Küçük Ali, guguklu saatini itinayla topladı, sardı, sarmaladı. Hasan dede, gözlerini tavana dikerek biraz önce verdiği fiyatları sesli olarak topladı:
- Beş yüz lira saatin sandığı, içinde makinesi var. Kuşların her birine ikişer yüz demiştik, iki kuş olduğuna göre dört yüz, sandıkla birlikte dokuz yüz eder. Kozalara da yüz demiştik hepsi bin, zinciri, muhtemel gümüştür, bu zincirle birlikte bütün saat bin elli Türk lirası eder. Anlaştık mı evlât?
- Peki efendim, çok para! Annem görürse şaşırır! Belki de inanmaz!
- O zaman ben bir mektup yazayım. Adresimi telefonumu da not edeyim. Bir aksilik olursa bana gelirsiniz, tamam mı?
- Tamam efendim.
- Ver bakayım antikamı!
- Buyurun efendim. Hayırlı olsun. Güle güle kullanın.
- Siz de parayı güle güle harcayın!
- !!!
Ali sardığı emaneti itinayla Hasan dedeye uzattı. O da pek kıymetli bir şey taşıyormuş gibi, incitmeden alıp bağrına bastı bastı.
Cüzdanını çıkardı, içinden bir deste para çekti ve derinden gelen bir huzurla saydı. Bir daha birkaç banknot çıkardı ilave etti.
- Ali’m al! Tam bin elli lira.
- Çok para! Nereme koyayım?
- Bir dakika Ali’ciğim!
Telefonu arayıp buldu. Oğlunu çağırdı. Fazla vakit geçmemişti ki uzun boylu, kumral dalgalı saçlı, temiz spor giyimli yakışıklı bir delikanlı içeri girdi.
- Buyur babacığım, bir emriniz mi var?
- Oğlum, bu benim küçük kahramanım Ali. Kahramanım diyorum. Çünkü arabanın çarpıp kaçmasından sonra ilk yanıma koşan ve beni buraya getiren, vakit kaybetmeden ilk müdahale yapılmasına vesile olan yiğit. Detayını sonra anlatırım. Şimdi bu kardeşini evine götür. Bu parayı da annesine bizzat ver. “Antikacı Hasan Efendi gönderdi, Guguklu saatin parası” de. Onun pek kıymetli bir antika olduğunu da ilave et, hemen gel. Konuşacaklarımız var. Hadi evladım, yolun açık olsun.
- Peki babacığım. Kardeşime de haber vereyim, sizi yalnız bırakmasınlar. Ben hemen dönerim.
- Tamam, olur.
- Gideceğimiz yer…
- !!!
Ali, hemen cevap vermedi. Sanki sırları deşifre olacaktı. Hiçbir şey bilmiyormuş gibi de davranamazdı. Başını yana çevirdi. Güzel bir genç kız gülümsüyordu. Birdenbire tekrar geri döndü. Bu kızın bir hemşire olduğunu, hastaya pansuman yapmak için geldiğini tahmin etti.
- Ali, yolumuz ne taraf demiştim? Yeni duymuş gibi vakit kaybetmeden hemen cevapladı:
- Edirnekapı…
- Yakınmış, öyleyse hemen çıkalım?
- “Peki efendim” diyen Ali, Hasan dedenin elini öptü, oda gözlerinden öptü.
DEVAMI YARIN