Yirminci yüzyıl ve değişen dünya düzeni

A -
A +
Devrimler Rusya’da, Fransa’da ve Çin’de halk hareketleri olarak gerçekleştirilirken bizde askerî sistemle yapılmıştır. Osmanlı Devleti yerine kurulan yeni rejimde tam bir kültür ihtilâli yaşanmıştır.
 
 
 

Dil ve edebiyat, milletlerin kültür aynalarıdır. Asırlar içinde etnik girişimler, dînî dalgalanmalar, coğrafî farklılıklar, istilâlar, esâretler ve alfabe değişmeleri, kültür altyapısını sarsan olaylar zinciridir.

 

Hemen hemen her köklü milletin edebiyâtı destanlarla başlar. Destan târihi de doğrudan halk muhayyilesi ve anlatımının âbidevî sözlü eserleridir; bu yüzden yıllar boyu akılda kalmaları nazım tarzında söylenmiş olmalarındandır. Zaman içinde bâzı bölümler nesre (düz yazıya) çevrilmiş ve yazıya geçirilmiştir. Bu şekilde destanların doğuş yılları ile yazıya geçirilmiş hâlleri arasında farklılıklar oluşmuştur.

 

Destanlarda birçok karakter ve olayların değişik milletlerde benzer yapıya sâhip olması da tabîîdir. Genişleme, yayılma, karışım, komşuluk ve ödünçleşme bu sonuçları doğurmuştur.

 

Yazıya geçen kavimler değişik milletlerin destanlarını da yazmışlar, genel rekâbet ve düşmanlıklar sebebiyle bu metinlerde ekleme, çıkarma ve değişmeler yapılmıştır; Eski Fars’ta Afrasyâb, yâni Alp Er Tunga’da olduğu gibi… Milletlerin eski hayatları zâten hep destandır. Bitmeyen savaşlar, esâretler veyâ zaferler…

 

 

DESTAN DEVRİ BİTİYOR

 

 

Kavimlerin toprağa bağlanmalarıyla destan devri bitme noktasına gelmiştir. Bu durumda zenginleşen kavimlere musallat olan gezici topluluklar, yerli halka savunma ve direnme şeklinde edilgen destan türleri yaşatmıştır. 8. ve 9. asırlarla 19. asrı mukâyese etmek bile abestir. Hâlbuki onlar aynı ataların torunlarıdır. Bretonları, Angılları, Saksonları düşünelim. Bu topraklar Roma ve Vikingler tarafından işgâl edilmiş ve bölgelerde ayrı krallıklar kurulmuş, bu gelenek İngiltere’de hâlâ krallık geleneğini sürdürmektedir. Bretonlardan dolayı Britanya ve Angıllardan dolayı Angılland (England) adını alan bu ülke, varlığının objektivizmi ile Untited Kingdom (Birleşik Krallık) olarak geçer. Bu karmakarışık halk İngilizliklerinden tâviz vermezlerken, Hunlardan beri yapısı Osmanlıya kadar değişmeyen Türk toplumunu neden Osmanlıdan ayrı tutarlar? Bunu anlamak mümkün değildir.

 

Eski Roma, Makedon, Yunan ve Pers imparatorluklarının el atmadığı coğrâfî bölge kalmamıştır. Bunların egemenliklerini kabûl eden ülkeler kendi kültür ve inanç sistemleriyle küllerinden doğmuştur. Ülkeleri târümâr edebilirsiniz, ama kültür, din ve dillerini değiştirmek o kadar kolay değildir.

 

Çok köklü bir kültür yapısına sâhip olan Çarlık Rusya’sında bu sistem yıkılıp komünizm geldiğinde halkın bu yeni rejime gönül hoşluğu ile kucak açtığını söylemek mümkün değildir. Burada komünizmi önceleyen faktör, bir yerde topraktan makineye geçişle de ilgilidir. Bu hareket işçi-köylü-ırgat triumvirliğidir; burjuva ve aristokrasiye histerik ve realist-romantik başkaldırıdır. Unutmamalıdır ki Avrupa bu dönemde hâlâ monark demokrasiler ile yönetilmektedir. Rusya devriminde işçi köylü vulgar kaba güce yeni sistemin yöneticileri bile hâkim olamazlar.

