pazarlığı yaptığı için Şenol Hoca onu kadroya almadı!." Bu haber "hemen" yalanlandı!. Hem de "şerefsizler" sözleri ile takviyeli olarak!. Federasyon Başkanı yalanladı, Milli Takımın Hocası yalanladı!. Ben "gene" de tatmin olmadım, Federasyonun içinde "şöyle bir telefon turu" attım; haber doğru değildi!. Bakıyorum hâlâ Hakan Şükür'ü "sevmeyenler", bu yalanı "sanki doğru imiş gibi" ısıtıp ısıtıp yazıyorlar!. "Maalesef" bunlardan biri de, sevgili meslektaşım Kâzım Kanat!.. Osman Tanburacı ile beraber "programlara çıka çıka", o da "Hakan fobisine tutuldu!.." Her yazısında, her programında, "yerli-yersiz" Hakan Şükür!.. Şükür, "başarılı oldukça, goller attıkça", Kâzım Kanat da "söz ve yorumlarını ağırlaştırıyor!." "Futbolculuğunu yerden yere vuran" yazıları ve yorumları arşivlerde dururken, şimdi zor durumda "Ben futbolculuğuna bir şey demedim, ben karakterini beğenmiyorum; milli maçtan önce prim pazarlığı yapılır mı?" diyor!. "Bu iddiayı öne süren" gazetecinin, "Hakan Şükür'ün prim pazarlığı yaptığını ispatlaması" gerek!. "Ben gazetede okudum, ben duydum" demekle, Hakan Şükür gibi bir "büyük" futbolcu karalanamaz!. Karalanmaya kalkılırsa da, "okuyucu da çıkar" işte yazdığın gibi, "Senin için" Hıncal Uluç'a mektuplar yazıp gönderir ve Hıncal Uluç da sana verir!. Neden şaşıyorsun; "Hıncal Usta, böyle bir mektubu çöpe atmadı da bana verdi" diye? Sebep ortada; "hatalı yoldan dönmeni istiyor"; çünkü seni seviyor, sana değer veriyor!. Tıpkı "benim gibi!.." Daum'unki suç değil mi? Bir hakeme "Yazıklar olsun" diye bağırmak ve bunu "el kol hareketleri ile" takviye etmek, belki de "fazladan birkaç kelime daha eklemek" elbette suçtur ve ben Fatih Terim'e verilen cezanın "az bile olduğuna" inanıyorum!. Amma... TV'lerde, "Maçlarımızı 12 kişiye karşı oynuyoruz" diyen bir teknik adamı duymazlıktan gelenleri de kınıyorum!. Daum, üstelik "sadece bir maçın bir düdüğüne değil", maçların tümüne ve hakemlerin geneline ait "sözler" söylüyor ve "hakemleri rakip takımın oyuncusu, adamı" olarak gösteriyor!. Hangisi daha ağır suçlama ve hakaret; Daum'unki mi, yoksa Terim'inki mi? Ne dersiniz sevgili Bülent Yavuz ve federasyonun Disiplin Kurulu'nun saygı değer üyeleri? Elvan ve Hocası!.. Sonunda, "kültür ve spor olaylarının en büyük sponsorlarından biri olan" ENKA'yı da pişman edecekler!.. Ve ENKA yöneticileri, "lânet olsun" diyerek, spora sırtlarını dönecekler!. Devlet bütçesinden, sporcusuna, sporcu başına yılda ancak "nohut-çekirdek parası kadar" para ayırabilen bir ülkede, "spor ve sporcusu için" milyon dolarlar harcayan sponsorları, hem de "hiç uğruna, kapris uğruna" küstürmek lüksü var mıdır, bilmiyorum!. Bu sorunun cevabını Gençlik ve Spor genel Müdürü Mehmet Atalay vermeli ve "sporumuz adına", atletizmimiz adına kapılan "kaprisli ve kompleksli ayıbı" düzeltmelidir!. Zira, Avrupa Şampiyonası sırasında, görevinden istifa ederek "başında olduğu Türk atletizmini, milli takım kafilesini ve şampiyon adayı Süreyya'yı yüz üstü bırakıp", aday olmaya koştuğu parti tarafından "kaale bile alınmadığı" siyaset macerası için Türkiye'ye dönen bir Federasyon Başkanı'nın "eften püften sebepler