Kalbi yerinden sökülecek gibi olmuştu Hafız Lütfü’nün. Kamyon caminin yanı başında, geniş taş yolun ağzında durdu.
Kamyon şoförü, Hafız Lütfü'ye döndü:
- Sizin köy Göydağ’dan iyi bir de su getirdi.
- Mektupta yazmışlardı Kahvepınarı.
- Bakıyorum akapuka konuşmayı da öğrenmişsin hoca!
- Bilmem! Şartlar zorluyor galiba.
- Bizim aramıza bir girdin mi tamamdır, iki güne kalmaz bize benzersin. Benzemesen de zorla benzetirler. Üstüne güler zor durumda bırakırlar! Muallimlere takmadıkları kulp kalmıyor, seni mi pas geçecekler? Burası Narman çukuru hoca unutma bu şoför kardaşının sözlerini! Her neyse, anlayacağın bizde haber çok! Sen sor ben cevaplayayım.
- !!!
Yol da sohbet de bitmiyor sanıyorlardı ki; küçük bir köpek grubu nereden çıktıysa çıktı, kamyonun etrafını sardı. Durmadan havlıyor, korna çalıp ilerledikçe onlar da peşi sıra koşturuyordu.
***
Köye girince kalbi yerinden sökülecek gibi olmuştu Hafız Lütfü’nün. Kamyon caminin yanı başında, geniş taş yolun ağzında durdu. Alaca karanlık içinde aradığı evi tahmin etmeye çalıştı bir müddet. Köpeklerin aralıksız havlamalarından olsa gerek, basmalığın arkasındaki beyaz badanalı evden ak tülbendini, burnunu örtecek şekilde tutmuş biri çıktı. Durmadan kendine doğru geliyordu. Yaklaştıkça, kuru ak yüzünün etrafında gümüş bir hâle gibi tülbendi parlıyor, daha net göremediğinden kim olduğunu tanıyamıyordu. “Ana” diyecekti, çekindi. “Ya bir başkası olursa” diye düşündü vazgeçti. Giyim kuşamından da tanıması mümkün değildi. Ellerini, kahverengi peştamalını üsten tutan kırmızımsı kuşağının arasına sokmuştu. Yanına yaklaşınca önce yerden bir taş alarak etraftaki köpeklere fırlattı. Hayvanlar sağa sola kaçışırlarken, gelen de pencerelerden sızan cılız ışıklarla yaldız gibi parıldayan bavulunun metal kolundan tutuverdi.
Ağlayarak “Hafız” dediğini duydu. Uzun yoldan gelecek mühim misafirini bekleyen ana yüreği, daha fazla dayanamamış oracıkta kollarının arasına yığılıvermişti…
***
HAFIZ LÜTFÜ PAYLAŞILAMIYOR
Aha köyüne, yatsı namazını müteakiben karanlıkta girmişlerdi. Uzaktan caminin minaresini hayal meyal görür görmez; kamyonun içinden kolunu dışarıya uzatan Hafız Lütfü:
- İşte Aha! Aaa! Bizim köy…
- Tamam hoca, telaşlanma! Biliyoruz Aha’yı!
- Ah sormayın! Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım! Hakkınızı helâl edin!
- Ettim gitti.
- Sağ olasın.
- Size minnettarım dadaşım!
- Biz de size… İyi bir yol arkadaşı oldun. Görüşürüz hocam! Allah rahatlık versin.
- Güle güle dadaşım güle güle…
- !!!
Helâllaşıp ayrıldıktan sonra, bir müddet, boş gözlerle etrafı araştırdı, hiçbir şey görmedi. Neden sonra, şoförün işaret ettiği tarafta bir karaltı seçer gibi oldu. Tek tük cılız ışıkları saymazsak ortalık iyice koyu karanlığa gömülmüştü. Yalnız uzaktan, yakından köpekler havlıyordu. Bu sesler, ıssız Anadolu’nun her tarafında yegâne hayat alâmeti sayılırdı. DEVAMI YARIN