Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han büyük haşmet ve ihtişamına rağmen tevazuu da asla elden bırakmazdı. Onun hacimli divanını inceleyenler bu yüce padişahın ölümü hiç unutmadığını, kibir ve gururdan uzak durduğunu görürler.
O, ecdad-ı izamı gibi adaletin en büyük temsilcisidir. Bu itibarla haklı olarak “Kanuni” unvanını almıştır.
1526 Mohaç Meydan Muharebesi’nde aldığı Budin'i, adâletin ve barışın diyârı yapmıştı.
Osmanlılar Budin’e girdiğinde Macar krallarının oturduğu saraya “Kızılelma Sarayı” adını vermişler ve halkın ziyaretine açmışlardı. Bu saray, Kanuni Sultan Süleyman Budin’e vardığında ona ev sahipliği yaptı.
Kanuni Sultan Süleyman ise buraya gönderilen paşalara, en dikkat çekici mesajını, sarayın duvarına kendi el yazısıyla şu beyti yazarak verecektir:
"Gâziler meskenidir bunda beyim gayr olmaz
Beytin altına da şu hadis-i şerifi nakşedecektir:
İşte Osmanlılar girmiş oldukları yerlere götürdükleri bu adalet anlayışıyla kalpleri ve gönülleri fethediyordu. Büyük taş duvarları aşarak kaleleri yer ile yeksan edip içerilere girebilirsiniz fakat oradaki halkın gönlünü elde etmedikçe kalıcı olmanızın imkânı yoktur. Dolayısıyla Osmanlıları fethettikleri yerlerde kalıcı kılan en büyük özellik bu idi.
Aynı anlayışı Eğri Fatihi III. Mehmed Han’da da görmekteyiz. O da ecdadı gibi gazeller kaleme alırdı. Adli ve zaman zaman da "Adnî" mahlasını kullanırdı. Riyazi’nin Tezkiretü’ş-Şuara isimli eserinde padişahın "Adlî" mahlasıyla verilen ve adalete verdiği kıymeti gösteren bir gazeli şu şekildedir:
Yok-durur zulme rızamız, adle biz mâilleriz
Ârifiz, âyîne-i âlem-nümâdır gönlümüz
Hükm-i Mevlâ’ya mutîiz fâriğiz tedbirden
Gönlümüz kuhl-i Sıfahân-ı alır mı aynına
Pûte-i aşk içre Adlî kâlb ezelden kalbimiz
Gazeli şu şekilde açıklayabiliriz: (Zulme asla rızamız yoktur, bizler adalete meylederiz. Allah’ın rızasını gözetiriz ve Onun emrine boyun eğmişiz. Ârifleriz, gönüllerimiz cihanı gösteren birer ayna oldu. Zamanın değişiminden de gâfil değiliz. Mevlâ’nın hükmüne itaat ederiz, tedbire çok önem vermeyiz. Bizler tevekkül ehliyiz, takdir ne ise kabulleniriz. Gözlerimiz, sürmesiyle meşhur olan Isfahan boyasını kabul etmez; bizler sevgilinin bastığı topraktan yapılan sürmeyi isteriz. Ey Adlî! Kalplerimiz aşk potası içinde eritildiği günden beri kötü düşüncelerden uzağız ve bizler cihanda gönülleri saf olanlarız.)
Devlet başkanlarına yapılan nasihatlerde adalet konusu özellikle vurgulanır. Adalet, devletin dayandığı esas prensip olarak görülür; devletlerin yıkılması da adaletten ayrılmalarına bağlanır. Şark kültüründeki adalet dairesi, bu prensibi ifade eden bir kanun hükmü gibidir.
Osmanlı devlet geleneğinde layihalarda ve uygulamada adalet dairesi bir zincirin halkaları gibidir. Bu halkalar devlet, hukuk, siyaset, ordu, ekonomi ve halk arasındaki ilişki kümesi gibi birbiri ile bağlantılıdır. Ancak hükümdarların adil oldukları müddetçe bu halkaların iyi olacağı vurgulanır.
Nitekim “Nasihatü’l-mülûk” isimli eserinde İmam-ı Gazali hazretleri “Dinin bekası başkanla, başkanın bekası askerle, askerin bekası mali gelirle, mali güç ülkenin mamur olmasıyla, ülkenin mamur olması ise adil davranmayla olur” diyerek bu hususun altını önemle çizer.
Osmanlı âlimi Kınalızâde Ali Efendi ise bu daireyi şu şekilde gözler önüne sermektedir:
“Adldir mûcib-i salâh-ı cihân.
