Lafını bil de konuş!

A -
A +

İslâmî Türk Edebiyâtı’nın ilk büyük eseri Kutadgu Bilig’de dil ile ilgili ne güzel sözler vardır: “İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saâdet bulur; insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.”

 

 

 

Birçok insan konuşmalarına îtinâ etmediği için zor duruma düşer. Söz ağızdan çıktı mı bir daha geri gelmez. O söz atılan ok gibidir. İsâbet ettiğini ya öldürür ya da yaralar. Silâhtan çıkan mermi de aynıdır. Özür, geçici bir merhem gibidir; yara iyileşse bile izi yıllarca silinmez.

 

Asırların tecrübelerinden süzülerek gelmiş atasözlerimiz bu mealde bir sürü ibretlik söz barındırır. Aralarına karışmış İsrâiliyyât ve mânâsız olanları da vardır tabîî. Bunlar mutlakâ ayıklanmalıdır.

 

Ya hayır söyle ya sus” diyen Efendimiz hesapsız kullanılan kelâmın bizi sıkıntıya sokacağına işâret buyurmuştur.

 

Hazret-i Yûnus da bir şiirinde “Söz ola kese savaşı,/Söz ola kestire başı,/Söz ola ağulu aşı,/Bal ile yağ ede bir söz” der.

 

İslâmî Türk Edebiyâtı’nın ilk büyük eseri Kutadgu Bilig’de dil ile ilgili ne güzel sözler vardır: “İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saâdet bulur; insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı gider.”

 

“Dil aslandır bak eşikte yatar; ey ev sâhibi dikkat et senin başını yer.”

 

“Dilim bana pek çok eziyet çektiriyor. Başımı kesmesinler ben dilimi keseyim.”

 

“Sen kendi selâmetini istiyorsan ağzından yakışıksız söz kaçırma.”

 

“Çok sözden fazla fayda görmedim, ama söylemek de faydasız değildir.”

 

Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib II, Çeviri Reşid Rahmetî Arat, TTK Yay. 1074 Ankara s. 23

 

Atalarımız yine ne güzel söylemiş: “Boğaz dokuz bölüm sekiz düşün bir söyle!”

 

Bir gün Resûl-i kibriyâ Efendi’miz Hazret-i Sıddîk’ı ağlarken gördü ve sebebini sordu. Ona Yâr-ı gârı dedi ki; “Yâ Resûlallâh nasıl ağlamayım. Buraya bir kuş kondu, bir şeyler yedi, sonra öttü ve uçtu gitti…” Efendi’miz de “Bunda ağlayacak ne var yâ Ebâ Bekir?” deyince o sâdık dost “O kuş uçarak geldi bu onun yürümesi gibidir; bundan hesâp vermeyecek. Bir şeyler yedi, bundan da hesap vermeyecek. Sonra öttü yâni kendi diliyle bir şeyler söyledi. O bundan da hesap vermeyecek. Hâlbuki ben bunların hepsinden hesap vereceğim” dedi. 

 

Hikmetli söz; âlime ihtâr (hatırlatma), ârife ilâç, zâhide zikir, velîye istikâmet, idâreciye nasîhat, talibe, öğrenciye vüs’at (ufuk genişliği) câhile külfettir.  Bu yüzden sözün değerini söz bilen anlar.

 

Söz o kadar mühimdir ki, bir kelimeyle kâfir Müslüman olur ve bir kelimeyle (inkâr) Müslüman kâfir olur. (İbâreye kelime de denir. Kelime-i şehâdet birkaç kelimeden meydana gelir.)

 

Öyle bir tehlike ile karşılaşır ki insan, düşünmeden söylediği öfkeli bir ânında nikâhını da kaybeder.

 

İnsanın gerçek kimliği konuşunca belli olur. Kapalı bir şişenin içinde gül yağı da necâset de bulunabilir. Şişenin kapağı neyse insanın dili de odur. Dil oynar kokusu (söylediği söz) ortaya çıkar. Ya gül yağıdır ya da necâset.

