Ey bu ülkede, "yetimin, öksüzün hakkını kimseye yedirmem" diyenler nerede? Ey bu ülkede, "haksızlık, adaletsizlik en büyük sorundur, bunların yok edilmesi için çalışacağım" diyenler nerede? Ey bu ülkede, "israf var, israfı önleyeceğiz" diyenler nerede? Bakınız, bir Hasan Şaş çıkıyor, kulübünün, hani o "100 trilyona yakın vergi borcu olan" Galatasaray'ın "iki yıl için verdiği 2.5 milyon doları" beğenmiyor, önüne konan sözleşmeye imza atmıyor... Ve... Bu kulübün yöneticileri, "benzerleri" ile beraber, Ankara'larda "Hasan ve benzerlerinin" vergilerinin "yüzde 10'lara düşürülmesi" ve bu arada "Hasan ve benzerleri yüzünden yüzlerce trilyonu bulan vergi borçlarının affedilmesi için" çalmadık kapı, yalvarmadık yetkili bırakmıyor!. İki yıl için 2.5 milyon dolar!.. Nerede ise 4.5 trilyon Türk lirasına yakın bir para!.. Dikkat buyurun.... Ayda "400 milyon lira maaş alan" 10 bin memurun, işçinin, evet tam 10 bin memurun, işçinin toplam bir aylık maaşı!.. 400 memurun, işçinin iki yıllık toplam maaşı!.. 34 memurun, işçinin 25 yıllık toplam maaşı!.. Ve... Bu memurlar, işçiler ayda "yüzde 25 vergi verecekler!.." Bizim beyzadeler yüzde 10 öyle mi? Neymiş... "İhracaat aldatmacası gibi" bir şeymiş!.. Hasan Şaş kızmasın, gücenmesin... "Bu günün gündemdeki örnek" diye onun adını yazdım... Aslında "profesyonel olan" bütün sporcuların durumu, "az alanı, çok alanı ile aynı!.." Yüzlerce milyarı, trilyonları ceplerine indiren teknik direktörlerin, antrenörlerin de öyle!... Ahhh... Şu "ikinci defter yok mu", o ikinci defter... Resmi makamların "hiç göremedikleri" ama bildikleri "bu masa altı ikinci defterlerin dili olsa" da, bir konuşsalar!.. Bakınız... Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın, Divan Kurulu toplantısında ne diyor: "Aslında biz Jardel'i 5 milyon dolara değil, 3 milyon dolara satmışız... Onun yerine verilen 3 oyuncuya 2 milyon dolar ödemişiz. Bunlar kulübü UEFA'ya verdiler!." 26 milyon dolara mal olan Jardel'e karşılık alınanlar bunlar... Ve "başkan" açıklıyor; "Mpenza'nın kasımda 600 bin dolarını yatırmasaydık, 1 milyon 600 bin dolar daha verecektik!." "Başkan" devam ediyor: "Bir de Spehar ve Horvath'tan biri öyle bir madde koydurmuş ki, günlük yüzde 1 faiz vermemiz gerekiyordu. Ben bunu şaka sanmıştım. Bu oyuncunun 100 bin dolar alacağı bir yıl sonra 465 bin dolar oluyordu..." Şimdi bir başka hesap: Bu Mpenza'nın, Horvath'ın, Spehar'ın Galatasaray'da "3-5 resmi maç oynadığını" gören, duyan, okuyan, bilen var mı? Siz, "böyle" yöneticilik yapacaksınız, elin oğullarına "Türkiye'nin bin bir zahmetle kazandığı" dolarları bol kepçe dağıtacaksınız, sonra da "vergi borçlarımız affedilsin, vergiler düşürülsün" diye kıyameti koparacaksınız, bu nasıl iş? Böylesine "bir yöneticilik skandalından" hiç bir sorumluluk almadan sıyrılacak, "borçları" kulübün üzerine yığarak çekip gideceksiniz ve "bu düzen" devam edecek, sonra da "vergi affı, vergilerin yüzde 10'lara çekilmesi", öyle mi? Örneği Galatasaray'dan verdim, Fenerbahçe farklı mı? "Bir-iki istisna" ile, diğerleri farklı mı? "Bu düzen değişmeden" yöneticilere "hatta ağır cezalar" da getiren bir "sorumluluk düzeni" işletilmeden, Türk sporunda cari "vergi sistemi" değişmemeli, değiştirilmemelidir!. Zira, "indirilecek vergiler", kulüplerin "hovardaca harcamaları için" yeni kaynak olacaktır!. "Asgari ücretten vergi alınan bir ülkede", trilyonlar kazananlardan "yüzde 10 