 

Yirminci yüzyıl ve değişen dünya düzeni

MARKS VE ENGELS

 

 

Bu devrim döneminde Marks ve Engels gibi düşünürler işi edebî açıdan ele almazlar. Marks, kültür, sanât ve edebiyat yönünden teoriler üretmek yerine, içinde yaşadığı 19. asır Alman burjuva toplumunun kültür ve edebiyat ürünlerini eleştirmekle yetinirken Engels, toplumsal hareketliliği ekonomik gerekçelere dayandırır.

 

1917 Ekim İhtilâli ile Sovyetlerde târih sahnesine çıkan kültür san’at ve edebiyâtın proleter temeller üzerine yapılanmaya başlamasıyla ilk somut gösterge ihtilâlin mimârı Lenin’in düşünceleri ile yeni bir düzen ortaya çıkmıştır. Ona göre millî kültür burjuva aldatmacasıdır. Fakat buna alternatif bir sistem geliştirmesi grubun temsilcilerine kalmıştır. 1928’den îtibâren bu kitle, eski Rus kültürü yerine yeni oluşum temellerini atmaya başlar. Sistem özellikle gençlere inmezse tutulma şansı yoktur. Bu yüzden sistem şifreleri liselere kadar indirilir. Bu arada sistemin kalemşorlarından Dimitri Furmanov, Alexander Fadayev, Fyodor Raskolnikov, Alexander Bezyamenski ve Leopold Averbakh gibi genç şâir ve yazarlar yetişir. Bunlar 1890-1956 kuşağıdır. Komünist Gençlik Örgütü’nün (Komsomol) kurallarına öncülük eder.

 

 

MAYAKOVSKİ

 

 

Nihâyet geçmişi tamamen reddeden Fütürist Rus şâiri Mayakovski (1893-1930) “Bize gerekli olan insan dehâsının canlı bir fabrikasıdır. Ölü eserlerin yok olup gittiği ölü bir san’at tapınağı değildir” der. Yine Mayakovski bir şiirinde “Sokaklar fırçalarımız, meydanlar paletimiz” diyerek san’at ve edebiyâtı realist bir akım olarak gösterse de Balzac, Flaubert gibi realist yazarlarla pek bir bağlılığı yoktur. (Kısmen faydalanılan kaynak: Erdoğan Uygur Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, yıl 9, Sayı 1-2, 23, 30 Nisan Ağustos 2005 Ankara Üniversitesi Dil Târih Coğrafya Fakültesi, Ankara)

 

 

DEVRİMLER VE YANSIMALARI

 

 

Bizde kültür altyapısı devrimlerle tamâmen değiştirilmeye çalışılmıştır. Dünyâda eski sistemlerini lağvedip yeni bir sisteme başlangıç yapan dört devlet öne çıkar. 1789 Fransız İhtilâli ile şekillenen yeni Fransa, Çarlık Rusya’dan sonra kurulan SSCB… Ayrıca 10 milyon insanın ölümüne sebep olan Çan Kay Şek ve Mao taraftarları iç savaşında cumhuriyet rejimi yıkılmış yerine Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Osmanlı Devleti yerine de Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

 

Sovyetler Birliği devrimi monarşiye ve aristokrasiye karşı yapılmış, işçi-köylü yönetimi diye lânse edilen sistemde işçi yine işçi; köylü yine köylüdür. Kolhozlarda çalışan halkın durumu eskisinden çok daha ağırdır. Sistemin oturması için Stalin devrinde büyük katliam yapılmış ve 2 milyon insan ölmüş bir o kadar da sürgün yaşanmıştır.

 

Bastil Hapishânesi ayaklanması ve dış müdâhale ile başlayan Fransız ihtilâlinde de binlerce kişi ölmüştür.

 

Yeni Rus Sovyet rejiminde çarlık aristokrasisi yıkılmış yerine kurulan komünist sistem tam bir kargaşayı berâberinde getirmiştir. İnsanlar bu rejimle birlikte çok acı çekmişlerdir. Bunları dile getiren yazarlar bu zulüm sistemini bütün çıplaklığı ile ortaya koymuşlardır. Özellikle Alexander Soljenitsin’in “Gulag Takım Adaları” adlı eseri bir belgesel olarak çok önemlidir. 1917’de Bolşeviklerin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra başlayan tutukluların konduğu hapishanelerdeki zulüm dolu uygulamalar bizzat yazarı tarafından tutulan günlüklerle ortaya çıkmıştır.

 

Kezâ Boris Pasternak’ın 1917 Devrim sürecindeki olayları anlatan “Doktor Jivago” romanı da hemen hemen bir belgesel niteliği taşır.

