"Aklı olan mazlumun ahını almaz! Bir koltukta iki karpuz taşınmaz!"

A -
A +

Derken yüzüm al al oldu sevincimden, terledim de… Tanju’nun son senelerdeki mütevazılığının altındaki hikmetleri bir çorap söküğü gibi çözdüm, daha iyi anlamaya başladım.

 

Her kelimenin ve de her rengin bir mânâsı vardı dünyamızda. Meselâ: Kırmızı yüzde olursa utangaçlık, elbisede olursa ihtiras, mavi; sonsuzluk, güç kuvvet, bereketti hiç şüphesiz… Yeşil: Yeşil ise huzur ve ferahlık… böyle listeyi uzatmam mümkündü fakat kısa kestim.

 

Aile içi huzur, can sağlığı, gönül rahatlığı gibisi ise hiç yoktu.

 

En mühimiyse: İlla ebedî SAADET’ti…

 

 

 

İstemesen de geçer, gider seneler,

 

Son nefeste söyleyemezse bu diller,

 

Zengin, güzel, makam, daha neler neler?

 

Hepsi senin olsa yine gözün doymaz!

 

Bir koltukta da iki karpuz taşınmaz!

 

 

 

Ağzı olan konuşur, durmaz çeneler.

 

Onun için huzur saadet bulmaz haneler.

 

Hem uydurulur daha ne bahaneler!

 

Mürşidin olmadan nefisler aşılmaz!

 

İki karpuz bir koltukta da taşınmaz!

 

 

 

Döner durursun dünya devran senindir.

 

Müslümana zindan değilsen, ya nedir?

 

Âşıkların mecnun, hem de nasipsizdir!

 

Allah Allah demekle dilin aşınmaz,

 

Bir koltukta da iki karpuz taşınmaz!

 

 

 

Nerede pehlivanlar çıksın mindere?

 

Yaptıklarını önce içe sindire!

 

Her gün bir kulu güldürüp sevindire.

 

Kulları sevindiren ateşte yanmaz!

 

İki karpuz bir koltukta da taşınmaz!

 

 

 

Hoca, seneler geçer, hesaplar tutmaz!

 

Hazır lokma da çiğnenmeden yutulmaz!

 

Zalimin yaptığı yanına kâr kalmaz!

 

Aklı olan mazlumun ahını almaz!

 

Bir koltukta da iki karpuz taşınmaz!

 

                         ***

 

          KİTAP ARASI YAZILARI…

 

Herhangi birini kırmaya korktuğum hâlde, bazıları beni “kırmak” ne kelime, birkaç dakikada paramparça etmek istiyordu. Sebebini tam bilemesem de böyle olduklarını çok rahat görebiliyordum. Evimize, arabamıza icra geldiğinde sevindiklerine bizzat şahit olmuştum ama görmezlikten ve duymazlıktan gelmiştim. Yapacak fazla bir şeyim yoktu ve azımsanamayacak kadar da çoktular.

 

Bu gibilerin arkalarından hep güzel sözler söylesem de bunları kendi inisiyatifim ile ve bütün kalbimle affetmek istesem bile kırgınlığım bir türlü geçmiyordu. Göz göre göre acılarıma sevinenleri affetmek nefsime çok ağır geliyordu, unutmak kolay olmayacaktı, hatta imkânsızdı. Doktorum ise ısrarla “Affet gitsin, ahirete kalmasın!” diyor, beni iyi bir insan olmaya teşvik ediyordu ha bire.

 

O insanlar hayatımızda olduğu müddetçe, bize rahat yoktu. Hele sahte gülücükleriyle sırıtırken, sinsi bakışları yok mu, hepten sinirlerimi bozuyordu! Her göz göze geldiğimizde yaptıkları kötülükleri önüme dikiliyordu.

 

Onların kirli yüzlerini bir daha görmemek üzere arkamda bırakmak, kendim için yapabileceğim en isabetli karardı. Bana, aileme ve sevdiklerime zarar veren, yaptığımız iyilikleri görmezden gelenleri hayatımızdan çıkarıp yenilerine yer açmalıydım. Ancak o zaman mesut olma imkânı bulabilirdim belki.

 

DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.