Doktor hanımın hep “Efendimli” konuşması dikkatimi çekmişti.
- Sen buralara gelir miydin, Nefise Hanım Doktor’um?..
- Gören de diyecek ki dünyanın, yok ya ne dünyası? İstanbul’un hangi uzak köşesinden gelmişiz.
- Meşguliyetiniz çok ondan öyle diyorum.
- Yollar bitiyor, işler bitmiyor Hocam.
- Öyle dünya meşgalesi hiç bitecek gibi görünmüyor. Topla topla, ne sonu var, ne de biteceği. Bir gün terk edip gideceğiz öte dünyaya.
- Kime kalmış ki bize de kalsın? Maalesef buyurduğunuz gibi terk edip ayrılacağız biriktirdiklerimizden. Büyük gönül sultanlarından Davud-i Tai hazretleri bir beyitle hülasa etmiş dünya muhabbetini:
Hangi güzel yüz ki toprak olmadı,
Hangi güzel göz ki yere akmadı?
Allah Allah! Bu doktor milletinden neler duyuyorum böyle? Acayip isimler; kimi gönül sultanı, kimi kalp mütehassısı mı neymiş? Her duyduğum yeni şeylerle zihnim iyice karışıyordu. İçimden “Tanıdığımız, bildiğimiz ilim adamlarının dışında da adam mı varmış bu gezegenimizde?” diye söyleniyordum gayr-i ihtiyari.
Lavoisier, Volta, Robert Fulton, John Dalton, James Watt, Ampere, Ohm, Faraday, Charles Darwin, Louis Pasteur, Mendel, Kelvin, Maxwell, Alfred Nobel, Röntgen, Edison, İvan Pavlov, Marie Curie, Rutherford, Marconi, Albert Einstein, Niels Bohr, Erwin Schrödinger, Alexander Friedman, Edwin Hubble, Jean Piaget, Wolfgang Pauli, Dennis Gabor, Charles Francis Richter, Werner Heisenberg, Enrico Fermi, Alfred Kastler, Donald Arthur Glaser… Bunlardan birkaçı. Daha müzisyenleri, heykeltıraş, ressam, mimar dünyasını saymadım bile… Koca koca doktorlar hiç adı sanı duyulmamış insanlardan, hem de akılları uçuracak sözler naklediyorlardı. “Batılı ilim erbabından daha farklı âlimler de mi varmış? Vardıysa şimdiye kadar niçin duymamıştım? Ya bunlar benimle kafa buluyor, ya ben bu dünyalı değilim…” diye düşünüyordum ki ismini dahi bilemediğim kadın doğum mütehassısı doktor lafa girdi;
- Hep ibretlik şeyler söylüyorsun Nefise Hanım!
- Büyüklerimiz “Söyleyene değil söyletene bak!” derlerdi. Şimdi pek kalmadı bu mânâ yüklü sözleri dile getirenler… Ha tanıştırmayı unuttum. Bu hanımefendi Jale Hanım. Çok sevdiğim arkadaşım. Ziyaretime gelmişti. Anlattığına göre on üç on dört haftalık hamile ama ne durumda olduğunu tam bilmiyor, pek de merak içinde haklı olarak.
- Kolay o bizim işimiz Nefise Hanım. Senin ahbabın benim de sayılır. Şöyle muayeneye geçelim.
- !!!
Hep birlikte parfüm karışımı ilaç kokan odaya geçtik. Çok merak ediyordum bebeğin durumunu ve bilhassa cinsiyetini. Taze, çiçeği burnunda anne adayı olduğumu anladığından mı, yoksa muziplik olsun diye mi ne hep gülüyordu kadın doğum doktoru. Malum sedyeye sırtüstü yatmamı söyleyince; itaatkâr bir köle gibi uzanıverdim.
DEVAMI YARIN