Cafer Ağa:
- Anahanım Gelin, çocuklarını alıp geldikten sonra ne oldu Hocam?
- Ne olacak, anacığım okudu. O okudukça çocuklar sakinleşti ve uyudular. Ben de eski paslı bir tabancam vardı onunla uğraşıyordum bir köşede.
- Tabancanın sizde işi ne?
- Haklısınız! Anlatayım: Kıştan birkaç ay önceydi; anlayacağınız son güzün, kayınbiraderim Abdurrahman Çavuşla Horum Düzüne gitmiştik. Sarıkamış’tan bir şeyler gelecekti, bekledik şosenin kenarında. Kamyon durdu, eşyalarımızı aldık, yükledik. Dönüşte Ağyarlar’dan geçerken, affedersiniz, tuvalet ihtiyacım oldu. Öküz arabasından indim. Derenin içinde bir sütre yer ararken sel sularının oyduğu ve epey toprağın kaydığı yarın ağzında karanlık delik gördüm. Etrafı incelerken eğildim delikten içeri baktım. O da ne? İnsan iskeleti değil mi? İyice eğildim, dikkatlice inceledim. Elbise kalıntılarından belli ki bir asker… “Vay be! Harp zamanlarından düşmüş kalmış…” dedim, “Müslüman mı, Rus mu?” diye incelerken, çürümüş palaskanın üzerinde; kılıfıyla demiri pastan birbirine kaynaşmış kocaman bir tabanca gördüm, aldım. Fena paslanmıştı. Tozunu, toprağını kabaca sildim, eve getirdim. Birkaç gün gazyağında beklettim. Yavaş yavaş çözmeye, açmaya başladım. Zamanında çok kaliteli olduğu belli olan toplu Rus laganıydı… Biz her ne kadar aramızda böyle isimlendirsek de o aslında “Rus Nagant’ı”ydı… Her neyse uzatmayalım; iyice temizledim, küfünü, pasını kazıdım, yağladım. Artık saat gibi çalışan bir tabancam olmuştu. Ona bir de deri kılıf yaptırdım Horasan’da. Yanımda taşıyorum ama öylesine. Dağda, kırda, bayırda, tek kaldığımda patlatmaya çalışıyordum. Ne kadar denediysem de bir türlü olmadı. Sanemer’de birinde aynı tabancadan olduğunu duydum. Bir vesileyle gittim, baktım tıpatıp aynısıydı. Bendeki mermilerden birini ona verdim, kendi tabancasına koydu patlattı. Öyle gürledi ki şaştım kaldım! Bende patlamayan, çürümüş zannettiğim mermi, onda yeniymiş gibi gürleyiverdi. Onun parlak olanlarıyla benimkileri değiştirdim, denedim. Yine “tık” yoktu. Tabiri caizse patlamamaya yemin etmiş gibiydi âdeta... Artık iyice anlaşıldı ki, bizimkisinin iğnesinde bir sıkıntı var. Paslandığından biraz yıpranmış, merminin kapsülüne ulaşıp ateşleyemiyor. O deneme de boşa çıkınca hepten ümidimi kestim, eve geldim. Aklım fikrim tabancamın niçin patlamadığındaydı?..
Her fırsatta açıp kurcalıyor, patlatmaya çalışıyordum yine de... İşte Anahanım Gelinin geldiği akşam da yine çok uğraşmıştım ve hâlâ da bazı denemeler yapıyordum. Birkaç defa havaya tutarak tetiğe bastımsa da mümkün değil olmuyordu. Nereden aklıma geldiyse, “Bakın şimdi ne yapacağım?” dedim, evdekilere. Evde kim mi var? Anacığım, hanımım, kardeşim Osman, Ömer, bacım Sevriye, Abdülkadir kundakta daha, bir de Anahanım Gelin ve çocukları… Tabancayı şakağıma dayadım, bekletmeden tetiğe bastım. Oyalansaydım itiraz edeceklerini çok iyi bildiğimden acele, oldubittiye getirdim.
- Yapma Hocam! Bari sizler o hataya düşmeseydiniz!
- İşte gençlik dedim ya!
- Eee! DEVAMI YARIN