Türkiye'nin bir süredir bölgesinde var olan ihtilafların barışçı çözümünde oynamaya çalıştığı aktif "kolaylaştırıcı" rol, kolayca çözülmesi mümkün gözükmeyen konularda bile Ankara'nın akıllara gelmesine yol açıyor. İsrail ile Suriye, İsrail ile Filistin, Azerbaycan ile Ermenistan, Rusya Federasyonu ile Gürcistan arasındaki gerginliklerin ortadan kaldırılması için Türkiye'nin sarf ettiği çabalar ve Medeniyetler İttifakı Projesi yoluyla dünya barışına sağladığı doğrudan katkı, her zaman aranan bir "arabulucu" olma niteliğini kuvvetlendiriyor. Başbakan Erdoğan'ın ABD ziyareti esnasında dillendirdiği "ABD ile İran arasında arabulucu olabiliriz" şeklindeki sözlerine her iki taraftan da şu ana kadar karşı çıkanın olmaması doğrudan doğruya Türkiye'nin yukarıda zikrettiğim niteliğiyle ilgili.
29 yıldır diplomatik ilişkileri bulunmayan, sürekli gerilim halinde yaşayan hatta İran'ın nükleer programı sebebiyle neredeyse sıcak çatışmanın eşiğine gelen ABD ile İran arasında Türkiye'nin yapacağı arabuluculuğun başarıya ulaşmasının dört temel ön şartı var.
Birincisi, yeni seçilen ABD Başkanı Barack Obama'nın, seçim kampanyası sırasında ifade ettiği "İran'la masaya oturabiliriz" cümlesinin arkasında durması gerekiyor. Eğer Obama, ABD içinde hâlâ son derece güçlü olan sertlik yanlılarının ve Musevi lobisinin muhtemel taarruzlarını göğüslemeyi göze alır da, bu adımı atarsa, çok önemli bir psikolojik eşik aşılmış olacak. Yok eğer Obama Başkan olduktan sonra, "yeni öğrendiği bazı gizli bilgiler çerçevesinde" İran'la masaya oturmaktan vazgeçerse, o zaman Türkiye'nin arabuluculuk imkânı tamamen suya düşecek. Zira taraflardan biri diğeriyle diyaloğa kökten karşıysa, ne kadar çaba gösterirseniz gösterin, diplomatlarınızı yormaktan başka bir sonuç elde edemezsiniz.
İkincisi, İran'ın mutlaka özünde iyi niyetli olduğunu gösteren bir açılım yapması gerekiyor. İmza koymuş olduğu Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) çerçevesinde, İran'ın da diğer imzacı ülkeler gibi, tabii ki, sivil ve barışçı amaçları için nükleer enerji üretmeye hakkı var. Fakat bu sürecin, dünyadaki diğer ülkeler tarafından da düşmanca olmayan bir girişim olarak algılanması gerekiyor. Bir yandan "İsrail'i haritadan silmekten" bahsederken, diğer yandan da nükleer çalışmalar yürütürseniz, düşmanca eylemler peşinde olmayan bir ülke imajını sürdürebilmekte elbette zorlanırsınız.
Bu çerçevede, Ahmedinejad'ın -eğer gerçekten ABD ile masaya oturmak istiyorsa- İsrail başta olmak üzere İran'dan tehdit algılayan tüm ülkeleri rahatlatacak bir adım atması gerekiyor. Bu, tüm nükleer programını Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun kesin denetimine açmak ve/veya uzun menzilli füze projelerini tamamen sonlandırmak olabilir.
Bu noktada akıllara ister istemez bir çelişki takılıyor: İran'ın komşuları, Pakistan ve Rusya Federasyonu'nun, sınırdaş olmamakla birlikte, füze menzili içinde bulunan Hindistan ve İsrail'in nükleer silahları ve bunları fırlatma mekanizmaları mevcutken, İran'dan bunları geliştirmemesini istemek ne kadar adil? Eğer ABD ile ilişkilerini gerilimden kurtarmak istiyorsa İran'ın bu gerekçeten uzak durması gerekiyor. Çünkü NPT'ye tamamen kendi rızasıyla taraf olmuş bir devlet olarak bu gerekçeye sığınmasına imkân yok. Kendi eylemleriyle köşeye sıkışmış olan İran'ın, bu sıkışıklıktan kurtulması için de mutlaka olumlu bir açılım yapması gerekli.
