Yorumculuk üzerine!.. Yorumculuk üzerine!..

A -
A +

Nerede ise yarım asırdır dönüp dolaşıp geliyoruz aynı soruya, tam bir "fasit" daire; "spor yazarı" kimdir, "futbol yorumcusu, basketbol yorumcusu, güreş yorumcusu, voleybol yorumcusu, atletizm yorumcusu, tenis yorumcusu, bisiklet yorumcusu" kimdir?.. "Spor yazarı" ayrı bir kimliktir ve elbette spor yazarları içinde "uzmanlık dallarında yorum yapanlar vardır", bugüne kadar olmuştur, bugünden sonra da olacaktır; futbol yorumlayacaktır, atletizm yorumlayacaktır, basketbol, voleybol, güreş, boks yorumlayacaktır, tenis yorumlayacaktır!.. Bir de, "spor yazarı" olmadan, "gazeteci" olmadan, "ilgilendikleri spor branşında" yorumcu olan, yorumculuk yapanlar vardır, bugüne kadar olmuştur, bugünden sonra da olacaktır!.. "Bu iki grubu" birbirinden ayrı tutmak gerekir, zira "gazetecilik" başka bir iştir, "yorumculuk" çok başka bir iş!.. Gazetecilik, "kendine özgü ilkeleriyle sınırlanan" ve "sadece gazetecilik yapılarak para kazanılan" profesyonel bir meslektir!.. "Yorumculuk" ise "öyle" değil; "bedava" yapılanı da vardır, "para alınarak" yapılanı da!.. Yorumcu, "başka bir meslek sahibi" de olabilir; doktor, avukat, emekli öğretmen, mağaza sahibi, emekli asker, manav, balıkçı, lokantacı, şarkıcı, film yıldızı, romancı, kısacası "aklınıza hangi meslek gelirse" ona mensup olabilir, yorumcu!.. "Dışarıdan gelen" yorumcunun, "gazetecilik ve gazetecilik ilkeleri" ile uzaktan yakından ilgisi yoktur; umurunda da değildir; onlar için "gazetecilik ilkelerini pas pas etmek", hatta keyif bile vericidir, zira reyting getirir, tiraj getirir!.. Ne yazık ki, sporseverler, "bu tip yorumcuları, spor yazarı sanmaktadırlar" ve ne yazık ki, "bu kabul edilemez durumun sorumluları", biz gazetecileriz ve bizim meslek kuruluşlarımızdır; uyumuşuzdur, uyutulmuşuzdur ve "mesleğimizi, mesleğimizin kimliğini" koruyamamışızdır!.. Çok acı bir gerçektir ki, bir çok "dışardan gelmiş" yorumcu, inanılmaz ücretlerle gazete sütunlarına ve TV ekranlarına oturtulurken, yıllarını bu mesleğe vermiş "gerçek" spor yazarları "boğaz tokluğuna çalışmak" zorunda bırakılmışlardır!.. Üç cümleyi yan yana zor yazarlar, Türkçe'den ve Türkçe konuşmaktan haberleri yoktur, mesleklerine, dinleyicilerine ve okuyucularına "saygı" nedir, bilmezler; "şöhretli" ve "eski" bir futbolcu, bir antrenör, bir hakem olmak yeterlidir, "yorumcu sayılmak" için!.. "Böyle" gelmiş, "böyle" gider, artık "her şeyi gören, her şeyi bilen" okuyucular da, seyirciler de alay eder; ne gam?.. Sporumuzun, futbolumuzun kalitesini anlamak için, yorumcuların kalitesine bakmak ve "birleşik kaplar teorisini hatırlamak" yeter de artar bile!.. Acı bir tablo!.. Hey gidi hey; ortadadır ki, "Lütfi Arıboğan ile Adnan Sezgin arasındaki fark, Çamlıca Tepesi ile Uludağ arasındaki fark gibidir" ve ne yazık ki, Galatasaray'ı "bu farkı fark edemeyen" bir Başkan yönetiyor!.. "Türkiye'nin Batı'ya açılan penceresi" olmakla övünen bir camianın kulübünün, "böyle bir zihniyet tarafından yönetilmesi", Galatasaraylıları üzüyor!.. Bunca yıldır tanıdığımız, sevdiğimiz, saydığımız "bir Başkan" sisler arasında kayboluyor ve karşımıza, "kendi hatalarını, yanlışlarını" spor basınına fatura etmeye, dahası "inat ve takıntılarının bedelini" spor basınına ödetmeye çabalayan bir Başkan çıkıyor; inanamıyorum!.. "Koca" Galatasaray