vergi" alınamaz!.. Vergi affına gelince... Çıkmak üzere olan "yeni vergi düzenlemesi ve barışı" kanunu "herkese ne getiriyorsa", işte ancak o kadar!.. Aksi halde, "kulüplere bir ayrıcalık tanınırsa", bu iş Anayasa Mahkemesi'ne kadar gider!.. Öncelikle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bir "hukukçu" olarak, "bu ayrıcalığa" daha "baştan" itibaren "dur" diyecektir!.. Demezse... "Bir mahkemede açılacak bir dava", bu işin "o mahkeme kanalı ile" taaa Anayasa Mahkemesi'ne kadar gitmesini sağlayacaktır!. Açan olur mu? Bence olur ve olacaktır!. Herkesin haberi ola!.. Ferguson'u dinlemem!.. Yazık... Antalya'daki "TSYD Eğitim Semineri"nde "Kimliğimiz ve yarınlarımız" konulu oturumun konuşmacılarından biri idi, Altan Tanrıkulu!.. Orada "spor yazarlığı ve spor medyası" üzerine konuşulanları, oradaki heyecanı, oradaki hassasiyeti, oradaki tepkiyi gördü, duydu, yaşadı!.. Sonra, görevinin başına, "Sabah Spor Müdürlüğü'ne döndü!.." Aaaa... O da ne? Daha "aradan bir ay geçmeden", "kulübünden ayrılmış bir menajeri", hem de Kazım Kanat gibi bir spor yazarını transfer ettiği günlerde spor sayfasına oturtuverdi!. O da "Ferguson'u dinleyin" başlıklı yazısında, "ayrıldığı kulübü", onun başkanını "öve öve bir hâl oldu!.." Bu noktada bana da, bir spor yazarı bir soru sorma hakkı doğdu: Eğer Kemal Dinçer'in "yazdıkları doğru ise", Altan Tanrıkulu gibi "Fenerbahçe'nin içini dişini çok iyi bilen" bir spor müdürünün sayfalarında "neden bu konu" haber ve yorum olarak bugüne kadar yer almadı da, "aylarca o kulüpten maaş alan" bir menajer gelir gelmez "böyle bir yazı yazıldı?" Tamam, "Ferguson'u dinleyelim" de, "böyle dinlemeyelim!.." Öyle değil mi; "spor yazarı" meslektaşım, sevgili Altan Tanrıkulu? Şenol Güneş!.. "Bizimkiler" için, hatta hâlâ "kariyersiz" olan ve sayılan Şenol Güneş'in, "başkaları tarafından" nasıl bir "kariyer çizgisine getirildiğini" haberlerde okuyoruz!. Şenol Güneş de, adeta "kariyerlilere ders verir gibi" konuşmalar yapmıyor mu, doğrusu "yanımda olsa da yanaklarından öpsem" diyesim geliyor!.. İşte tam bu günlerde değerli meslektaşım İhsan Öksüz'ün "Güneş doğudan yükselir" adlı kitabı elime geçti!. Öksüz kitabında "Şenol Güneş'i anlatıyor!." "Artık tarih yazmak önemli değil, önemli olan geleceği yazmaktır. Biz onu yapacağız" diyen Şenol Güneş'i!.. Bir "roman üslubu içinde" yazılmış olan ve "rahat okunan" kitabında Öksüz, "önemli bir bölümü" Şenol Güneş'in teknik adamlığı ve kişiliği üzerine yapılan polemiklere ayırmış!.. "Spor yazarlarını ve futbol yorumcularını" adeta bir "düelloda gibi" Şenol Güneş üzerine çarpıştırıyor!.. Maç maç... Hafta hafta... Bu düellodan, özellikle sevgili kardeşim Hıncal Uluç ağırlıklı olmak üzere "biz Uluç kardeşler de nasibimizi almışız!" Bu polemik çatışmasını "kitabın sayfaları arasında yeniden yaşarken", doğrusu ya, "neyin doğru, neyin yanlış ve hatalı olduğunu" daha iyi süzebiliyor, insan!. Zira, "geleceğe dönük" tahminlerde "kimlerin doğruyu tutturabildiği" hemen ölçülüyor; "kimlerin yanıldığı" da ortaya çıkıyor!. Ben, "geleceği doğru görenler arasında olduğumu" okuyarak memnun oldum; benim gibi memnun olacak arkadaşlarım ve "geleceği yanlış görenler" ise kitabın sayfaları arasında duruyor!.. Ben, isim vermem; okuyan görsün!.. Derdin başı; grup!.. Galatasaray'da, "Birinci Fatih Terim dönemi"nden önceki hastalık hortladı; "gruplaşmak!.." Ve "tıpkı o dönemdeki gibi" yerli malı bazı