"Nefsinle hareket edersen muvaffak olamazsın, boyun büker tam teslim olursan, olmazlar olur!.."
Lütfü Hoca:
- Benim de ilk hocam Hasan Baba, sonra Alvarlı Efe’ye intisap ettim. İlkin rüyamda gördüm Efe hazretlerini. Bana; “Herkes geldi sen niçin bekliyorsun?” der gibi bir hâli vardı. Konuşmuyordu ama “durma gel” dediğini içimde hissediyordum.
- Öyle başlar zaten.
- Üst üste her gün rüyama girdiler. Her defasında da; “Hadi ne bekliyorsun?” diyordular veya ben öyle yorumluyordum. Erzurum’a gitmeye karar verdiğim gün akşamı şöyle bir rüya daha gördüm.
- Hayır ola.
- Allahü teâlâ razı olsun efendim. Mühim olduğu için hiç unutmadım; şöyleydi:
Hazırlanmışım, Alvarlı Efe’ye gidiyorum, ne adresi biliyorum, ne de bir şey. Arabadan iner inmez sanki bir köye gelmişim gibi gözüme kestirdiğim birine sordum. “Efe’nin evi neresi?” O da “Ben de o tarafa gidiyorum, geliyorsan birlikte gidelim…” diye cevapladı. Hiç tereddüt etmeden takıldım peşine. “Şu evler” dedi, kayboldu. Gittim, kapıda altı-yedi yaşlarında bir kız çocuğu duruyordu, ona sordum. O da; “Tamam doğru gelmişsin ama Mübareklerin karşısında edepli ol, kalbine sahip çık…” dedi. Pek şaşırdım. “Minnacık bir kız bana akıl veriyor!” dedim içimden, kızarak kapıdan girdim. Hâlâ o kızın ciddi ciddi bana ders vermesine hayıflanıyordum. “Şımarık ne olacak...” dedim, odanın kapısını açtım. Baktım daha önceki rüyalarımı süsleyen zat-ı muhterem tebessüm ederek bana bakıyor. Bağdaş kurmuş postunun üzerinde oturuyor. Hemen gidip elini öpmek istedim. Ne olduysa birden onunla benim aramda derin bir uçurum oluştu. Düşsem paramparça olacakmışım gibi korkunçtu. Başım dönüyor, aşağı bakamıyorum. Korkumdan arkamdaki duvara yaslandım, sıkı sıkı tutundum.
Neden sonra cesaretimi toplayıp bir daha mübarek yüzüne baktım. Yine tebessüm ediyordu. Aramızda ne uçurum vardı ne de bir şey.
“Yanlış görmüşüm herhâlde…” diyerek, bir daha elini öpmek, duâ istemek, talebe olmaya geldiğimi söylemek istedim, yeniden hamle yaptım. Bu sefer de aramıza, kocaman bir derya girdi. Ne yüzme biliyorum ne de kayık sandal vardı. Korkunç dalgalar köpürdükçe beni alıp götürecekmiş gibi kükrüyordu üzerime üzerime. Yine duvara yaslandım, gözlerimi kapattım. Kalbim yerinden sökülecekmiş gibi “güm güm” atıyordu. Nasıl olduysa kendimi toparlayarak gözlerimi araladım. Ne deniz ne de dalgalar vardı. Mübarek, eski hâli gibi sakince tebessüm ediyordu...
Yeniden hamle yapmaya cesaretim kalmamıştı. Tereddüt ettiğimi anlayınca merhamet buyurdu: “Gel Hafızım gel! Nefsinle hareket edersen muvaffak olamazsın, boyun büker tam teslim olursan, olmazlar olur! Gel hadi yaklaş…” cümlesi biter bitmez uyandım, saatime baktım, sabah namazı vakti. Hızla abdestimi aldım, camiye gittim, vazifemi yaptım ama rüyanın tesirinden kurtulamıyordum. Kafamı öyle meşgul ediyordu ki, eve girer girmez, hanıma anlattım rüyamı. “Mübarek olsun. Hiç de sıradan bir rüyaya benzemiyor. Seni çağırıyor bey…” diye tabir etti, zaten ben de öyle düşünüyordum.
DEVAMI YARIN