 

Yine Yüce Peygamber’imiz “Kişi, dilinin altında gizlidir” buyurmuştur.

 

 

FAYDALIYSA KONUŞ, İNSANLAR DA FAYDALANSIN

Faydalı ilim sâhiplerinin bildiklerini söylemeleri de lâzımdır. Bu, insanları doğru bilgiye ulaştırır; bid’atlerden korur; pozitif bilgilerin dînimizin bir kanadı olduğunu anlatır. Bir sohbet, insanı, ciltlerle kitap okumaktan daha bilgili yapabilir. Nitekim Sahâbe Efendilerimiz Yüce Peygamber’imizin sohbetleriyle kemâle ermişlerdir. Kâmil âlimleri dinlemek hem bilgi sâhibi olmak hem de sadra şifâ kazandırmaktır.

 

Dînî ve ilmî konuşmalar dışındakilere sohbet denmez. Şimdi bunlara “söyleşi” diyorlar. Doğrusu çok da güzel. Konuş da konuş… Kimseye faydası yok. “Kellim kellim lâ yenfâ”...

 

“Günah kelâm ve müstehcen konuşmaların olduğu yere şeytan taht kurar” derler.

 

O hâlde ne konuşalım ve nasıl konuşalım?  Evvelâ mâlâyânî (boş) konuşmaktan kaçınalım. Unutmayalım ki bir Müslüman dâimâ güzel konuşur. Meselâ iki Müslüman karşılaşınca veyâ telefonla konuşurken aynı zamanda zikir yaparlar Nasıl mı? İşte böyle: “Selâmün aleyküm. Ve aleykümüsselâm, Nasılsınız? Elhamdülillâhi alâ külli hâl. Rabb’im sağlık ve âfiyet versin inşâallâh. Hepimize inşâallâllâh……….. Fî emânillâh (Allâh’a emânet olunuz.) Âmiiiiiine yâ Muıyn. (Âmin, ey kullarının yardımcısı olan Allâh’ım) Yâ, gördünüz mü, var mı ötesi?

 

 

AMAN SÖZLERİMİZE DİKKAT!

Konuşurken dilimize sâhip olup küfre düşmemek, günâha girmemek ve boş konuşmamak için dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:

 

Küfür veya günâh olabilecek sözler!

 

-“Yukarıda Allâh var”. Bu söz Allâh’a mekân isnâd etmektir. Allâh mekândan münezzehtir. Hiçbir mekânla münâsebeti olamaz. Hadîd Sûresi 4âyette “Nerede olursanız olun o, sizinle berâberdir” buyurulmuştur. Beytullâh, mescid veyâ câmiler “Allâh’ın evi” diye söylense de burada Rabb’imize ibâdet edildiği için böyle denmiştir. Her yer ve evlerimiz de mesciddir, ama toplu ibâdet toplu yerlerde yapılır. Bu bir te’vîldir. Meselâ “yedullâh” Allâh’ın eli” Allâhın kudreti veyâ “vechullâh” Rabb’imizn zâtı olarak bildirilmiştir.

 

-“Günâhın varsa benim olsun” “Hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenemez”. Zümer 7. Kul her yaptığının karşılığını görecektir. İster iyi ister kötü… “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlese onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yapsa onun cezâsını çekecektir.” Zilzâl 7-8

 

-“Yerdekilere merhamet et ki gökteki de size merhamet etsin.” Burada “gökteki” sözü bilerek söylendiğinde küfürdür. Aslı “göklerdeki” olmalıdır. Buradan da kastedilen “Hamele-i arş” melekleridir. “Gökteki” dendiğinde akla ilk gelen -hâşâ- Allâh olduğu için çok tehlikelidir. Zâten melekler kulların bağışlanmaları için Cenâb-ı zü’l-celâl ve tekaddes hazretlerine yalvarırlar: “O hâlde tevbe edenleri ve yoluna uyanların günahlarını bağışla ve onları cehennem azâbından koru.” Gafîr 7