 

Fransız İhtilâli’nden sonra yeni monarşik cumhûriyet kuruldu. Milliyetçilik, sekülarizm, lâisizm ve radikalizm yeni sistemin şifrelerini oluşturdu. Bu sistemde Katolik Kilisesi reforma mecbur edildi.

 

 

DEVRİMLERİN KÜLTÜR UYGULAMALARI

 

 

Fransa’da yeni ihtilâl rejimi Fransız edebiyâtına hiç müdâhale etmemekle birlikte yeni sistemi benimseyen filozof ve edipler genelde Katolik Kilisesi’ni hedef aldılar.

 

Çin’in çağdaş ve gelişmiş edebî türü pek yaygın olmamakla birlikte Mao rejimi dünyâ klâsiklerini aşağılamak için onları atış tâlimlerinde hedef olarak kullanmıştır.

 

Sovyetlerin yeni nesil şâir ve romancıları her ne kadar eski edip ve san’atkârlara savaş açtılarsa da klâsik Rus san’atini ve Ortodoks zihniyetini pek tahrîp edemediler. Özellikle aristokrat san’atin bale, resim ve müziğine pek müdâhaleleri olmadı.

 

 

BİZDE NELER OLDU?

 

 

Her devrim karmaşa ve ölümleri berâberinde getirir. Çünkü halk yeni sisteme adapte olmak istemez. Bizde de Kürt İsyânı ile başlayıp İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulmasıyla sonuçlanan olağanüstü yargılama, yalnız doğu bölgesinde kalmayıp yurdun her yerindeki gayr-i hukûkî uygulamalarla ve kıyâfet kânununa muhâlefetten sayısı hâlâ tam olarak bilinmeyen bir sürü insanın ölümüyle neticelenmiştir. Tabîî ki dînî uygulamalara başkaldırmadan kaynaklandığı bilinen yargılamalarda da salben îdamlar (asılarak) vukû bulmuştur.

 

Bizde yıkılan Osmanlı Devleti yerine kurulan yeni rejimde tam bir kültür ihtilâli yaşanmıştır. İmparatorluktan ulus devlete geçince, ümmet kavramı, yerini millete terk etmiştir.

 

Osmanlının şiirdeki en önemli figürü dîvân edebiyâtı ile modern edebiyâtın hiç benzerliği yoktu. İslâmî argümanlar ve muhteşem Osmanlı-Türk dili olan Osmanlı Türkçesi yeni sistemle yok olma sürecine girdi. Zâten 1900’lerle birlikte görülen klâsik Osmanlı yüksek kültürü de yerini taklîdî Batı kültürüne bırakmaya başlamıştı.

 

Yapılan yeni devrimler millet çehresindeki değişmeleri gösteriyordu. Amaç Türk’ün yönünü Güney’den Batı’ya çevirmekti. Bu yüzden de radikal değişmeler yaşanıyordu. Saat, takvim, hukuk, kıyâfet, tâtil günleri hattâ ibâdet formları bile değiştirildi. Halkın bu değişmelere direnmeleri zecrî tedbirlerin alınmasına yol açtı. Şer’î sistemden lâik sisteme geçiş ve özellikle 1000 yılık alfabenin Lâtinize edilmesi çok şaşırtıcı idi.

 

 

DEVLETLERDE REJİM UYGULAMALARI NASIL GELİŞTİ?

 

 

Devrimler Rusya’da, Fransa’da ve Çin’de halk hareketleri olarak gerçekleştirilirken bizde askerî sistemle yapılmıştır. Bu ülkelerde gelişen devrimler sürecini devamlı kılmak için askerî güçler devreye girmiştir.

 

Fransa, Rusya ve Çin’de devrim sonrası ateizm ve sekülarizm yerleşti. Bunlardan sâdece Fransız halkının Katolik Kilise’ye karşı tutumundan dolayı dînî bir problem yaşanmadı. Çin’de Taoizm ve Konfüçyüs dînine bağlı halk, yeni rejime muhâlif Çan Kay Şek’le direndi.

 

Rusya’da köklü Ortodoks sistemi SSCB’yi bir hayli sarstı.

 

 

YENİ SİSTEMİ OTURTMA ÇABALARI

 

 

Bizde Tanzimat’la başlayan Batılılaşma, pek kolay yerleşmedi. 1800’lerin romantik edipleri sâdece Batılı türlere özendiler. Roman ve tiyatrolarda bu çok net görülür. İTC ve sonrasında yeni rejimin yeni kalemşorları ümmetten millete geçişte etnik unsurları ideolojik bir gâye olarak kullandılar. “İmparatorluk bitmiş, ümmet dağılmış, tek unsur Türk kalmıştı” diye yorumladılar ama öyle değildi. İmparatorluk bakiyesi yeni toplum, bünyesinde Müslim ve gayr-i Müslim değişik etnik grupları da barındırıyordu.

