"Ana, baba olunca anlarsınız, başka bir şey demeyeceğim!"

A -
A +
"Ah Ali’m Ah! Yüreğim ağzıma geldi! Sabahtan beri kaç defa ölüp ölüp dirildim âdeta biliyor musun?"
 
Ali’nin annesi Naciye teyze, gacur gucur sesler çıkaran boyaları dökük eski kapıdan başını uzattı. Derin derin soluklanarak sağa, sola, sonra da gökyüzüne baktı. Zayıf, çelimsiz yüzünü çevreleyen kenarları mavi boncuklu, kar gibi ak tülbendinin uçları kıvrılarak aşağı sarkıyordu. Çok çalışmaktan olsa gerek, avuçları nasır bağlamış, omuzları; ağır mesuliyetin altında çökmüş, yeteri kadar beslenememeden beti benzi solmuş ve oldukça mahzun, bir o kadar da yorgun görünüyordu. Deniz rengindeki gözlerinde hayatın bütün acılarının izleri sinmişti. Korku, endişe karışımı ümitsizlik çok rahat okunabiliyordu yüzünden. Üzerindeki solgun desenli entari, kaçacakmış gibi emaneten ve eğreti duruyordu. Kafası başka yerde, bedeni oracıkta, oldukça düşünceli ve dikkati de dağınıktı. Bir yandan gelenleri tanımaya, bir yandan da kalın hırkasının eteğini belindeki ipe sokmaya çalışıyordu. Ne yaptı ettiyse beceremedi. Eski püskü ipinin düğümünü çözdü. Aceleyle tekrar bağladı. Yalnızlığın, fukaralığın, çaresizliğin bütün izlerini beline bağladığı ip gibi bez parçasının yıpranmış kenarlarından, kılık kıyafetinden anlamak mümkündü. Soğuk buz gibi havayı iyice kontrol ettikten sonra ağzını sağ eliyle kapatır gibi yaparak titrek ve cılız bir sesle:
“Buyurun! Ali’m nerede, yoksa ona bir şey mi oldu?” diyerek fenalaştı, bayılacak gibi oldu, sendeledi. Kapı kenarına iki eliyle zor tutunmaya çalıştı.
- Ali’m, Alim!..
- Bir şey yok Naciye teyze! Beni tanımadın mı? Ben Ömer, Ali’nin arkadaşı, komşunuz Muhsin efendinin oğlu!
- İyi de Ali’m nerede? Tâ sabah namazından beri ortalıkta yok! Hiç bu kadar geç kalmazdı!
- Meraklanma teyze! Şimdi çıkar!
- Hey Ali!
Ali, annesine sürpriz yapmak istiyordu. Gizlendiği lüks arabanın camından başını uzattı, çekti. Annesi onu görmemişti. Evin önündeki adamlara gözlerini dikti. Şüpheli tavırlarla etrafına bakınıyordu. Belli ki; korku dolu gözleri ciğerparesini arıyordu.
- Ali’m dedim; gören var mı, nerede?
Fazla üzülmesin diye şakacıktan gizlendiği lüks arabadan başını tekrar çıkaran Ali:
- Anneciğim meraklanma buradayım! Lütfen üzülme! Her şeyi anlatacağım!
- Ah Ali’m Ah! Yüreğim ağzıma geldi! Sabahtan beri kaç defa ölüp ölüp dirildim âdeta biliyor musun?
- !!!
- Ana, baba olun o zaman anlarsınız, başka bir şey demeyeceğim!
- Yağmur, kar, fırtına ve ciğerparem sokaklarda bir ana için ne demek bir anlayabilseniz!
Ali, saklandığı arabadan yıldırım hızıyla çıkıp annesinin ellerine sarıldı, öptü, öptü…
- Affet anneciğim!
- Çok bekledim çook!
- Eve boş dönmemeye yemin etmiştim! Onun için biraz uzaklara gittim.
- Haber verseydin bari!
- Haklısın anneciğim! Her şeyi teferruatlı olarak anlatacağım. Eminim ki hak vereceksin!
Konuşmaları yakından dinleyen Hasan dedenin oğlu yere bakarak bir adım ileri çıktı:
- Teyzeciğim, yerden göğe kadar haklısınız, lakin bir de Ali’yi dinleyin derim.
- Siz de kimsiniz?
- Ali anlatır! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.