 

-“Allâh’ın unuttuğu yer”  (hâşâ) Özellikle çok sapa bir yere ta’yin olan devlet memurlarının şuursuzca sarf ettiği küfür sözlerdendir.  Yarattığı her şey onun ilmindedir. Unutmak, hatırlamak, düşünmek kullara mahsustur. Hâlıkla münâsebetlendirmek küfürdür; illâ ki kasıt olmalı. Gafletle olsa bile tevbe edilmelidir.

 

-“Kâbe’den maksadın varmaksa yâra ///Kör gibi tapınma kara duvâra” Her ne kadar ayrı bir maksatla söylenmiş olsa bile Kâbe’yi istihfâf ve istiskâl (Hafife alma, küçümseme) vardır.  Mescid-i harâm, Kur’ân-ı kerîmde mü’minlerin kıble olarak yönelmesi istenen emr-i ilâhîdir. Orası kıbledir; yâni Rabb’imize bilâ mekân yöneldiğimiz yerdir. Hiç kimse Mescid-i harâm’a tapmıyor zâten. Orası bir ibâdet mahallidir ve ibâdet de ancak Allâhü teâlâyadır. “Yüzünü Mescid-i harâm tarafına çevir. “Bakara 149 ve diğerleri

 

-“Haram helâl ver Allâh’ım, garip kulun yer Allâh’ım!” Yüce Kitâb’ımızda harâm ve helâl olanlar belirtilmiş “harâm” veyâ ictinâb etmek masdarı ile ilgili fiillerde “Harremallâhu” veyâ “hurrimet” veyâ “fectenibûhu” şeklindeki emirlerle Müslümanlar haramlar konusunda uyarılmıştır. Gaflet dışında “Ben harâmı de helâli de yerim” diye bunu şuurla söylerse küfür olur. Ne olursa olsun bu tip sözlerden mutlakâ kaçınmak lâzımdır.

 

-“Sana kurbân olayım yavrum veyâ ablan sana kurbân olsun…”

 

Kurbân ancak ilmihâl kitaplarında bildirilen hem evcil hem belli bir yaşa veyâ bu yaşa ulaşmış gibi görünen eksik organlı olmayan hayvanlardan olur. Allâh yolunda ölmek, onun dîni ve vatan için ölmek şehâdetle nitelendirilmiştir. Bu da kurbân olmak şekliyle geçmez. “Siz Allâh yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz. Onlar mutlaka diridirler ama sizler bunu anlayamazsınız”  diye geçer. Bakara 154

 

Hazret-i İbrâhîm’in rüyâsı ve Rabb’imiz tarafından gerçekleştirilmeyen Hazret-i İsmâîl’in kurbân edilme olayı da çok hikmetli olup,  o zamana kadar çok eskilerden beri süregelen “tanrılara” insân kurbân etmenin kesin yasaklanması, Peygamberlerin emr-i ilâhîlere uyması ve Hazret-i İbrâhîm’in mutlak tevekkül ve sabırda  ne kadar ileride olduğunu göstermek içindir.

 

-“ Seninle cehennem ödüldür bana /// Sensiz cennet bile sürgün sayılır. (Söz  Cemal Sâfî, beste Selçuk Tekyay

 

Bu sözü için Cemal Sâfî’nin tevbe ettiği söylenmiştir. Doğru olmasını temennî ederiz.

 

Allâh’ın âhırette kullarına en büyük ödülü cennet, en büyük cezâsı ise cehennemdir. Popülizm için veyâ tutunmak için doğru ve güzel şeyler yazmalı. Abartı (mübâlağa) edebî ve mâkul olursa kabûl edilebilir. Ama bu çok zor. Hafazanallâh.