Üçüncüsü, ABD ile İran arasında bir yumuşama yaşanacaksa, bu ancak İsrail'in de rızası alınarak gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla, Türkiye'nin ifa edip edemeyeceği tartışılan arabuluculuk görevi, eş zamanlı olarak hem ABD ile İran arasında hem de İsrail ile İran arasında yürütülebilir. Bu ise ancak, Lübnan meselesinden silahsızlanmaya, su konusundan, Irak'ın geleceğine tüm Orta Doğu güvenlik sorunlarını, zaman zaman değil her zaman gündeminde bulunduran bir Orta Doğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın kurulmasıyla bir nebze gerçekleştirilebilir. Türkiye, bir süredir bölgede kendisine atfedilen barışçı, uzlaştırıcı, kolaylaştırıcı ülke olma fonksiyonunun avantajını kullanmak suretiyle Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı benzeri bir Orta Doğu örgütünün kuruluşuna öncülük edebilir. Bu tür bir girişim başlatılması için ortam ve zamanlama müsaittir.
Dördüncüsü, Türkiye'nin böyle bir görevi başarıya ulaştırabilmesi ancak taraflara sunacağı güçlü argümanları olması gerekir. Sadece tarafları bir araya getirecek bir mekânı sağlamak, Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın "Uyuşmazlıkların Barışçı Yollardan Çözülmesi" başlığını taşıyan VI. Bölümünde ifade edilen "arabuluculuk" görevinin gerçek anlamda başarıldığı anlamına gelmez. Arabuluculuğa soyunuyorsanız, tarafları çözüm için ikna edebilecek, onları masaya oturmaya, oturduktan sonra da çözüm olmadan masadan kalkmamaya zorlayabilecek, fikirleriniz, önerileriniz ve gücünüz olmalı. İşte bu sebeple, Türk dışişleri bugüne kadar arabuluculuk kelimesini herhangi bir girişimi sebebiyle kullanmaktan özenle kaçınmış, ekseriyetle Türkiye'nin "kolaylaştırıcı rol" oynadığının altını çizmiştir.
Bu kere, iyi planlanmış, Türkiye'nin ABD ve İran nezdindeki stratejik konumunun sağladığı avantaj üzerine bina edilmiş ve Rusya Federasyonu'nun bölgesel etkinliğini dengeleme gibi ikincil bir hedefi de içeren arabuluculuk konseptinin başarıya ulaşma şansı olabilir.
BLMEDKLERMZ
> Barack Obama'nın İran'la İlgili Görüşleri: Barackobama.com adlı resmi internet sitesinde Obama'nın ağzından şu ifadeler yer almaktadır: "İran nükleer silah edinmeye çalışmakta, Irak'ta milis güçlere ve bölgedeki terörist gruplara destek vermektedir. Aynı zamanda İran yönetimi İsrail'i tehdit etmekte ve Soykırımı reddetmektedir. Obama ve Biden ikilisi, Bush-Cheney ikilisinin aksine bu tehdidin bertaraf edilmesi için askerî müdahale gerektirmeyecek çözüm yollarının tükenmediğine inanmaktadırlar. Obama, İran ile Başkanlar düzeyinde doğrudan ve ön şartsız görüşmelerin başlamasının tam zamanı olduğunu düşünmektedir. Eğer İran nükleer programından ve terörizme destek vermekten vazgeçerse Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olabilir, ekonomik yatırımlar yapılır ve diplomatik ilişkiler gelişir. Ancak İran bugünkü gibi davranmaya devam ederse ekonomik baskımız ve siyasî izolasyonumuz devam edecektir."
> Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) 15 Eylül 2008 tarihli İran Raporu: "İran, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen uranyum zenginleştirme programına devam etmektedir. UAEA maalesef bildirilmemiş nükleer materyal ve faaliyetler nedeniyle İran'ın nükleer programının iddia edilen askerî boyutu hakkında tam ve açık olarak bilgi sahibi değildir. Bu bağlamda UAEA İran'ın daha önce de ifade edilen düzenlemeleri bir an önce yerine getirmesini talep ve iş birliği yapmaya davet etmektedir."
İRAN KRONOLOJİSİ İÇİN TIKLAYIN