Bunlara tarih özürlü diyemeyiz!

A -
A +

CHP’li siyasetçiler tarih konusunda ilkokul hocalarından dinledikleri mavalların ötesine geçemiyorlar. Bir dönem onlardan dinleyip inandıkları bilgileri ölünceye kadar kullanıyorlar. Zannedersem farklı tek kitap okumuyorlar. Kılıçdaroğlu’nun tarihî gafları üzerine çok yazılar yazmıştım. Geçenlerde Bozüyük Belediye Başkanı M. Talat Bakkalcıoğlu 23 Nisan müsameresinde eline kâğıt tutuşturulan çocuk gibi sultanların hainliklerinden bahsedip duruyordu.

 

Yeni CHP Genel Başkanı Özgür Özel de son günlerde meydanlarda konuşurken tarihe de atıf yapmaya başladı. “Biz Meşrutiyetçiyiz” diye bağırdı. Bir defa şu sözü tam bir cehalet örneğidir. Zira “Meşrutiyetçiyiz” demek anayasal monarşiyi yani cumhuriyet rejiminin tam olarak zıddını savunuyoruz manasına gelir! 1900’lerin başında değiliz. Bugün böyle bir slogan atana “neyin kafasını taşıyor bu adam?” derler.

 

Dolayısıyla artık bunlara tarih özürlü diyemeyiz. Bu durum tam manasıyla bir ecdat, Osmanlı düşmanlığıdır ve Osmanlı nefretidir.

 

Zira bu ifadeler kişinin tarihine düşmanlığını, husumetini ve kinini ortaya koyuyor. Bir anlamda meşrutiyeti savunarak padişaha karşı çıkanların safındayız demek istiyor...

 

Aynı CHP lideri öte yandan ülkede milletin seçmiş olduğu görevdeki bir idareye karşı İngiliz’den imdat dileniyor. İngiliz-Yunan hayranlığını dile getiriyor. ABD’ye, Avrupa’ya, İngiliz’e hatta Yunan’a ülkesini şikâyet ediyor. Bir anlamda biz mandacıyız diye dünyaya haykırıyor. Bu nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değil. O zaman İttihatçı, Meşrutiyetçi bir paşayı bugün gündemimize alalım bakalım!

 

18 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne fiilen savaş ilan eden Yunanistan’ın Veliaht Prensi Konstantin, seksen bin kişilik ordusuyla Teselya bölgesine, General Zapundzakis ise on beş bin kişilik orduyla Yanya ve Selânik mıntıkasına yürüyeceklerdi.

 

Prens Konstantin komutasındaki birlikler, 22 Ekim’de Sarantaporo Geçidi’nde ve ardından Yenice hattında Türk birliklerini bozguna uğratarak Selânik yolunu açmışlardı.

 

General Zapundzakis idaresindeki Yunan Epir Ordusu da Yanya istikametine doğru ilerleyişini sürdürüyordu. Bu hatta 4 Kasım’da Preveze’yi düşüren Yunanlılar ilerlemeye devam etmişlerdi. En önemli amaçları Yanya’yı zapt etmekti.

 

Yanya’da otuz beş bin askeriyle Esad Paşa (Bülkat) bulunuyordu. Yunanlılar 20 Ocak’a kadar Yanya üzerine yaptıkları saldırılardan bir netice alamadılar. Bu başarısızlık üzerine Epir Ordusu’nun komutanlığına Veliaht Prens Konstantin getirildi. Birlikleri ile Yanya önüne gelen yeni komutan saldırı emrini verdiğinde daha fazla mukavemet edemeyeceğini anlayan Esad Paşa şehri Yunanlılara teslim etti (6 Mart 1913).

 

Şimdi Çandarlı Halil Hayreddin Paşa ile Gazi Evrenos Bey birliklerinin ilk kez İslam’la tanıştırdığı (1387) Selânik Yunanlıların hedefindeydi.