 

-“Îslâm’ın şart beş, altıncısı da haddini bilmektir.”

 

Şimdi öyle bir şey söyleyeyim ki herkes beğensin” kabîlinden sözler tehlikelidir. Rabb’imiz (hâşâ) eksik mi bildirdi ki bir madde  de sen ekliyorsun. Evet had bilmek, noksânın bilmek büyük fazîlettir, ama îmânî bir mes’ele değildir ki. “Çeşm-i irfân gibi kâmile mîzân olmaz /// Kişi noksânını bilmek gibi irfan olmaz.”  Atâullâh İskenderî, (Kâmil bir insan için insaf gözüyle bakmak en güzel ölçüdür. Bir kişinin kendi eksiklerini bilmesi kadar güzel bir irfan, anlayış yoktur.) İşte bu bahse bu gözle bakarsak haddimizi de bilmiş oluruz.

 

-“Fala inanma falsız da kalma!”

 

Fal, remil, sihir ve büyü, büyük günahlardandır. Bugün falcılar, astrologlar mediumlar, gâipden haber vermekte, burçlardan istikbâl kehânetleri yapmaktadır. “Unutmamalı: Efendimiz’in sözleriyle “Külli münecimin kezzâb.” (Bütün müneccimler, falcılar yalancıdır.) Dolayısıyla, tarot, kahve ve diğer bütün fallar günahtır.

 

 

BOŞ VE MANASIZ SÖZLER

-“Üzümünü ye bağını sorma!” İşte bu sözlerden birisi. Tehlikeli bir söz. Yerdiğin lokma haram mı, helâl mi, yetim malı mı, gasp, çalıntı, kumar malı mı olup olmadığına bakmaksızın insanın yediği her lokmanın hesâbı vardır. “İbâdet on kısımdır, dokuzu çalışıp helâl kazanmaktır.” Deylemî, Hadîs-i şerîf

 

-“Evvel can sonra cânan”

 

Müslüman hodkâm değil diğerkâmdır. (Kendini düşünen değil başkasını düşünen) “Benden sonra tûfan” gibi sözler Müslümân’a yakışmaz.

 

Âkif Paşa’nın meşhur “Adem Kasîdesi”ndeki o sözü ne kadar tâlihsiz bir beyittir:

 

Bermurâd olmıyacak ben, yere geçsin âlem /// Necm ü mihr ü mehi olsun eser-i pây-ı adem” (Ben murâdımı almadıktan sonra bu âlem yere batsın. Yıldız da güneş de ay da yokluk ayağı izinde kalsın.)  

 

Adem Kasîdesi, Âkif Paşa, Mehmed Kaplan, Şiir Tahlilleri, 1963, Anıl Yay. İstanbul, s.7

 

Hangi ruh hâli insanı bu kadar ümitsiz ve bencil yapabilir?

 

-“Hayvanlar Allâh’ın sessiz kullarıdır!”

 

Hayvanlar kul yâni eşref-i mahlûkâttan (en şerefli mahlûk, yâni insan) değildir. Onlar Allâh’ın yarattığı mahlûklardır; kul değildir. İnsanlar gibi aklı olmadığı için mükellefiyetleri yoktur. Âhirette cennet ve cehennem gibi mükâfat veyâ cezâlara muhâtap olmazlar.

 

-“Sen kalbime bak!”

 

Bir sürü günah işleyip hiç ibâdet etmeyen insanların kendilerini aldatan en sahte formül: “Sen kalbime bak!” Kalb nazargâh-ı ilâhîdir; orayı ancak onu yaratan Allâhü teâlâ bilir. Ma’siyetle (günahla) onu karartan kalbde nur-i ilâhî ufûl eder (söner) Yüce Peygamber’imiz “Allâh sizin sûretinize ve mallarınıza bakmaz.  O sizin kalblerinize ve niyetlerinize bakar” demiştir. O hâlde, o nazargâh olan kalbi Rızâ-yı Bârî ile nurlandırmalıyız.

