Naciye Ana; yeniden koşmaya başladı, arada bir duruyor, ıssız sokak aralarında, cadde ve yollarda üzüntü dolu bir sesle, çağrısını tekrarlıyordu:
- Canım Ali’m! Bir tanem! Nerelerdesin? Ali’m! Kaçma! Yanıma gel! Bir şey demeyeceğim! Kızmayacağım!
- !!!
Aslında Ali, annesinin seslerini duysaydı bile, cevap vermeyecekti. Çünkü işin neresinde başlasa o zavallı çilekeş kadının üzüleceğini, yıkılacağını biliyordu. Hoş bu hâle de sevinmiyordu ya! Ali ne yapmalıydı? Bilemiyordu sualin cevabını! Gayriihtiyari işi kaçıp uzaklaşmakta bulmuştu şimdilik. Böyle yapmakla, problemin iyice büyüdüğünü hesap edemiyordu Ali.
Ninnilerle avuttun,
Kucağında uyuttun,
Açlığını unuttun,
Hakkın ödenmez ana!
Gözetirdin haramı,
Düzeltirdin aramı,
Sardın nice yaramı,
Hakkın ödenmez ana!
Anacığı; “demek çocuk çok fena suç işlemiş, korkmuş ki her halükârda kaçıp uzaklaşmak istiyor benden” diye düşünüyor, başına bir şey gelmesinden çok korkuyordu. Köşeyi döndüğü ilk sokaktan aşağı koşmaya devam etti. Uzun bir müddet “Ali’m Ali’m…” diye haykırarak koştu, koştu, fakat kimselere rastlamadı Naciye Ana. Birkaç kez, parklarda gördüğü bir karaltıyı, çömelmiş bir çocuğu Ali’ye benzeterek o tarafa koşsa da bunlar başka çocuklardı. Nihayet beş yolun birleştiği bir kavşakta durdu. Dolunay gümüş bir tepsi gibi gökyüzünde parlıyordu, yıldızlar kıpır kıpır göz kırpıyorlardı. Uzaklara bakarak son bir defa daha seslendi:
- Oğlum Ali’m! Evladım!
- !!!
- Neredeysen çık gel! Sana kızmayacağım! Lütfen beni daha fazla üzme!
Bu haykırışı da diğerleri gibi şehrin gürültüsü içinde kayboldu gitti. Kendi kendine, “küçüğüm, yavrum” diye mırıldandı. Bu, onun son gayreti oldu, birden dizleri büküldü, sanki zaafiyet geçiriyordu; yorgunluk, hâlsizlik, vicdan azabı onu yere sermişti, bitkin bir hâlde, en yakındaki bir bankın üzerine yığıldı, yüzünü elleri arasına aldı: “Ben iyi bir ana olamadım” diye söylenirken sanki kalbi parçalanacakmış gibiydi, ağlamaya başladı… Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Kocasının ölümünden sonra çok ağlamıştı ama ilk defa böylesine sesli ağlıyordu. Yoldan geçenler “ah, vah” edip teselli etmeye çalışsalar da nafile… Dertli anayı susturmak ne mümkün…
Evinden çıktığından bu yana neye uğradığını şaşırmıştı. Çok acı çekmişlerdi ama bugün dehşeti yaşıyordu. O melek yüzlü çocuğa ne olmuştu da ondan kaçıyordu? Bu hadise onun ruhunda korkunç bir zelzele meydana getirmiş, her şeyini altüst etmişti. Senelerdir binbir ümitle besleyip büyüttüğü istikbalinin bir tanesine ağlaması katılaşmış kalbini yumuşatmış, bu döktüğü gözyaşlarıyla sanki bütün günâhlarından temizlenmiş gibi hissediyordu…
Birden Elif’ciğini, Ali’ciğini ve kendini düşündü, “neydik, ne olduk, bizi neler bekliyor?” dedi, söylendi. DEVAMI YARIN