Dalıp gidiyorum... Gazetelerdeki haberimi okuyanlar derin bir nefes aldı, böyle bir felaketi kendileri yaşamamış oldukları için... Sevdiği bir adamla isteyerek evlendiği için gözünden yaş akmayan babam bile ağladı ardımdan. “Pişmanım!” dedi ağladı. Asıl darbeyi ailemden almıştım, aslında. Bana ahirete ait hiçbir şey öğretmediler. Onlardan da görmemiştim şefkatli bir dokunuş. Hayatımdaki bütün erkekler kırmıştı kolumu kanadımı. Hatta bir kez kendime kıymak istemiştim.
Kocamın yumruğuyla kırdığı camın kırıklarını bileklerime gömmüştüm. Yakmıştı canımı cam kırıkları, ama canımın kırgınlığı daha çok acıtıyordu. Canıma okudular, el birliğiyle üstelik. Geçmişime okudular, geleceğime okudular, ama bana ebedî saadetimi gösterecek iki cümle okutmadılar.
Güldüler güldürdüler, oynadılar oynattılar, kullandılar kullandırdılar ama hakikati ne öğrendiler, ne de bize öğrettiler. İçki masalarında meze olma hayalleriyle geçiyordum bu dünyadan. Aylin necasete bulaştı kurtaramadı, öylece geçti gitti, ben ve diğerleri de aynı yoldan geçmekteydik hâlâ… Biri tacize, biri tecavüze, biri şiddete maruz kalıyor lakin ikaz edip uyandıranımız da yok! “Hürriyet! Bu yetmez… Daha çok özgürlük! Eşitlik! Lüks hayat daha çok lüks hayat!..” naralarıyla hep kullanıldık! Bütün kızlar, kadınlar morfinlenmiş gibiydik. Birimiz saçımızın rengiyle, birimiz eteğimizin boyuyla ve bir diğerimiz güzelliğimizle alkışlanıyorduk sadece, bunların günah olduğunu, hele ebedî sonsuz bir hayatın bizi beklediğini, oraya hazırlanmamız lazım geldiğini söyleyen ise hiç yoktu… İkaz etmeye çalışanlar da kaba softa yobazdı gözümüzde!..
Rüya mıydı, hakikat miydi? Orasını tam anlamasam da o derin ve ürkütücü hayallerimden uyandığımda hâlâ eşyalarımın başında ve yapayalnızdım. Tek başına olunca insanın aklına neler de gelebiliyormuş meğer. Düşündüklerim ruh âlemimde derin tahribatlar yapmış olmalı ki gözlerimden sicim gibi yaşların akmasına mâni olamıyordum. Sadece “Allah’ım bana yardım et...” diye duâ ediyordum çaresiz, mecalsiz…
İşte tam bir eve mahkûm edilmişim, bildiğimiz cezaevinden ne farkı var? Evlendiğim adamı elimden çekip zorla koparıyorlar. Kendimden geriye siyah beyaz, yarım tebessümlü bir fotoğraf kalıyor. Bu gidişle bu fâni dünyaya “Ah”ımı bırakarak gideceğim galiba…
Sana akıl vermiş yüce Yaradan,
Kâfir olan nefsi kaldır aradan,
Pişman olmak fayda vermez sonradan,
Mesul olamaz tek hedefi olan,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Yanlış işler yaptın, asla bıkmadın,
Haram batağına girdin çıkmadın,
İçindeki putu kırıp yıkmadın,
Vaktinde tevbe et, pişman olmadan,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Nice büyük âlim eyledi hitap,
Niye okumadın doğru bir kitap?
Ömür geçer gider, düşersin bitap,
Farkında olmadan, geçiyor zaman,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Her din anlatana nasıl aldandın,
Cahili, sapığı allâme sandın,
Böyle mezhepsize uyarsan yandın,
İmanını çalar, ruhun duymadan,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Zındıklar çıkmışlar, eder rehberlik,
İslâm'a açmışlar bir seferberlik,
Hâşâ taslıyorlar bak peygamberlik,
Her yerde karışmış sap ile saman,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Edep başta taçtır, büyük hazine,
Düşmek lazım kâmil mürşid izine,
Oturmazsan âlimlerin dizine?
Profesör olsan, kurtarmaz unvân,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Ot biter misali yetişmez âlim,
İcazetli zattan okunur ilim,
Ben âlimim diyen cahil ve zalim,
Başıboş gezenin işleri yaman,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Delilsiz konuşan yanılır kesin,
Din nakil dinidir, bunu bilesin,
“Ben" diyen ahmağı, at çöpe gitsin,
Çukura saplanır kibirli olan,
Bu gidiş nereye, söyle Müslüman?
Her tarafta sahte hoca ve hacı,
Bid’atçinin hükmü, zehirden acı,
Ehl-i sünneti et, her an baş tacı,
Ayrılma doğrudan, söyleme yalan,
Bu varış nereye, söyle Müslüman?
Bugünlerde “Konfor içeri, huzur dışarı...” sözünü çok dile getirir olduk. Yazık hâlimize, hem de çook!
Yine ebedî saadet, ahir zamanın derdiyle dertlendim be kardeşim... İçimden geldi bunları yazmak. Söylenecek çok şey var ama şimdilik bu kadar... DEVAMI YARIN