 

Selânik Osmanlıların son döneminde II. Abdülhamid Han’ı devirmek konusunda İttihatçıların merkezi olmakla ünlenmişti. İttihatçılarca “Mehd-i Hürriyet” ve “Kâbe-i Hürriyet” diye anılırdı. Hatta tahttan indirdikleri Sultan II. Abdülhamid Han’ı dahi burada sürgüne tabi tutmuşlardı.

 

 

Padişah ile İttihatçılar arasındaki fark!

 

 

Yunanlılar Selânik’i hedef edindiklerinde İttihatçıların akıllarına dahi getirmedikleri sabık padişahın durumu Almanları endişelendirecekti. Alman İmparatoru II. Wilhelm, Selânik’in Yunanlıların eline geçmesi hâlinde esir edilecek olan II. Abdülhamid Han’ın İngilizlere teslim edilmesinden kaygı duymuş ve İstanbul’a naklini istemişti.

 

Abdülhamid Han, Selânik’in tehlikeye düşeceğine ihtimal vermemişti: 

 

“Selânik İstanbul’un anahtarıdır. Düşmana verilir mi? Şuradan şuraya gitmem… Bana da bir tüfek veriniz. Birlikte son nefesimize kadar müdafaa edelim…” diyerek âdeta yalvarırcasına teklifi kesin bir dille reddetti.

 

Selânik’te bulunduğu müddet içinde, kendisine bir gazete bile verilmeyen eski Pâdişâh, Balkan ittifakı ve muhârebeden bahsedilince “Sefâretlerde bu kadar elçiler ve ataşemiliterler var; bu olan biten şeyler haber alınmamış mı? Ben makamda bulunduğum müddetçe bunların arasına nifak ilkaasına çalıştım” demiştir.

 

Daha sonra “Kiliseler meselesi ne oldu?” diye sormuş; vaziyet anlatılınca, ittifakı tabiî bulmuştur.

 

İhtilâfı körüklemek için, çeşitli Balkan ırklarına mensup “Üç komitacı bulamadınız mı?” demiştir.

 

Selânik’ten ayrılmak istemeyen Abdülhamid Han, “Ben de bir silâh alır, askerle beraber müdâfaada bulunurum; ölürsem şehîd olurum; ben zâten ölmüş bir adamım” diyerek, bu felâket karşısında yaşamanın kıymeti olmadığını, duyduğu derin üzüntüyü dile getirmiştir.

 

Duyduğu yeis ve keder sebebiyle “Allah bu hâllere sebep olanları Kahhâr ismiyle kahretsin; şimdi devlet ne hâle geldi!” sözlerini sarf etmişti.

 

Padişah sonunda Şerif ve Ârif Hikmet Paşalar ile Selânik’te bir müddet muhafızlığını yapan ve itimadını kazanmış olan Ali Fethi Bey’in ısrarları neticesinde İstanbul’a dönmeye ikna olacaktır.

 

Selânik ise artık kesilecek koyun gibi akıbetini bekliyordu. II. Abdülhamid Han’ı devirme planları yaparken Selânik meyhanelerinde bira yudumlayanlar toz olmuştu. “Jön Türklerin ve İttihatçıların Kâbe’si” elden gidiyor fakat kılları kıpırdamıyordu!..

 

Şehir savunmasız yakalanmıştı. Ancak bu gaflet eseri değil ihanet intibaını veriyordu. Zira Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı, Yunan Savaşı başlamadan üç gün önce (15 Ekim), Selânik’te bulunan harp mühimmatının bir an evvel İstanbul’a gönderilmesini istemiş ve bu istek derhâl yerine getirilmişti. Anlaşılıyordu ki birileri şehri, başka birilerine peşkeş çekiyordu.

 

Bu duruma vâkıf olan Selânik’teki bazı alay komutanları cephanesiz muharebeye nasıl gireceklerini sormuşlar, mevki komutanları da “Biz anlamayız nasıl isterseniz öyle giriniz” şeklinde umursamaz bir cevap vermişlerdi. Yunan orduları şehri sarmış Bulgar ve Sırp orduları ise yaklaşmış olduğundan korku ve endişe büyümüştü.

