"Ah bir elime geçseler şu Urus denilen zalimler!.."

A -
A +
Nene’nin, aklı askerlerin kollarında gelen abisinde, gözü de tabyalardaki hareketlilikteydi. 
 
Haberci asker, telaşla gelen Nene’yi görünce içinden: Kimimiz, şan şöhret peşinde... Kimimiz mal mülk, altın gümüş... Kimimiz evlat, makam mevki, büyüklük peşinde... Bilmiyoruz ki Azrail aleyhisselâm da hepimizin peşinde...” diye düşünüyordu.
Nene, pek tedirgindi, eli ayağı birbirine karışmıştı âdeta:
- Nerde?
- Aha şurada! Bak geliyorlar, acele etme bacım!
- Pehlivan abim! Ah! Ah!
El işaretiyle “Arkadaşlar bu tarafa, bu tarafa!” diye seslenen asker, fazla uzatmadan beklemeye başladı. Gitmesinin bir faydası olmayacağını düşünerek o da durdu. Ellerini siper ederek; bir gelenlere, bir de erguvani bir esmerlik içinde kızıl bir kale gibi duran tabyalara doğru baktı. Bu kaya gibi görünen yerden yine koyu, kalabalık bir karartı karınca gibi kaynıyor, dışarı çıkıp tekrar içeri doğru akıyordu.
- Zavallı askerler! Siz tecrübeli bir askersiniz kardeş, ne yapmak istiyorlar acaba?
- Ne mi yapmak istiyorlar?
- Evet…
- Belki güç, kuvvet gösterisi… Ölmedik ayaktayız… Ruslara karşı; ‘hadi gelin’ gibisinden meydan okuma!
- Ah bir elime geçseler şu Urus denilen zalimler, paramparça ederdim hepsini de!
- Bacım siz evlerinize çocuklarınıza mukayyet olun, biz onların icabına bakarız! Unutma, aklında tut, kaydet bir yere…
- Kanıma dokunuyor kardeş ah!
- Düşmanın sinsisi içimizde bacım!
- Orası öyle!..
Aklına ne geldiyse asker, bir eliyle tolgasını tutarak arkadaşlarının yanına koştu. Sedyenin bir kolundan destek verdi, yürüdü.
Nene’nin, aklı askerlerin kollarında gelen abisinde, gözü de tabyalardaki hareketlilikteydi. Kara toprağın üstünde daha siyah bir leke gibi yavaş yavaş yürüyenlere dikkat etti. Merak ve korku dolu gözlerini küçülttü, büyüttü. Önlerinde birkaç asker silahlıydı. Karakargalar, kanatlı bir merasim bölüğü gibi üstlerinden sağa sola uçuşuyorlardı. Sayılamayacak kadar çoktular. Erzurum’un sembolü bu kuşlar bir koku mu almışlardı? Hayat arkadaşının sık sık söylediği: “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe...” sözü aklına geldi. Bir gün de kuzgunu kartala benzetmişti de sevdalısı; “O kartal değil, büyük karga” demiş gülüşmüştüler. Her şeyde o vardı. Onsuzluğu hiç düşünmemişti.
Erzurum’un dışındaki hayat onlar için meçhuldü. Memleketlerini muhasara eden düşman askeri tam bilinmiyordu. Ya gaziler? Onlar ölmekten korkmuyorlardı, yalnız arkada bıraktıklarının akıbetlerinden endişeliydiler.  Mehmet Abdullah da bağrına taş basarak gitmemiş miydi?
Herkes her şeye daha hazırlıklıydı. “Niçin hızlı hareket edilmiyordu?” dedi. Kayınvalidesi, anacığı da ihramlarına bürünmüş olarak dışarı çıktılar.
Düşmanlar, müdafaada olsalar da, son model silahları, tecrübeli nişancıları da olsa, yine haklarından gelebileceklerine öyle îmânı gibi inanıyordu...
Ne kadar çok, ne kadar büyük olsa derdin...
Elbet vardır bir bildiği, derdi verenin.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.