Kadınlardan biri mevzunun değiştiğini söylüyordu:
- Kız, bize ne! Altmış sene önceki hadiseleri de nereden buldun? Bahsettiğimiz mevzuyla ne alâkası var? Dedelerimiz zamanında yaşanmış, bitmiş. Yeniden ısıtıp önümüze ne diye getirdin?
- Hani yalan dolanın, iftiranın tehlikesini anlatmaya çalışıyorum da ondan misal verdim. Sonra bu mesele her tarafta bolca var. “Evvelki senelerde neler olmuş?” diye internette dolaşırken gördüm, aklım başımdan gitti!
- Bu dediklerini yazanlar, yalan yayan, iftira atanlar utandılar mı peki?
- Nerede? Menderes'in on iki tayyare dolusu altın ile kaçmak üzereyken tevkif edildiğine dair iğrenç yalanlarla dolu bildiriler dağıtılmış o devirde. En sonunda da darağacında sallandırmışlar.
- O kadar vahşeti yapan suçsuz mu kalsaydı? Kız, belki de doğrudur!
- Eğer doğru olsaydı, yedi sülâlesinin kökünü kuruturlardı. Tamamen düzmece. İşte her gün önünden geçtiğimiz Topkapı'da Menderes ve bakanları için anıt mezar bile yapıldı. Doğru olsaydı devlet merasimiyle bunlar olur muydu?
- Kız, hele bizim hâlimize bak! Eski nineler gibi konuştukça konuşuyoruz? Gören de diyecek ki bunların başka işi yok!
- Kim ne derse desin umurumda değil! Hazreti Mevlânâ ne güzel söylemiş: “Bu dünya dağa benzer, yapıp ettiklerin de sese... Söylediğin o ses yankılanır, döner dolaşır sana ulaşır…”
- Yani?
- Yanisi açık! Jale yaptıklarını buluyor!
***
Duyacaklarımı duydum elimde olmadan. O anki gergin ruh hâlimle mesai arkadaşlarımla göz göze gelmemek için doğru mutfağa geçtim. Önceden demlenmiş çaydan bir bardak aldım, çantamın bir köşesine sıkıştırdığım kurabiyeleri çıkardım, afiyetle yedim. Hem vakit kazandım hem de biraz rahatlamış oldum. “Ah Tanju ah! Başıma öyle bir iş açtın ki ne cevabını verebiliyorum, ne de kimselerin ağzının payını!” dedim “ah”landım.
Ağızları torba değildi ki büzeydim. İnsan iyice araştırmadan, gözüyle görmeden, emin olmadan yalan söylemeye, iftira atmaya, hikâye uydurmaya karar verdikten sonra yapacağım hiçbir şey kalmıyordu. Ortada tek bir hakikat vardı; Tanju izin alarak veya vazifeli olarak iş yerinden ayrılmış, yurt dışına gitmişti. Bunda ne vardı? Meseleye niçin böyle basit, sade bakamıyorlardı?
Ne hikmetse bu gidişi kimse hayra yormuyordu. Çocuklar duydukça ayrı üzülüyor, ben ayrı kahırlanıyordum, bizim ruh hâlimizi hesaba katan yoktu. “Tanju yakışıklı biriydi eskimiş hanımından bıktı, yeni gözdesiyle de kaçtı…” Hülâsa edip özetlediğim bu cümleye neredeyse inanmayan yoktu. Biri çıkıp da “İş yerleri bazı elemanlarını alışveriş için, dışarıdaki işlerin takibi için, görgü ve tecrübelerinin artması için çeşitli kurslara, seminerlere, eğitimlere gönderebiliyor, Jale’nin beyi de o minvalden yurt dışına gönderilenlerden biridir.” deyip o kadar da basite indiremiyorlardı. DEVAMI YARIN