Kurallara dayalı sistemi baltalamak...

A -
A +

Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı’nın (NATO) 75. Yıl Zirvesi geçtiğimiz hafta Vashington’da gerçekleştirildi. Zirve’nin sonuç bildirgesinde her ne kadar “yapay zekânın doğurduğu tehditlerle mücadele, hibrit tehditler, kritik altyapı güvenliği, siber güvenlik, uzay güvenliği, balistik füzelere karşı savunma, müttefikler arası yoğunlaştırılmış savunma teçhizatı iş birliği, caydırıcılık, AB ile savunma iş birliği, terörle ve asimetrik tehditlerle mücadele, Finlandiya’daki NATO askerî mevcudiyetini artırma, İttifak’ın Doğu Kanadı’nın güçlendirilmesi, Orta Doğu’da istikrar, küresel ortaklarla ilişkiler, Çin’den gelen tehditler” gibi başlıklara yer verilse de Zirve’nin en öncelikli konusu Rusya’ydı. Nitekim sonuç bildirgesinin neredeyse yarısı doğrudan ya da dolaylı olarak Rusya’yla ilgiliydi. Dahası bildirgenin sonuna altı maddelik “NATO’nun Ukrayna’ya Uzun Dönemli Güvenlik Yardımı Taahhüdü” eklendi. Türkiye’nin yoğun çabaları sayesinde Rusya kâğıt üstünde “düşman” kategorisine sokulmadı ve NATO ile Rusya’yı çatışmanın eşiğine getirebilecek başta Ukrayna’ya askerî danışmanlar yollanması olmak üzere bazı tekliflere sonuç bildirisinde yer verilmedi. Fakat bir “düşmana” karşı alınabilecek neredeyse tüm tedbirler sayıldı.

 

Söz konusu tedbirlerin başında da “Ukrayna için Güvenlik Yardımı ve Eğitimi” adıyla yeni bir NATO misyonu oluşturulması geliyor. BM Şartı çerçevesinde Ukrayna’nın öz savunmasını güçlendirmek için, müttefik ülkelerin topraklarında faaliyet gösterecek olan bu misyonun, “uluslararası hukuka göre NATO’yu çatışmanın bir tarafı yapmayacağı” belirtilse de Rusya’yla bundan sonraki sürecin çok daha gerilimli geçeceğini tahmin etmek zor değil.

 

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından NATO Zirvesi marjında Washington’da SETA iş birliğiyle düzenlenen “Çalkantılar Çağında NATO İçin Tehditler ve Fırsatlar” başlıklı panelde en fazla üzerinde durduğum konu NATO’nun Rusya’yı daha fazla yabancılaştırmaması gerektiğiydi. Zira Ukrayna’ya yardım gerekçesiyle Rusya’ya karşı atılan her adım bu ülkenin Çin Halk Cumhuriyeti’yle (ÇHC) askerî alanda çok daha fazla yakınlaşmasına yol açmaktaydı. Bu ise Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilecek yeni bir bloklaşmayı doğurmaktaydı. Bir yanda içinde Türkiye’nin de bulunduğu ve Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya’yla savunma-güvenlik iş birliklerini olabildiğince yoğunlaştırma kararı alan NATO, diğer yanda Rusya, ÇHC ve Kuzey Kore’yi içeren ama aynı zamanda Avrasya ve ötesinde genişleme emareleri gösteren yeni bir blok. Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu dünya düzeninin hortlaması küresel çapta çatışma riskini her geçen gün artırıyor.

 

NATO Washington bildirisinde şöyle deniliyor: “Rusya ile ÇHC arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzeni baltalamaya ve yeniden şekillendirmeye yönelik karşılıklı olarak güçlendirilmiş girişimler büyük bir endişe kaynağıdır.”

 

Bu ifadede geçen “kurallara dayalı uluslararası düzen”den kasıt herhâlde Birleşmiş Milletler sistemi olmalı. Hani egemen devletlerin eşitliğini, insanlık onurunu, uluslararası barış ve güvenliği korumayı kuruluş gayesi olarak saymış olan BM sistemi.

 

Rusya ve ÇHC arasındaki iş birliği, düzeni “baltalamaya” dönük girişimler olarak nitelendiriliyorsa, BM sisteminin bugünkü içler acısı hâline dönüşmesinde başta ABD olmak üzere NATO üyesi birçok ülkenin payının ne olduğunun da sorgulanması gerekir.

 

BM Güvenlik Konseyi’ndeki tutumuyla Gazze’de ateşkesi defalarca engelleyen ABD acaba hangi “kurallara dayalı uluslararası düzeni” savunuyor? Asla tasvip edilemeyecek şekilde Ukrayna’da katledilen sivillerin canı kıymetli de Filistin’de yok edilen 40 bin insanın kıymeti yok mu? Bir müttefik ülkeyi hedef alan terör örgütlerini desteklemek, eğitmek ve lider kadrosunu ülkesinde misafir etmek mevcut uluslararası düzenin gereği mi?

 

İşlemeyen ve iflas etmiş bir sistemi “yeniden şekillendirilmeye” çalışmanın endişe doğuracak bir yönü olmamalıdır. Keşke Türkiye’nin on yıldır dile getirdiği reform çağrılarını NATO müttefiklerimiz dinleseydi de BM bugünkü acınası duruma düşmemiş olsaydı. Şayet NATO üyeleri, “Bu bizim kurduğumuz ve bizim işimize yarayan bir düzen. Biz arzu etmedikçe değişemez” diyorsa, büyük bir yanılgı içinde olduklarını yakında görecekler.

 

Tarih bize daha önceki tüm sistem değişikliklerinin büyük çatışmalar sonrasında yaşandığını gösteriyor. Büyük çatışmalara giden yol da kendi kısa vadeli çıkarları dışında hiçbir şeyi amaçlamayan miyop aktörlerin karşılıklı restleşmeleriyle döşeniyor. NATO’nun büyük bir çatışma olmadan söz konusu dünya düzenini eşitlikçi, adil ve dengeli bir şekilde yeniden inşa edebilmesinin yolu Rusya ve ÇHC ile diyalog kanallarını kapatmamaktan ve Türkiye’ye daha fazla kulak vermekten geçiyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Remzi Solak15 Temmuz 2024 13:00

Çağrı Hocamıza kıymetli yorumları için teşekkürler.