İsraftan kaç, bereket gelir!

A -
A +

Son yıllarda darlık, yoksulluk, pahalılık, bereketsizlik, ekonomimizin daralması, vergilerin artırılması gibi konular gündemimizin birinci sırasını teşkil eder oldu. Oysa neredeyse bir 15 sene bunları unutmuş gibiydik.

 

Bütün bunların nedenlerini sebeplerini tartışanlar hep hükûmetin tavrından tarzından uygulamalarından bahsetmeyi seçiyorlar. Elbette idarecilerin bu konuda payı büyüktür. Lakin hemen herkes de kendi hissesine düşeni düşünmek tefekkür etmek zorundadır... Çocukluk yıllarımızda büyüklerimizin nimetin kıymetini bilme konusunda çok titiz davrandıklarına bizim yaşımızdakiler fazlasıyla şahit olmuştur. Onlar, varlık ve bolluk zamanlarında her anın böyle olmayacağını hayatın binbir türlü hâli olduğunu, darlık günlerine de hazırlık yapılması gerektiğini bildirirlerdi.

 

Elbette bunu durduk yerde ifade etmezlerdi. Bilhassa israf konusuna dikkat çekerlerdi.

 

Düşünün, ekmek kırıklarının yere düşmesi, tabakta yemeğin bırakılması, pirinç tanelerinin yere düşmesi dahi onlar için hep bir felaketin habercisi olurdu. Bu felaket kıtlık ve yoksulluğun işareti idi. Zira bunun en büyük sebebi israfa düşmektir.

 

Cenab-ı Hak, Araf suresi 31. âyet-i kerimede “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz, zira Allah israf edenleri sevmez” buyurmaktadır.

 

İsra suresi 26-27. âyetlerinde ise mealen “Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma. Zira böyle saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise, Rabb’ine karşı çok nankördür” buyuruyor.

 

İsraf denilince ilk önce paranın yersiz ve gereksiz harcanması ve yiyeceklerin çöpe atılması akla gelir. Oysa Kur’ân’da israfın yukarıda verdiğimiz tanımda da görüleceği gibi, geniş bir anlam alanı vardır.

 

Ülkemizde ekonominin daralmaya başladığı son iki üç yılın öncesinde korkunç bir israf baş göstermişti. Çeşitli araştırmalarda ekmek israfının, çöpe atılan yiyeceklerin, düğünlerde, otellerde gösteriş uğruna yapılan nice israfların akılalmaz boyutları her gün gözler önüne serilmekteydi.

 

Sonunda pandemi dönemi ile birlikte bir anda yoksulluğun eşiğine düştüğünü görüverdik. İnsanlar hükûmet ve idarecileri suçlarken kendi yaşantılarına müsrifliklerine neredeyse hiç bakmamaktadır. Bu hâllere nelerin sebep olduğunu sorgulamamaktadır. Elbette idarecilerin israftan kaçınma noktasında öncü olmaları gerekir. Milleti uyarma, ikaz etme de onların vazifesidir.

 

Şurası unutulmamalıdır ki sadece vergilerle geliri artırmak, huzuru yakalamak imkânsızdır!.. Hatta vergilerde aşırı gitmek hükûmette israfı, halkta ise hoşnutsuzluğu artırmaktan öte bir işe yaramayabilir... Bu durum felaketin boyutlarını daha da derinleştirecektir. Öyleyse asıl olan öncelikle israfın kökünü kurutmak olmalıdır.

 

 

Bereket nerededir?

 

 

İnsanlar son dönemlerde bereketin, bolluğun, huzurun kaynağını neredeyse tamamen unutmuş durumdadırlar. 

 

Bereketsizlik sebeplerinin en büyüğü Rabbini tanımamak ona olan kulluğunu yerine getirmemektir. Şanlı Peygamber efendimiz bir hadisinde, “Kul, işlediği günah sebebiyle rızıktan mahrum olur” buyurmuştur.

 

Yine Bereketsizliğin en müessir sebeplerinden biri de kanaatsizliktir, hırs ve ihtirastır, tul-i emeldir. İsraf etmek, kanaat etmeyip hırs göstermek şükürsüzlüktür. Nimete şükredilmediğinde bereket kaçar.

 

Cenabı Hak İbrahim suresi 7-8 âyetlerinde mealen “Nimetlerime şükrederseniz artırırım yok, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz elinizden alır şiddetle azap ederim” buyurmuştur.

 

Şükür, “Verdiği nimetlerden dolayı kulun Allah’a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi” anlamında kullanılmaktadır. Kur’ân-ı kerimde kulluğun gereği olarak değerlendirilmiş, Allah’ın nimetlerine mazhar oldukları hâlde şükretmeyenler kınanmıştır. (A'râf suresi, 10)

 

Şükür sadece sözle değil, eldeki nimetlerin gerçek sahibinin Allahü teala olduğuna gönülden inanarak bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmakla olur. Servetin şükrü muhtaçlara yardım etmek, ilmin şükrü bilgiyi insanların yararına kullanmak, sıhhatin şükrü ise Allah’a kulluk ve insanlara hizmet etmektir. 

 

Allah’a kulluk yapmak için yaratılan insan, eğer ömrünü ibadetle geçirmemişse bedenini ve ömrünü israf etmiş sayılır. Zaman israfı, israfların en büyüğüdür, zira telafisi mümkün değildir. Zamanını israf eden, hayatını ve ömrünü zayi etmiş, kendisine de yazık etmiştir. 