Açıklaması: (Adalet dünyada barışın sebebidir. Dünya, duvarı devlet olan bir bağdır. Devletin nizamı hukuktur. Hukuku ancak hükümdar korur. Bunun için de ordu lâzımdır. Ordu toplamak için mal gerekir. Malı halk toplar. Halkın itaatini temin eden de adalettir.)
Görüldüğü gibi âlimler ve mütefekkirler toplumlarda adaleti en yüksek bir ideal olarak değerlendirirler. Âdil kimseler her zaman övünç kaynağı olmuştur. Zâlimler ise kötülenir ve beddualara muhatap olur. İslamiyetten önce yaşayan Sasani hükümdarı Nuşirevan ve İslamiyet döneminde Hazreti Ömer’in adaleti hep örnek olarak gösterilir. Hazreti Ömer efendimizin “Adalet mülkün temelidir” [el-Adlü esâsü’l-mülk] sözü darbımesel hâline gelmiştir.
Halk arasında “Küfür devam eder; zulüm devam etmez!” yine “Zulüm ile abad olanın akıbeti berbad olur” ifadeleri yaygın olarak kullanılır. Yine;
Adaletle bulan halk içre şöhret
Demişlerdir...
Günümüzde halkımızın en fazla şikâyetçi olduğu husus 1980’li yıllarda Cedaw ile başlayıp İstanbul Sözleşmesi ile zirveye ulaşan ve doğrudan aile yapımızı yıkmayı hedef edinen anlaşmalar olmuştur.
Bilhassa İstanbul Sözleşmesi ile halkın feryadı zirveye çıkmıştır. Adalet konusunu yerle bir eden bu sözleşmeden doğan büyük feryadı gören sayın Cumhurbaşkanımız sonunda harekete geçmiş ve büyük bir dirayet göstererek Avrupa ve ABD’nin baskısına rağmen sözleşmeyi çöpe atarak milletimizi büyük ölçüde rahatlatmıştır.
Buna karşılık Türk aile yapısını mutlaka bozmayı hedefleyen kitleler için İstanbul Sözleşmesi bayraklaştırılmaktadır. Bilhassa Altılı Masa temsilcileri her fırsatta iktidara gelir gelmez sözleşmeyi yeniden yürürlüğe koyacaklarını ısrarla vurgulamaktadırlar. Bunun için defalarca Danıştay’da dava açmışlardır.
Fakat sözleşmenin Türk milleti için nasıl bir gaile olduğunu sezen gözü ve gönlü açık adil hukukçularımız her defasında bu melanet sözleşmeyi geri getirme çabalarını boşa çıkarmıştır.
Buna karşılık İstanbul Sözleşmesinin yan bir türevi olan bir kanun var ki neredeyse sözleşmenin ortadan kalktığını dahi fark ettirmeden yıkım faaliyetini devam ettirmektedir. Kadının beyanının esas kabul edildiği 6284 no.lu bu kanunla her türlü iftiranın önü açılmakta ve aileler yine parçalanmaya maruz kalmaktadır. Gerek kadın gerekse erkek için olsun, iki tarafı dinlemeden tek yönlü bir beyanın kabulünün adil olduğunu aklı başında hiç kimse iddia edemez.
Keza ömür boyu nafaka meselesinin çözülmemiş olması da aileyi dinamitleyen ve evliliklerin yolunu kesen bir uygulama olarak faaliyetini son sürat sürdürmektedir.
Pek çok meselede olduğu gibi EYT konusunda da büyük bir adım atarak milleti ferahlatan Sayın Cumhurbaşkanımızdan şimdi bu büyük probleme el atmasını bekliyoruz.
Bilhassa iradesi dışarıya bağlı olan, milletini ve değerlerini tanımayan, tanımamak bir yana hatta ihanet eden hukukçularla değil gerçekten adil hukukçularımızla görüşerek bu noktada aile yapımızı mahveden şu kanunları milletin hayrına olacak şekilde düzelttirmesi yerinde olacaktır.
İstanbul Sözleşmesinin yırtılıp atılması ile bayram yaşayan halkımız, 6284 ve neredeyse bir ay evli kalanın ömür boyu nafaka ödemeye mahkûm edilmesi gibi kanunların şiddetle uygulanmasıyla tekrar cendere altına alınmıştır.
Aile yapımızı mahveden bu sakil uygulamalar için de milletin tek ümidi Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’dır.
İnşallah bu konunun seçime varmadan düzelmesi en büyük dileğimizdir.
TEFEKKÜR
Bir olur adl-i ilâhîde Süleymân ile mûr
İzzet Ali Paşa
(Birdir İlahî adalette Süleyman ile karınca,