“Böyle ders çıkar, diye anlatmadım Ali’m! Sadece guguk kuşlarına atfedilen masalı anlattım!.."
Küçük Ali:
- Demek “guguk” derken “ben buradayım, sen neredesin” diye eşlerini arıyorlar.
- Kim bilir belki de öyledir... Bu yüzden köylere, şehirlere pek sokulmazlar. Yuvalarını insanlardan uzak ormanlık, fundalık yerlerde yapar, bahar gelir gelmez vadileri çınlatan güzel sesleriyle durmadan öterek uçarlar, uçarak tabiatı şenlendirirler.
- Uçmak, hürriyet demek!
- Öyle ya tam hürriyet!
“Guguguk!.. İbibik! Neredesin nerede?”
“İbibik guguguk!.. Buradayım burada!”
- Efendim sanki...
- Söyle torunum!
- Nasıl desem Hasan Dedem? Sanki bizi anlattınız bu hikâye ile!
- Allah Allah! Sizle ne âlâkası var?
- Orada da bir çaresiz aile var; iki kardeş, biri kız, biri erkek! Biz de iki kardeşiz ve birimiz erkek, diğerimiz de kız. Onların anaları vefat etmiş, bizim ise babamız, onlar da fakir, biz de... Yalnız bizler o hikâyedeki gibi güzel yüzlü, güzel huylu çocuklar gibi olmayabiliriz.
- Nereden nereye! Allah iyiliğini versin! “Böyle ders çıkar” diye anlatmadım Ali’m! Sadece guguk kuşlarına atfedilen masalı anlattım!
- Ben de kocaman bir ders çıkardım! İnsanlar onları boşuna anlatmamışlar!
- Öyledir! Yazanlar boşuna emek vermemişler! Yalnız şunu ifade edeyim; sizin kalbiniz onlarınkinden daha kocaman, daha merhamet, iyilik dolu!
- !!!
- Bu mevzu uzayacak Ali’m; gelelim âsâr-ı atîkamız üzerinde mütalaaya.
- Yoruldunuz Hasan dedem!
- Yok yok! Şimdi meslek sırlarını konuşturma zamanı. Kolay da… Bu tahminimden de kıymetli bir saat evlat... Sana bir teklifim var, onu bana satar mısın?
- Elbette efendim! Zaten o niyetle annem de bana vermişti.
- Ne kadar istiyorsun Ali?
- Bilmemki, 20 lira fazla mıdır?
- Olmaz Ali! Ben sana ne demiştim? Bu çok kıymetli bir antika.
- İki tane yirmi olsun.
- Olmaz!
- !!!
- Anlaşıldı, fiyatı da benim tespit etmem lâzım. Yanlış anlama, ben tüccarım, kârımı, zararımı iyi bilirim. Bu saçları değirmende ağartmadık evlât!
- Peki efendim! Nasıl isterseniz.
- Yalnız zincirleri elli eder, topuzlar yüz, kuşlar ikişer yüz, kutu da beş yüz eder.
- Ben sayamadım, çok oldu.
- Dedim ya, bu bir harika! Sizden alacağım, daha çok parayla ben de başkalarına satacağım Ali’ciğim.
- Sattığınız yeri bilelim!
- Niçin?
- Babamın yadigârı! Büyüdüğümde onu geri satın alacağım!
- İnşallah alırsın da! Hiç kafana takma!
- Verdiğin parayı sayamadım efendim!
- Antika fiyatı verdim. Ticaret böyle bir şey. Alacaksın üzerine kârını koyup satacaksın…
- Zor zanaat! Ben bu işi yapamayacağımı anladım efendim.
- Hemen pes etme be evlât! Daha çok gençsin, çocuksun, sen bizden daha iyi tüccar olursun.
- Nerede? Çok karışık! Yapamam, beceremem!
- Tecrüben arttıkça, para kazandıkça diğerleri de peşi sıra gelir, meraklanma! Sevgili Peygamberimiz “Rızkın onda dokuzu ticarette, alışverişte...” buyuruyorlar. Tabii doğru, dürüst tüccar olmak şartıyla. DEVAMI YARIN