 

Selânik’in koruması İttihatçı meşrutiyetçi Hasan Tahsin Paşa’da idi. Paşa derhâl Yunanlılarla müzakereleri başlattı. 7 Kasım’da başlayan müzakereler 8 Kasım’da son buldu. Yapılan mütareke Osmanlı ordusunun teslim anlaşması gibiydi.

 

 

Hâlâ ‘Hasan Tahsin Paşa’ların yolunda olmak!

 

 

Aslında Selânik’te 25 bin kişilik büyük bir birlik bulunuyordu. İşkodra ve Edirne gibi şehirler birçok eksikliklerine rağmen direnirken, böylesine güçlü bir ordunun tek bir kurşun atmadan teslim olması Türk ve Avrupa kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanacaktı. Bu hadiseler Türk ordusunun bugüne kadar benzeri olmayan korkunç bir çöküşü olarak nitelenmiştir. Neue Freie Presse  gazetesi şehrin İttihat ve Terakki Fırkası için önemine de işaret ederek şöyle yazmıştı:

 

“Sultan Hamid’i mahveden karşı hareketin çıkış noktası burasıydı. Mahmud Şevket Paşa, Selânik’ten çıkardığı ve tren yoluyla gönderdiği orduyla İstanbul’u kuşatmış ve kısa çatışmaların ardından fethetmişti. Şimdi bu şehir Yunanlıların eline düştü. Yunanistan böylece savaş hedefine ulaşmıştır.”

 

Türk kamuoyunda Hasan Tahsin Paşa’nın yeterli askerî kuvvete sahip olduğu hâlde şehri savunmayarak Yunanlılara vermesi “satılmak suretiyle teslim” olarak görülmüştür.

 

Halka bir şey yapılmayacağı ise sadece sözde kalacaktı. İmzaların ardından Prens Konstantin, 9 Kasım günü birlikleriyle Selânik’e girdi. Antlaşmaya rağmen Türk zâbit ve fırka komutanları karargâhtan zorla alınarak Yunanistan’ın içlerine esir olarak götürüldüler. Şehirdeki Müslüman ve Yahudilere katliam, tecavüz ve yağma hareketlerinin yapıldığı, esir askerlere ise zulmedildiği görgü şahitlerinin hatıralarına fazlasıyla yansıyacaktır.

 

Hasan Tahsin Paşa, tek kurşun atmadan korku içerisinde Yunanlılara teslim olma zilletini yaşatmıştır. Ne uğruna ve neyin karşılığı olarak Selânik’i peşkeş çektiği ise belli değildir. Peki, İstanbul’dakiler Selânik’teki askerî malzemeyi hangi maksatla İstanbul’a getirtmişlerdi. Orada kimlerin parmağı vardı. Bunlar hiç sorgulanmayacak ve müsebbipleri de meçhul kalacaktı...

 

Abdülhamid gitsin memleket kurtulurdu(!) Acaba İttihatçıların nazarındaki kurtuluş bu muydu?

 

Yunanlıların İttihatçı ve meşrutiyetçileri sevmesinin nedenleri ortadadır. Buna rağmen hâlâ Yunanlılardan imdat dileyenlerdeki eksiklik nedir bilmek gerekir. Bunlar hâlâ Hasan Tahsin Paşa’ların yolunda mıdır?!.

 

 

TEFEKKÜR

 

 

Eğerçi gûnegûn mihnet erâzilden zuhûr eyler

 

O cürmün özrü müşkildir ki kâmilden zuhûr eyler

 

                                                                                   Şeyh Gâlib

 

(Türlü türlü sıkıntı bayağı kimselerden gelir

 

 O suça özür bulmak zordur ki, olgun adam işler.)

 

 

 

Ahmet Şimşirgil'in önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Ahmet12 Nisan 2025 01:45

Bunlar süfyanın çocuklarıdır.

Yalınız Efe11 Nisan 2025 13:59

Bunlara bir tür tarih yobazı diyebiliriz.

Rasim Duman11 Nisan 2025 08:18

Ellerinize sağlık hocam.