ve zırvalıklarla dolu" raporu ile Elvan'a ve Hocası Ertan Hatipoğlu'na hem de 10 ay ceza vermek, ayıptan da öte bir şeydir!. Şimdi diyecekler ki; "Biz Elvan'a 10 ay ceza mi verdik?" Güldürmesinler beni; Hatipoğlu'na 10 ay ceza vermek, Elvan'a "10 ay ceza vermek değil de nedir?" Yurdadön, "Süreyya'dan başka Avrupa - Dünya - Olimpiyat Şampiyonu istemiyor" olabilir; bu onun şahsi düşüncesi, saplantısı, kaprisi ve kompleksi de olabilir!. Ama, "sporumuzun başında olan" Mehmet Atalay'ın böyle bir lüksü olamaz!. Atalay, "bu yanlışı ve ayıbı önleyecek adımı" derhal atmalı ve "kanunların, yönetmeliklerin kendisine verdiği yetkileri" kullanmalıdır!. Adeta "sus payı" olarak, 10.Dünya Kros Şampiyonası'na Elvan'ın hocasının yerine, ENKA kulüp müdürünün götürülmesi, "mizah tarihine geçecek" bir olaydır!. Herhalde Ertan Hatipoğlu, Türkiye'den telefonla müdürü arayacak, o da Elvan'a taktik verecek ve Elvan da bu garip ve komik tablo içinde, "çok ünlü" rakiplerini geçerek şampiyon olmak için mücadele edecektir!. Hem Atalay'a bravo... Hem de Yurdadön'e bravo!.. Peki, "bütün bu çarpıklığa rağmen" Elvan başarılı olursa, ne olacaktır? O demese, hocası demese, ENKA yöneticileri demese dahi, mesela ben çıkıp diyeceğim ki: "Atalay ve Yurdadön el birliği ile Elvan'ın şampiyonluklar, madalyalar almasının önünü kesmeye çalıştılar ama, küçük kızımız, boyundan büyük işler yaptı, şampiyonlukları, madalyaları aldı!. Şimdi Atalay'a ve Yurdadön'e ne kalıyor; yüzlerinin kızarması!.." Bilmem; Genel Müdür ve Federasyon Başkanı, "böyle" düşünmemizi ve dememizi mi istiyorlar? Değişken!.. Lucescu "her zamanki" rolüne soyundu ve "mağlûbiyete kılıf biçerek" ağladı; "Chelsea kaç yüz milyon pauntluk bir takım, biz onunla nasıl başa çıkarız?" Hadi, Chelsea'nın peşinden gruptan çıkan "Real Madrit'ten güçlü" dediği Lazio olsa, anlamaya çalışırım, ama Sparta Prag ilk 16'ya kalırken, Beşiktaş Teknik Direktörü'nün "bu bahanesini" kabul etmem mümkün değil!.. Sezon başında, yönetim kurulunun ve Başkan Bilgili'nin ısrarlarına rağmen, yakından tanıdığı "büyük maçların küçük, küçük maçların büyük santrforu" ve üstelik de "sakat olan" İlhan' a güvendiğini söyleyerek, "doğru dürüst ve Şampiyonlar Ligi'nde iş yapacak bir santrfor aldırmamasının" da sebebi ortaya çıktı: "Bugünlere bahane ve kılıf hazırlamak!." Öyle "pahalı ve ünlü" bir santrfor alınsaydı, Lucescu şimdi çıkıp da "Chelsea kaç yüz milyon pauntluk" diye ağlayabilir miydi?!. Sergen ve Hagi!.. Önümde bir okuyucumun faksı duruyor; taa Adana'lardan göndermiş... Diyor ki... Faks uzun... Ben, "kendi üslûbum" ile "özetini" anlatayım: Hagi varsa... Sergen varsa... Galatasaray var!.. Sergen varsa... Beşiktaş var... Lucescu ve Fatih Terim... "varlarda..sonra gelenler..." Zira... Hagi'siz ve Sergen'siz ama Fatih Terim'li Galatasaray ortada!.. "Çıkın Sergen'i", bakın bakalım Lucescu'lu Galatasaray'da ve Lucescu'lu Beşiktaş'ta "geriye ne kalacak?" Bende de haftalardır "şüpheli" sorular ve "tereddütlü" cevaplar var ama, henüz okuyucumun "gerçek budur" noktasına gelmedim!. Amma... "Böyle giderse", geleceğim; hem de yüz binlerce taraftar ve futbolsever gibi!.