oyuncular, "yabancılara karşı" saha içinde de, dışında da vaziyet aldı!. Mesela ben biliyorum ki; "Arif'in, Ümit Karan'ın devamlı oynaması için", yabancı olarak kim alınırsa alınsın, "hayatı kaydırılacaktır"; nitekim bazılarının da kaydırılmıştır!.. Tıpkı bir zamanlar "Arif'in ve Hakan Şükür'ün devamlı oynaması için" hayatı kaydırılanlar gibi!.. Bakın "o zaman" kimler gelmiş ve gitmiş.. Şimdi de "kimler geldi, gidiyor" ve de gidecek!.. Galatasaray "gruplaşma virüsünü taşıyan" oyuncuları bir türlü temizleyemedi!. Tam "temizleniyorlar" denildiğinde, bir de baktık ki; "geri gelenler var!.." Ve ne yazık ki Fatih Terim, "Birinci Terim dönemindeki gibi rahat değil!." Elinde "alternatifli, geniş bir kadro" yok!. Elinde, "o günkü gibi" parasal imkan yok!. Şimdi "bazılarına mecbur!.." Bu yüzden de "istediğini yapamıyor!." Yönetim de "param yok" diye tutturmuş, Terim'e hiç ama hiç yardımcı olmuyor!. Elbette Terim'in de sorumluluğu büyük; zira "transfer ayında aldıklarının nerede ise tamamı" bir şeye benzemedi!. Çoğu gitti, gönderildi, azı kaldı!. Ama asıl kalanlar, "grupçulardı!." Terim'in işi zor, hem de çok zor!. "Bunlar" ne demek? Cuma günkü Akşam'da Osman Tanburacı "Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın" ile ilgili olarak zehir zemberek bir yazı yazdı!. Doğrusu ya "yazıdaki bazı cümleler ve imalar" yenir yutulur cinsten değildi!. Mesela şu satırlar: "Galatasaray Divan Kurulu önceki gün toplandı ve 'Şeffaf yönetim' diyen Canaydın basını kapı dışarı ederek kapalı kapılar ardında geçmiş yönetimlere bindirdi durdu. Ertesi gün gizli toplantının ayrıntıları maruf gazetelerin sütunlarında yayınlandı. Nerede kaldı gizlilik? Niye basını dışarı çıkardınız, niye haberler sızdı? Kim sızdırdı. Yoksa haberleri belirli kişilere sızdıran Canaydın mı?" Ya şu satırlardaki "açık tehdide" ne demeli: "....Canaydın'ı şiddetle kınıyorum ve ikaz ediyorum! Biz de başkalarından aldığımız bilgileri yazarsak herkesin koltuğu sallanır! Haberiniz ola..." Ve yazının sonunu getiren final tam bir şok; bu son cümleyi okurken tüylerim diken diken oldu, hem "gazetecilik" açısından, hem de "Galatasaray Kulübü" açısından: "... Sicil Kurulu, stad projesi, Florya, eski yöneticilere borçlar hakkında bildiklerimizi yazarsak kapalı oturum değil, by pass gerekir, haberin olsun!" Önce işi "Galatasaray Kulübü" açısından ele alalım: Galatasaray Başkanı Canaydın ve yönetim kurulu, "Galatasaray kulübü üyesi" ve "Galatasaray'ın her şeyini bilen" bir "Galatasaray yazarı" olan Tanburacı'nın "bu isnat ve iddiaları karşısında" sessiz kalamaz!. "Kalırlarsa", o koltuklarda rahat oturamazlar!.., Ne demek; "bildiklerimizi yazarsak, by pass gerekir???" Nedir bu "bildikler"; stad için, Sicil Kurulu için, Florya için, eski yöneticilere borçlar için? Gelelim işin "gazetecilik" yönüne: Evet sevgili Tanburacı, "böylesine sert ve iddialı" yazıyorsan ve "bildiklerin varsa", ki "var olduğuna inanıyorum", eğer yazmazsan, bir daha ortalıkta "gazeteciyim" diye nasıl dolaşacaksın? Yazını bir daha, bir daha oku!.. "Neleri ima ettiğini" görmüyor musun? "Bu ima ettiklerini" yazmazsan, saklarsan ve yazında hissedildiği gibi "kariyerini tehlikeye düşürecekler" için bir "tehdit unsuru olarak kullanmak istediğin" görüntüsünü verirsen, sana sormazlar mı: "Bu nasıl gazetecilik?" İşin özeti, "bu noktadan sonra", Canaydın da, Tanburacı da susup oturamazlar!. "Zar atıldı"; oynamak gerek!. Bekliyoruz!..