Başkanı, üç asbaşkanından birini "kendisine kırgın olduğu", iki asbaşkanından birini, "ötekine kızgın olduğu" için "birlik ve beraberlik gösterisi yapacağı" basın toplantısına getiremiyor; hâle bakın siz!.. İkide iki!.. Emre Belözoğlu değişmez, değiştirilemez; değiştirmek isteyenin adı Aykut Kocaman, hatta Aziz Yıldırım olsa bile!.. Belçika'da, iki antrenmana çıktı, ilkinde Kâzım'la, ikincisinde seyirci ile kapıştı ve Hocası'nın arkasından uyarmasına rağmen, "kramponlarını fırlatarak" sahayı terk etti, bir taksiye atlayıp oteline gitti!.. Ne oldu?.. Herkes, "böyle bir hareketi Emre'den beklediği için", onunla ilgili durumda bir değişiklik olmadı!.. Ama, "onu uyaran ama dinleyen olmadığı için, sahanın ortasına kalıveren" Aykut Kocaman "daha ikinci antrenmanda" karizmayı çizdirdi!.. İki "zor adam" karşı karşıya, bakalım ne olacak, bekleyip göreceğiz!.. Galatasaray taraftarını da kaybediyor!.. Rijkaard kafası değişmez, "o kafa değişmeyince" de, Galatasaray takımını ne kadar değiştirseniz değiştirin, çok şey değişmez!.. Galatasaray Futbol Takımı ruhunu kaybetti, ruhu ile beraber heyecanını kaybetti, "sevgi ve saygı" duygularını kaybetti!.. Rijkaard'a rağmen, "bunu telafi edecek" bir kişinin, bir "idari menajerin futbolun başına getirilmesi" gerekirdi, tam tersi yapıldı ve "futbolun başına" bakın kim getirildi?.. Feldkamp döneminin ilk haftalarında "takımın en önemli iki oyuncusunu, biri kaptan ve Türk, diğeri yabancı iki futbolcusunu, incir çekirdeğini doldurmayacak bir kamp olayı için, Hoca'ya ihbar edip, kadro harici bırakılmalarının altına imzasını atan" ve o gün bu gündür "futbolcuların güvenini kaybedip, antipatisini kazanan" bir vatandaş!.. Başkan Adnan Polat, Divan Kurulu'nda diyor ki; "Bizi yıpratmaya çalışan, Galatasaray'a zarar veren Galatasaraylılar var"; etrafına baksa, "en yakınında öyle birinin olduğunu" ve ne yazık ki, kendisinin de "onu baş tacı ettiğini" görecektir; söyleyin sevgili okurlarım; kimdir, "inatla ve ısrarla" Galatasaray'ı yıpratan ve Galatasaray'a zarar veren acaba?.. Ve de Galatasaray taraftarının da ruhunu ve heyecanını kaybetmesinin sebebi ne ola ki?.. Hem kıyım, hem yıkım!.. Galatasaray'ın Almanya'daki "ilk antrenman maçını" TV'den seyrettim!.. "İlk maç" olduğu için "futbolcular hakkında tek tek bir şey söylemem" mümkün değil, bekleyeceğiz; ama "hissettiklerim var"; onları "sessiz" geçemem!.. Elbette "olmayacak duaya 'amin' demek" gibi bir şey ama, ben yazacağım; "Eğer Galatasaray'ın başında Fatih Terim olsaydı, Ertuğrul Sağlam olsaydı, Ersun Yanal olsaydı, Bülent Uygun olsaydı", iddia ediyorum ki, Serdar Özkan "bu sezon Galatasaray'ın en büyük ve en yararlı transferinden biri" olurdu; endişem, Rijkaard'ın "Serdar Özkan'ı da Aydın gibi harcamasıdır!.." "Aynı şeyi", yıllardır İzmir'de seyrettiğim Mehmet Batdal için de söylemem gerek!.. Kaleci Ufuk, "Karşıyaka'da kalsa" ya da "başka bir Anadolu kulübüne gitse", bugün "ülkenin en gözde kalecilerinden biri" olarak tanınma şansını elde edecekken, Galatasaray'da "nasıl unutturulduğunu" da "Rijkaard'ın listesine ilâve etmem" gerek!.. Rijkaard'ın elinde Musa Çağıran'ın "hiç şansının olmadığını", Ali Turan ve Çağlar'ın da "risk içinde olduklarını" düşünüyor ve "Allah yardımcıları olsun" diyorum!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.