İki gün ara ile "iki büyük dostu", bir "büyük" ağabey ile "pırlanta" bir kardeşi toprağa vermek ne demektir; işte onu ben yaşadım, geçen hafta!.. Onun için sevgili müdürümden, can kardeşim Naci Arkan'dan "beni mazur görmesini" dileyerek bugünü "spor yazmadan" geçireceğim!.. Mehmet Yorgancıoğlu, Türk siyasetinin "Son Mohikan'ı idi"; Celal Bayar'ların, Adnan Menderes'lerin "demokrasi ışığı" Demokrat Parti'sinden bugüne kalan, 1960 İhtilâli'nden sonra onun yerini alan Adalet Partisi'nin "gerçek kurucusu" olan bir "demokrasi ve hürriyet kahramanı" idi; ilkelerinden taviz vermeyen, ikbal ve koltuk davetlerini elinin tersi ile iten, vatan-millet ve de demokrasi-hürriyet sevgisini kendine bayrak yapan bir "Son Mohikan"; dürüst ve cesur bir mücadele adamı; öyle yaşadı, öyle de öldü!.. Süleyman Demirel'in İsmet Paşa'dan sonra "siyaset yelpazesinin aynı safında ve aynı partide olmalarına rağmen", en çok çekindiği "adamdı", Mehmet ağabey; ama hiç "öne çıkmadı"; ikbalcilerle, koltukçularla, "menfaatlerini vatan ve millet sevgisinin önüne koyanlar" ile mücadelesinde, zaman zaman "çaresiz kaldığında" bile derdi ki; "Pes etmek yok, 30 namuslu ve cesur adam bulur, yeni bir parti kurar, devam ederiz!.." Onu, 1970 sonrasının "o karmakarışık" ve ülkenin "sağ-sol çatışmaları ile" tam bir kaosun ve sonra da 12 Mart Muhtırası'nın içine düştüğü yıllarında Ankara'da sevgili Mehmet Ali Kışlalı ağabeyin çıkardığı ve bir süre yazı işleri müdürlüğü yaptığım Yankı Dergisi'ne İzmir'den teleksle gelen ve "günün olaylarını analiz eden" yazıları ile tesadüfen tanıdım; o günün iktidarda olan siyasetçilerine "ne yapmaları gerektiğini anlatmak" için Başkent'e yaptığı gezilerde dergiye uğradığı zamanların birinde de tanıştım; rahmetli Kemal Ilıcak'ın Tercüman'ının İzmir temsilciliğinde göreve başladıktan sonra da bu tanışma "gerçek" bir dostluğa ve "abi-kardeş" ilişkisine dönüştü, geçen hafta onu kaybettim ve İzmir'de ağabeysiz kaldım!.. Sevgili eşi Zühal Yorgancıoğlu'na, çocuklarına, geride kalan "çok kardeşli, çok yeğenli, çok damatlı ve gelinli, çok torunlu" ailesine başsağlığı ve sabır dilerim; "böyle" bir aile reisine sahip olmakla ne kadar övünseler ve kaybettikleri için de ne kadar dövünseler azdır!.. Nur içinde yatsın ve mekânı cennet olsun!.. *** Melih Yalman, bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, sorumluluk ve göre anlayışı, aile ve özel hayatı, arkadaşlığı, dostluğu, yardımseverliği ile gerçek bir "pırlanta" idi ve İzmir basınında "iz bırakan" bir gazeteciydi; onu çok genç kaybettik!.. İzmir zenginlerinin çıkardığı ama hemen hemen İzmir'in her "ortak yatırımında olduğu gibi", en başından itibaren "başarıya ulaştırmamak için" ellerinden geleni artlarına koymadıkları "Gazete Ege" macerasında da Çetin Gürel (Genel Müdür), o (Müessese Müdürü) ve ben (Genel Yayın Müdürü) bir "triomvira" olarak görev almış, gazeteyi beraberce çıkarmıştık. Daha önce de elbette "onu tanıyordum"; ama "Gazete Ege" günlerindeki beraberliğimiz aile dostluğuna ve tam bir "ağabey-kardeş" yakınlığına ve keyfine dönüştü. Hürriyet'in Antalya Temsilciliği'nden ayrılışından sonra, iş hayatındaki dalgalanmalar, şanssızlıklar ve sıkıntılar, "onurlu ve duygusal" bir insan olan Melih kardeşi çok yıprattı; sonunda "o amansız hastalık" , bu "güzel" insanı bizlerden çok erken aldı götürdü!.. Sporun da "içindeydi" ve fanatik bir Kaf-Sin-Kaf'lı idi; Karşıyaka'nın son yıllardaki başarısız çizgisi, onu hastalığı kadar üzüyordu!.. Geride "gözü yaşlı" bir aile, onu, dostluğunu ve neşesini çok arayacak arkadaşlar bıraktı; nur içinde yatsın ve Allah ailesi başta hepimize sabır versin!.. *** Bu satırları yazarken, gözlerim nemli, Yahya Kemal'in beni çok etkileyen "ölümsüz" şiiri "Rintlerin Ölümü"nden "son dörtlüğü" mırıldanıyorum: "Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter, Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter." *** Bir gün elbet "bir yerlerde" gene buluşacağız, Mehmet ağabey ve Melih kardeş, eminim buluşacağız!..