 

-“Kaderin üstünde bir kader vardır.”

 

Kadere inanmak “âmentü”nün gereğidir. Bu ibâre, “kazâ-i muallâk” için (değişebilir kader, sadaka, sıla-i rahm vs.) kullanılmışsa uygun olabilir. “Kazâ-yı mübrem” (kat’î, değişmez kader) kastedilmişse işte bu söz tehlikelidir. Onun üstünde bir kader yoktur. Bu konu bilinmeden bu inceliğe vâkıf olmadan bu kelâm uluorta kullanılmamalıdır.

 

-“İbâdet de gizli kabahat de gizli!”

 

Nâfile ibâdetler ve kazâ namazları için gizlilik esastır. Bu yüzden bu namazları evde kılmak daha uygundur; nâfile olan sünnetleri farzlarla birlikte kılmak yaygınlaştığı için câiz görülmüştür. Ama kazâ namazları kulun en büyük ayıplarından birisi olup, bu günâhın telâfîsi ümîdiyle Rabbimizin afvı ve mağfiretiyle bağışlamasını umarak ve tevbe ederek alenî kılınmamalıdır.

 

Farz ibâdetlerin gizliliği yoktur. Hattâ insanları teşvîk etmek için açıkça yapmalıdır. Fitne ve sıkıntılı günlerde farz namazları da gizli kılmak câizdir.

 

Günâhı kuldan gizlemelidir. Hak’tan gizlenemeyeceğimize göre mümkünse günâh işlememeye dikkat edilmelidir. Açıktan oruç yiyen birinin şâhitleri hem kullar hem de melekler olur. Telâfîsi biraz zordur.

 

  

CAHİLANE YEMİNLER

-“İki gözüm kör olsun ki, Kur’ân Mushaf evliyâ çarpsın,  iki gözüm önüme aksın, şuradan çıkmak nasîp olmasın, ölümü gör, Allâh’ın keskin kılıcına gelesin, vallâ billâ…”  Bunların hiçbir şekilde yemin değeri yoktur.

 

Yemin, sâdece “vallâhi, billâhi ve tallâhi”dir. Başka türlü yemin yoktur. Bu sözleri de yerli yersiz kullanmaktan kaçınmak lâzımdır.

 

-“Hocanın dediğini yap yaptığını yapma!”

 

Burada kastedilen imamdır. İmam, önder, lider, devlet başkanı, tarîkat şeyhi gibi vazîfeleri yüklenir. Ölümüzde de dirimizde de bizimledir. Hâliyle kâli birbirine uymasa da, istibrâya uyan (tahârete) fakat kebâir günâhı olmayan ve özellikle de bid’at sâhibi olmayan bir imamla cemâate devam etmelidir. “Yaptığını yapma!”nın ifâdesinde onun kıldırdığı namaz da vardır. Burada kasıtlı bir i’tibâr zedelenmesi söz konusudur.

 

-“Aklın yolu birdir.”

 

Hangi aklın yolu birdir? Akl-ı sakîm mi, (hayvânî akıl) akl-ı maaş mı, (dünyevî akıl), akl-ı meâd  mı,(âhıreti tefekkür eden akıl) ve akl-ı selîm mi? Bunlar için yollar hep ayrıdır. Doğrusu: “Âkıl için yol birdir.” Yâni en az nefs-i mülhime için geçerli olan kâmil mü’minin aklıdır.

 

Demek ki bizi dünyâda ve ahirette zorda bırakacak sözlerden çok çekinmeli ve söyleyeceğimiz sözü çok düşünmeliyiz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe22 Haziran 2024 07:47

Diyorlar ki sus sus sus, Susmam susmam susmam ben. Varken bunca namussuz, Susmam susmam susmam ben. Ağa diye bey diye, Boyun eğmem kimseye. Bir deli şart bir köye, Susmam susmam susmam ben... (Ozan Arif)