 

Yüzyılılardır berâber yaşayan Osmanlı milletler topluluğu, Balkan ayaklanmaları, Orta Doğu İngiliz kaynaklı fitnelerle birbirlerine düşürülmüş ve etnik gruplar milliyetçilik şarkıları söylemeye başlamışlardır. Bu yüzden o sırada devreye sokulan Türkçülük akımı mantıkî gibi görünebilir. Ancak bu hareket bir etnik şuurun dışında redd-i mîrasla gelince kafalar karışmıştı. O devirdeki Türkçülük mimarları bizim insanımız değil, Yahûdî kökenli figürlerdi. Bunlar Leon Cahun, Moiz Kohen gibi yazarlar olurken bunun sosyolojik boyutunu da yerleştirmek gerekiyordu. Emil Durkheim ve Auguste Comte felesefesi ile bunun etnik-sosyolojik ihâlesini de Ziyâ Gökalp yüklendi. Yeni bir heyecan ve inkılap edebiyâtı Türkçülük üzerine kuruluyordu. Hâlide Edip gibi yazarlar bile 1912’de “Yeni Turan” romanı ile ve 1922’de yazdığı “Dağa Çıkan Kurt” da Türk efsânelerine ve bozkurt motifine rastlanır. Fakat bunların hiç birisi Nihal Atsız’ın “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor”daki târihî ve ideolojik sinerjiyi vermiyorlardı. Hele hele yıllar sonra yeni bir ruhla geliştirilen Ahmet Arvâsî’nin “Türk İslâm Ülküsü” ile Ziyâ Gökalp’ın mefkûrelerinde ayrışmalar hemen göze çarpıyordu.

 

 

OSMANLI TÜRKLÜĞÜ REDDETTİ Mİ?

 

 

Yeni devlet redd-i mîrasla yeni bir kültür geliştirmeye çalıştı. Batı medeniyeti kabûl edildi ama biz ne kadar Batılı olduk veyâ Batı ne kadar bizi kendilerinden saydı? İttihâd ve Terakkî’nin geliştirdiği Türkçülük ve parçalanan Osmanlı mülkü, bir zamanlar 24 milyon kilometre kareyi bulmuştu. Dünyânın en prestijli devletiydik. Osmanlı bir hânedan devletiydi; adını da buradan alıyordu. Kuranlar Kayı Türkleri’ydi. Osman Bey tarafından kuruldu. Bunlar Hint, Bulgar, Avusturya hânedanlığı değildi. Türk’tü bunlar. Çağ kapatan FâtihMuhteşem lâkaplı Süleyman, Yavuz Selim hep Türk’tü. Unutmayalım ki târihte Göktürklere kadar Türk adıyla anılan devlet yoktu. Hunlar, Avarlar, Uygurlar, Karahanlılar, Harezmliler, Selçuklular hangi millettendi? Dünyâya hükmeden bu devletler târihte hep Türk’tü.

 

Avrupa’ya hükmeden Habsburg Sülâlesi bir hânedan devleti değil miydi? 11. yy.’da Habsburg Kontu Radbot tarafından kuruldu ve bu adla anıldı.

 

Çin’i asırlarca kendi adıyla anılan sülâleler yönetmedi mi?

 

Dünyâya Türklüğün damgasını vuran şan, şeref ve izzetle 620 sene hükümrân olan bu asîl milletin devleti eğer yıktırılamasaydı -evet, yıkılmasaydı değil yıktırılmasaydı- şüphesiz bu asrın en büyük devleti olurdu. Diliyle, kültürüyle, edebiyâtıyla, musikisiyle, mimârisiyle, İslâm’ın bayraktarlığını yapan bu yüce Türk devletiyle hep iftihâr ettik ve bu şerefli intisâbı varlığımızla taşımaya devâm edeceğiz.

 

Kısacası mutlu ve asîl dedelerin torunlarıyız. Bu şerefi taşıyamayanlara da hiç sözümüz yoktur.

 

 

 

Prof. Dr. Osman Kemal Kayra’nın önceki yazıları…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Bahri ARSLAN 15 Mart 2025 16:48

Allahüteala razı olsun Hocam