 

Berekette önemli bir etken de zaman kavramıdır. Âlimler, insanın işe motive olacağı en aktif zaman dilimi fecirden sonraki zaman dilimidir, dolayısıyla bu dilim, uykuyla geçmemelidir, demişlerdir. Çünkü o saatte uyumak işe geç başlamak demek olacaktır ki, bu da iş kaybı, emek kaybı, zaman kaybı, kazanç kaybı, performans kaybı gibi kazancı bereketlendiren birçok ana unsurun devre dışı kalması mânâsına gelecektir. Yine İslam âlimleri buyurdu ki:

 

“Evde Mushaf-ı şerif  bulundurmak ve her gün bir miktar okumak berekettir. İyilik edenin malı bereketli olur. Eshab-ı Kehf'in ve Eshab-ı Bedr'in isimleri yazılı kâğıdı evde ve üstünde taşımakta bereket vardır. Tarlayı abdestsiz sürmek bereketsizliğe sebeptir. Ustasına hürmet etmeyenin de kazancının bereketi olmaz. Seher vakti kalkmak berekettir...”

 

Bereket, az malın çok faydası olması, çok işe yaraması demektir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına yarar. Bereketli olmayan çok mal vardır ki, sahibinin dünyada ve âhirette felaketine sebep olur. O hâlde malın çok olmasını değil, bereketli olmasını istemelidir! 

 

 

Yunus Emre sesleniyor!

 

 

Osmanlı tefekkür ehli ve mutasavvıfları bu çerçevede her zaman uyarı ve ikazlarda bulunmuşlardır. Bunlardan biri de Yunus Emre’dir ki sık sık beyitleri ile bu konunun önemini vurgulamıştır.

 

Yunus Emre’ye göre mal ve mülk biriktirerek, malın gerçek sahibini unutanlar dengeyi kaybetmiş kişilerdir.

 

Ne kadar çok ise mâlun ecel sana sunar elin,

 

Ne assı eyledi Kârûn bu dünyaya batmış iken...

 

Yunus Emre’ye göre maddeye sahip olmakta aşırıya kaçılmamalı ve israf da edilmemelidir. Hazreti Yunus, bunun bir denge gerektirdiğinin şuurundadır. Bu yüzden varlık da yokluk da ilahi aşkın önüne geçmemelidir.

 

Ne varlığa sevinürem,

 

Ne yokluğa yirinürem,

 

Işkunıla avınuram,

 

Bana seni gerek seni.

 

Yunus Emre devamlı mal biriktirip paylaşmayanların, cömertlik yapmayanların içine düştükleri durumu da sıklıkla konu edinir. Bunlara işaret ederken şöyle seslenir:

 

Şunlar ki çoktur malları gör nice oldu hâlleri,

 

Son ucu bir gömlek imiş onun da yoktur yenleri!

 

 

 

Kanı mülke benim diyen köşk ü saray beğenmeyen,

 

Şimdi bir evde yaturlar taştan olmuş üstünleri!..

 

Yunus Emre birçok şiirinde dünya ve maddeyi beraber veya aynı anlamda görmektedir. Bu dünyaya gönül verenlerin, maddeye aldananların nihayetinde hep pişman olduklarını belirtirken, dünyayı ve onun unsurlarını zehirli yemeğe benzetir.

 

Bu dünyaya gönül veren sonucu pişman olusar,

 

Dünya benim didükleri hep ona düşman olusar!

 

Cömertliği öven, cimriliği ve israfı sert bir şekilde eleştiren, maddeye karşı tavır alan Yunus Emre’nin maddeye karşı tavrını özetleyen ve tüketim çılgınlığının karşısında duran en önemli dizeleri şöyledir:

 

Kötüdür yoksulluktan nicelerin varlığı,

 

Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı!

 

Buradaki madde, hep kalpte saltanat kuran ve tapılan bir meta konumundadır. Bu inceliğin farkında olmalıdır.

 

Nitekim Yunus Emre’ye göre Allah sevgisini istemeyenler başka sevginin peşindedirler. İnsanı iyi veya kötü bir yöne sevk eden manevi kuvvet, sevgidir. Bir mısraında; “Çalabın dünyasında türlü türlü sevgi var” diyen Yunus Emre, insanın neyi severse ona iman ettiğine inanır.

 

Neyi sever isen îmânın oldur,

 

Nice sevmeyesin sultânun oldur!

 

Hazreti Yunus’tan alacağımız o kadar çok ders var ki… Almasını bilmek gerek!

 

 

TEFEKKÜR

 

 

Dünyanın muhabbeti ağulu aşa benzer,

 

Sonunu sayan kişi ağulu aşdan geçer!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Ahmet Özdemir 28 Haziran 2024 20:12

Ülke genelinde refah seviyesi arttığı doğrudur. Gelir dağılımında adaletsizliğin de okadar arttığı görülmektedir. Maalesef devlet israfın önüne geçebilmiş değildir. Emekli ile çalışan arasında pergel iyice açılmıştır. Denge kaçmış emeklinin parası bir ev kirası bile yapmamaktadır. İktidarın öğretmen atamasında seçme sınavının yanında tekrar mülakat yapması anlaşılır bir durum değildir. Ki Cumhurbaşkanı kaldırılacağını beyan etmesine rağmen bunda ısrar edilmesi hayra alamet değildir. Mahalli seçimlerden hiç ders alınmışa benzemiyor.

Yalınız Efe28 Haziran 2024 11:13

Münkir münâfıkın huyu/Yıktı harap etti köyü... (Kazak Abdal)