Arılar, kelebekler çiçekten çiçeğe konup kalkıyorlar...

Sesli Dinle
A -
A +

Bu yaz başlangıcının sabahı, çivit mavisi semasının bulutsuz ve güneşli gününde, memleketin her tarafı capcanlı ve çimen kokuyordu. 

 

 

 

Kitabın iç kapağındaki yazı şöyle bitiyordu:

 

"Herkes bir şey ile meşguldür. Birisi şununla meşguldür, birisi bununla... ama Eshâb-ı kirâmın hepsi birer meslek sahibi, varlıklı insanlardı. Fakat hiçbirinin şu veya bu mesleğinden şu veya bu varlığından, servetinden bahsedilmiyor. Ne deniyor peki? ‘Eshâb-ı kirâm’ deniyor…”

 

Anlayamayacağım dünyalardan ve çok yüksek meselelerden bahsediyordu Doktor Nefise'nin hediye ettiği kitap ve kendi yazdıkları. Elimdekilerle gayr-i ihtiyari pencereden dışarıyı seyrediyordum. Kar, soğuk, rüzgâr birlikteliğinin bolca yaşandığı soğuk kış günlerinin ardından ilkbahar; zar zor da olsa gelmişti. Her şeyden evvel insana, yaşama sevinci veriyordu.

 

Benim de kanım kaynardı eski zamanlarım olsaydı. Bahar denince aklıma ilk olarak serin bir havada taze yeşillikler, enfes çiçek usarelerine karışan kuş cıvıltıları, muhtelif şenlikler, her tarafta canlanan hayat ve onun tadını çıkarmak isteyen çılgın gençlik aklıma geliyordu.

 

Bu yaz başlangıcının sabahı, çivit mavisi semasının bulutsuz ve güneşli gününde, memleketin her tarafı capcanlı ve çimen kokuyordu. Dereler çağlıyor, deniz ve göllerin suları, masmavi gökyüzünün yansımalarıyla parlak turkuaz rengine bürünmüş “Buraya gelin, bize koşun…” der gibi huzur dağıtıyordu etrafa. Neşeli serçeler, o ağaçtan o ağaca... arılar, kelebekler çiçekten çiçeğe konup konup kalkıyorlar. Sağa sola durmadan koşturan çocuk bağrışmaları, derinlerden gelen yanık hasret türküleri duyuluyor. İnsan daha kapıdan çıkarken bir şenlik ve bayram yeri bahçesinin eşiğine ayak bastığını hissediyordu zümrütten çimenlerin üzerinde gezinirken. Bu havaları teneffüs edip de sevinemeyenlere bilmem ki ne demeliydi?

 

Gençliğim, hayattan beklentilerim, bitmek nedir bilmeyen isteklerim ve Doktor Nefise sayesinde karşıma çıkan AHİRET HAYATI hakikatleri, ruhumu altüst ediyordu. Bir tarafta yaşama, yaşama derken; oyun eğlence, yeme içme, gezip tozma anlıyordum hep, beri tarafta “Aman ömrünü boşa geçirme! Sonsuz, ebedî hayata hazırlan, gafil olma, uyan derin uykulardan! Uyanmazsan bedbaht olacaksın! Dünyaya gelme gayeni, maksadını, huzurunu, saadetini unutma!” diyen yeni duyduklarım, okuduklarım, dinlediklerim. İki kuvvetli hissiyat içinde çırpınıp duruyordum. Hani benzetmek icap ederse; ters istikamete gidecek iki kamyonun arasına ellerimle, ayaklarımla bağlanmışım da bu iki kuvvetli kamyon beni iki zıt tarafa çekiyorlarmış gibiydim. Ya parçalanıp ölecektim, ya da bir taraftan kopup hepten diğerinin peşinden sürüklenecektim. Üçüncü bir ihtimal ve yol yoktu önümde.

 

Nefsim ve aklım alabildiğine harp hâlindeydi. Hangisi önüme erken çıkarsa onunla gidiyordum. Ne yârdan ne serden geçebiliyordum. Oysa en büyük hakikat belliydi ve en faydalıyı tercih etmemi ısrarla söylüyordu. Bulunduğum ruh hâlim ikisini de feda etmeye hazır değildi. Bitirim arkadaşlar eğlenceye, dansa, müziğe davet edince uçarak koşuyordum. DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.