En çok insana koyanı kendime, aileme karşı duyduğum suçluluk hissimdi... İçim çürümüştü, bilhassa anne babaya karşı olan; iyi bir evlat olamama hissi, devletime karşı iyi vatandaş, kocama karşı iyi hanım, mahallemizde iyi komşu, hepsinden de mühimi iyi bir Müslüman olamama duygusuyla suçluluk içindeydim. Bu hususta destan yazabilirdim ama kalbim tahammül edecek gibi değildi muhtemelen. Yazmayayım, içimde kalsın…
Kılınmaz, vakit girmeyince namaz,
Îmân gibi büyük nimet bulunmaz,
Güneş balçık ile elbet sıvanmaz,
Hem iki cambaz, bir ipte oynamaz.
Kavuş saadete kalma beynamaz!
Okuyup ilimle olmalı âmil,
Sohbet etmezse de bilinir kâmil.
Kimseyi beğenmez zavallı câhil!
Kendi çalar kendi oynar na ehil.
Bilmez ki bahil olan, yaşar zelil!
Hangi birini sayayım? Kardeşlere karşı “Daha iyi bir abla olabilir miydim acaba?” düşüncesi, arkadaşlarıma karşı “Onlara daha çok zaman ayırıp kalplerini kazanabilir miydim?” fikri de öyle beni yıpratıyordu. İstanbul gibi büyük bir şehirde görüşemiyor olmamızdan devamlı kendimi mesul tutuyordum.
Beni benden alan iş yerine karşı bile suçluluk hissediyordum. “Acaba benim yüzümden mi bu terslikler?” diye düşünmekten delireceğim yakında. Ya da delirdim belki de haberim yok!
Hem bizim şu fakirhaneyi temizleyen Naciye Teyze'ye karşı da suçluluk duyuyordum, çünkü hasta hasta evimi temizlemeye geliyor. “Gelme” desem de öyle hevesle “inşallah geleceğim” diyor ki, ben de hâliyle “tamam” demek mecburiyetinde kalıyordum... hay demeseydim…
En iyisi mevzuyu kapatmak! Daha çoook uzar bu liste… Sanırım, bu dünyanın böyle olmasının tek müsebbibi benim. Aklım bir türlü durulmuyordu, ifrat ve tefrit arasında gidip geliyordum.
Bazen dervişane düşünüyor her şeyi oluruna bırakıyordum, bazen “Bu devirde bu kadarı da fazla…” diyor, eski alışkanlıklarımdan yana karar kılıyordum. Fena bir illete yakalanmıştım anlayacağınız.
Asıl beni şaşırtan şeylerden biri, belki de en mühimi Tanju’daki değişiklikti. Bir ara ağzından kaçırmıştı “Senin doktorun varsa benim meşhur Osman Hocam var…” demiş, bana mesaj vermişti ama o zaman hiç uyanamamıştım. Peki o saçları örgülü, kulağı küpeli, dövme meraklısı, hippi kılıklı Tanju nereye ve nasıl gitmişti de mütedeyyin, sabırlı, evine, çocuklarına düşkün biri gelmişti? Ben kendimle muharebedeyken o da kendi savaşını mı veriyordu? Jale'nin içindeki Jale'yle amansız mücadelesinden onun ne yaptığına bakmamıştım bile.
Ne kadar kötülüklerden kaçarsan,
Kendine iyi kapılar açarsın.
İyi insan yetişmezse bitersin.
Eğer elin kapısını çalarsan,
Bil ki çalar kapını, el de senin.
Hoca, vefalıdır sözünden dönmez,
Yoksa yakası bir araya gelmez,
Çalışıp yorulmaktan asla yılmaz.
Hem de iyiliğin altında kalmaz.
Demişler; fazla söz yalansız olmaz!
DEVAMI YARIN